Savaşın efendileri ve sanatın efendi çocukları

Kerameti kendinden menkul entelektüel ayrıcalık ve sorumluluk kostümleri kuşanmış ‘efendi çocuklar’ın, bazı siyasi cephelere veya ideolojik kuramlara mıhlanıp kalarak kimlere arka çıktıkları unutulmamalıdır. Bugün kahraman addedilen birtakım yazar, çizer, düşünür, sanatçı, müzisyen, oyuncunun geçmişte yedikleri naneler ve kırdıkları cevizlerden “insan ve fikirler her zaman değişebilir” diyerek sıyrılabilmeleri bu kadar ucuz olmamalıdır.

Can Sertoğlu csertoglu@gazeteduvar.com.tr

Ey savaşın efendileri
Büyük silahları yapan siz
Ölüm uçaklarını yapan siz
Bütün bombaları yapan siz
Duvarların arkasında saklanan siz
Masaların arkasında saklanan siz
Sadece bilin isterim ki
Maskelerinizin ardını görüyorum.

Masters of War* (‘Savaşın Efendileri’) – Bob Dylan, 1962-63

Savaş 11. gününe giriyor. Gittikçe kötüleşen durum yaşanan acıları da insanlık dramını da derinleştiriyor. Her kafadan çıkan fikir ve seslerin beslediği kakofoni altında çoğu zaman bir an bile durup dinlemeye, anlamaya vaktimiz yok. Hayat akıp gidiyor. Sosyalinden konvansiyoneline, medyanın bombardımanlarıyla da birkaç kat hızlanmış sanki. Her şeye yetişeyim derken hiçbir şeye yetişemiyoruz, her şeyi bileyim derken kendimizden geçiyoruz.

Her zamanki gibi, savaşla ilgili tüm yayınlar, reklamların arasına yerleştirilmiş ‘içerikler’. Ne de olsa “içerik kral” artık. Ana akım medya organlarında, haber kanallarında konuşan kafalar mantar gibi bitiyor peşi sıra, arkada patlayan bombalar, atılan füzeler, yıkılan binalar; yanan hayatlar birer birer sönerken. Dışında kalmaktan, ekranlardan okumaktan, seyretmekten adeta suçluluk duyduran boyutta bir facia yaşanıyor, yine bir ‘tek adam’ın tek taraflı zorbalığı yüzünden milyonlarca insanın hayatı altüst oluyor. Bazılarınınki bir daha asla toparlanmamak üzere. Üzerinde yaşadıkları topraklardan, evlerinden, yurtlarından sürülüyor insanlar. Bugün, resmi verilerle hedefteki ülkeden bir başka ülkeye iltica etmiş insanların sayısı 1,5 milyonu geçmiş durumda. Dile kolay sayı, 3-5 hecede söylenebiliyor, dile kolay.

Tarif edilemeyecek kadar korkunç ve fazla felaket bir arada cereyan ediyor; burnumuzun dibinde, yine. İki senelik bir virüs kabusundan yeni yeni ayılmaya başlayan dünya, karşısında 3. Dünya Savaşı’nın apansız tehdidini buluveriyor. Ne kuruların yanında ne yaşlar, ne güzel, ne pırıltılı insanlar cayır cayır yanıyor. İnsanlık, geçmiş iki senedeki mücbir ataletinin intikamını bitmez tükenmez girişimlerle almaya hazırlanırken birileri sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Bir ülke, bir deniz, bir kıta ötedeyse şarkılar yazılıyor, konserler veriliyor, diziler çekiliyor, festivaller düzenleniyor. Hayat güzel güzel akmaya devam ediyor.

Bunlar olurken, ne kadar tuhaf, sağa sola birtakım faturalar kesiliyor. Kurumlar kişilere, kişiler kurumlara, organizatörler sponsorlara, ülkeler ülkelere, ama sonunda dönüp dolaşıp yine birtakım kişilere faturalar kesiliyor. İlişikler kesiliyor. İlişkiler kesiliyor. Ahkamlar kesiliyor. Fikir ve sanatın can damarları kesiliyor. Klasikten popüler müziğe, güzel sanatlardan gösteri sanatlarına birçok alanda sanatçılar görevden alınıyor, uzaklaştırılıyor, istifa ediyor veya ettiriliyor. Buralarda uygulanan kriterler de yer yer muğlak; kafa karıştırıyor. Örneğin; savaşın müsebbibi liderle ilgili kınama açıklaması yapmamak, o lidere destek vermek demek midir, yoksa sessiz kalma, yani ifade özgürlüğünü kullanmak mıdır? Kendisine bir açıklama için verilen mühleti umursamayıp, açıklama yapmamanın sonucu kovulmak mı olmalıdır? Susmak, sessiz kalmayı seçmek her zaman dilsiz şeytanlık mıdır? Bu tip durumlarda sapla saman öyle fena birbirine karışabiliyor ki, kişilerin, yönettikleri ya da temsil ettikleri kurumların menfaati adına hata yapma olasılıkları artıyor.

Bir ülkenin sözüm ona bekası üzerinden tertiplenen askeri zorbalığın yol açtığı infial, öfke, şaşkınlık, çaresizlik öyle boyutlarda ki, masum ve vakur bir halk direnmeye çalışırken bazı aklıevvel işgüzarlar durumdan fırsat çıkartarak dört bir yanda eğri büğrü işler yapıyorlar. Bir tarafta Rus sanatçıların devlet kökenli, destekli veya himayesindeki etkinliklerden veya görevlerden ayrılarak Rusya hükümetini protesto etmeleri varken, ki bu eylemleri anlamlı buluyorum, diğer tarafta nişanı yanlış alıp neticede yanlış hedefi vuranlar da bolca. Tek adam rejimlerinde, halkı mutsuz ederek halkın demokratik yollarla tek adamdan kurtulmasını ummak, karmaşık bir labirentte farenin peyniri bulabilmesini beklemek gibi; neredeyse imkânsız ve çok hazin. Bir devleti ve onun başındakini protesto edeyim derken ülkeyi ve tüm halkını külliyen cezalandıran işlere kalkışmak aptallık değilse cehalet, cehalet değilse tercih, tercihse de düpedüz ırkçılığa varır zira. Amacını aşmış, hedefini şaşmış bu eylemler o kadar fazla ki tek tek saymaya mahal yok. Ancak, insanlığın kadim ortak mirası niteliğinde fikir ve sanat eserlerinin yasaklanması, kaldırılması, yok edilme çabası dahi tek başına karanlığın boyutunu gösterebilir. Tamamı bize ne kadar tanıdık aslında bir yandan, değil mi?

Bugünün dünya düzeninde, kurulu ekonomik ve sosyal sistemlerde yürüyen bu ilişkileri basitleştirerek irdeleyebilmek riskli. Buna kalkışanı da her tarafı gaflet mayınlarıyla dolu bir mıntıka bekler. Ticari ve beşerî ilişkiler öyle girift ki, herhangi bir davanın, meselenin, zümrenin, sermayenin, iktidarın etrafında veya içinde olmak, onun tam karşı kutbunda yer alan bir başkasının etrafında veya içinde olmamak demek değil artık. Her durumda birilerini yandaş diğerlerini yoldaş ilan ederek insanları ayrıştırmaktan başka çare yoksa da, yoldaş ilan edilip “bizdendir” denenin de yeri geldiğinde kimlerle nerelerde ne işler içerisinde bulunduğundan bahsedebilmek gerekir. Geçmişte birtakım fikirlerini hararetle savunurken, kanaat önderliği sıfatıyla yarattıkları etkinin bugün nelere mal olabildiği de konuşulmalıdır. Kerameti kendinden menkul entelektüel ayrıcalık ve sorumluluk kostümleri kuşanmış ‘efendi çocuklar’ın, bazı siyasi cephelere veya ideolojik kuramlara mıhlanıp kalarak kimlere arka çıktıkları unutulmamalıdır. Bugün kahraman addedilen birtakım yazar, çizer, düşünür, sanatçı, müzisyen, oyuncunun geçmişte yedikleri naneler ve kırdıkları cevizlerden “insan ve fikirler her zaman değişebilir” diyerek sıyrılabilmeleri bu kadar ucuz olmamalıdır. Bir perakende zincirinin işçilerine karşı eylemlerinden ötürü ortaya çıkan boykot treninin 1. mevki vagonuna kurulup sloganlar döşendikten birkaç gün sonra aynı holdingin bir başka markasıyla düzenlediği şirin mi şirin etkinlikte boy gösterebilmek sorgulanmalıdır. İkiyüzlülüğün iki yüzüne birden sırıtan pragmatizm maskeleri takmak, tam da içinde bulunduğumuz çağın gereği gibi algılansa da vicdanın hafızasını diri tutmaya her zamankinden çok ihtiyaç vardır.

İnsanoğlunun şu gezegendeki varoluşunun sorunları en baştan beri pek değişmemiş, bundan böyle de pek değişmeyecek sanırım. 60 sene önce ABD’nin Vietnam’ı işgali üzerine Bob Dylan’ın yazdığı Masters of War (‘Savaşın Efendileri’) şarkısının ilk satırlarıyla açtığım yazıyı, bu şarkıyı bence orijinalinden daha vurucu yorumlayarak tüylerimi diken diken eden Justin Sullivan’ın grubu New Model Army’nin bu şarkıdan 30 yıl sonra, bugünden 30 yıl önce yayınladığı klasiği Here Comes the War’un çevirmeye kalkarsam mahvolacağını hissettiğim için affınıza sığınarak olduğu gibi koyacağım son satırlarıyla kapatmak isterim.

Faster, faster, like a whirling dervish spinning round
Faster, faster, until the centre cannot hold
You screamed give us Liberty or give us Death
Now you've got both, what do you want next?
Here comes the war - put out the lights on the Age of Reason.

–Sullivan/Heaton/Nelson, 1992

*Masters of War - orijinal sözleri:

Come you masters of war
You that build the big guns
You that build the death planes
You that build all the bombs
You that hide behind walls
You that hide behind desks
I just want you to know
I can see through your masks

Tüm yazılarını göster