Savaşın zıddı barış değildir

Barış, istenen değil varılan bir şeydir. Biz barış istemiyoruz. Barışa varacağız. O barış, çok onurlu bir barış olacak. Çocuklardan öğreneceğimiz hep budur.

Mehmet Said Aydın msaydin@gazeteduvar.com.tr

Savaş, doğası gereği geriye kalan her şeyin üzerine çıkar. 123 yaşında ama sağlıklı babaannenizin (Allah sağlıklı ömür versin) ölümün eşiğinde olduğunu düşünün. Cuma akşam üstü iş yerinden çıkmak üzeresiniz ve anneniz size bu haberi versin telefonda. Aranızda 3000 kilometre var. Gidip görme ihtimaliniz bile çok düşük. Çıktınız, arkadaşınızla buluştunuz. Komik, neşeli bir arkadaş bu arkadaş da. Sizi gördüğü anda “Ne oldu yahu?” demez mi, der. Siz de “babaannem ölüm döşeğindeymiş,” demez misin, dersiniz. O neşeli, latif arkadaşınız da o gecelik şaka yapmayı erteler mi, erteler. Düşün ki savaş var ve çocuklar ölüyor. O yüzden her şeyin üzerini örtüyor, perdeliyor, gerekirse gizliyor da bu. Çünkü çocuklar, gençler, yaşlılar ölüyor.

Barış istemeli diyoruz. Doğrudur, insansak, biraz aklımız, izanımız, vicdanımız, kalbimiz varsa barış istemeliyiz. Ama bu diskurda kanımca şöyle bir sıkıntı var: Savaşın zıddı barış değil. Savaşın, süregiden vahşetin, ölümün zıddı çatışmasızlık. Önce çatışmasızlık olacak, sonra barış. O yüzden, o dönemin adı “barış süreci”ydi. Şimdi savaş var ve bu bir süreç değil. Her zıddıyla kaim evet, savaş da zıddıyla. Yani çatışmasızlık, sükûnet ve itidalle. Barış, istenen bir şey değil, varılan bir şeydir çünkü.

Savaşın içinde dil ne kadar mühim, çok emin değilim. Ama klişelerden eminim.

Bıçak kemiğe dayandı

O bıçak nasıl kullanışlı bir bıçaksa, gidip o kemiğe dayanıyor. Bunu söyleyenlerin kemiği taş çatlasa, amca çocuklarıyla gittiği halı saha maçında sağ taraftan koşarken cevval yeğenlerden birinin manasız müdahalesiyle ağrımıştır. Ama kemik bu, içinde olduğu bedenin gözü ne zaman mikrofon görse, ağzı hemen getiriyor bu kutlu kelimeleri. Kilit bir nevi, muhabbetin kitlendiği anda havalardan bahis açan tatlı geveze arkadaş gibi, otobüste giderken muavine laf atıp onu rahatlatan iyi yolcunun kelimeleri gibi. Sıkıştın mı? Karşında mikrofonlar mı var? Çok kolay: Bıçak kemiğe dayandı, de ve geç.

Zamanlama manidar

Bir şey oldu, bir şey bitti. Senin de mesela görevin var işte; bürokrat mısın, seçilmiş misin, yarı atanmış mısın, her ne ise. O olan biteni tam anlamadın, ki normal. Ben halen yıldız tornavidanın tam olarak ne işe yaradığını bile anlamış değilim. Mesela diş macunlarındaki iki rengin nasıl olup da karışmadığına da aklım ermiyor. Annem de Facebook’tan mesaj yollamayı anlamadı halen. Oluyor yani, kimi şeyleri anlamıyoruz. Ama sen “her şeyi tabii ki anlıyorum” motivasyonuna iman ettiğin için, karşına mikrofon konduğunda, kekelemeye bile ihtiyaç duymadan “zamanlama manidar” diyorsun. Çünkü, bütün zamanlamalar manidardır. Aç bak tuhaf ölümleri; o adam tam o dakikada, o gölde balık tutmasaydı ve tam o saatte ormanın arkasından helikopter havalanıp orman yangınını söndürmek için gölden su almasaydı, adam hem boğulmak, sonra düşmek, en sonunda yanmak suretiyle ölmeyecekti. Bak, üç tane manidar zamanlama tarif ettim bile. Bu dünyada her şeyin zamanlaması, zaten, kendiliğinden, doğrudan manidardır. Bunu demezsen, dünyada bir kelebek daha sağ kalabilir. Bana inan.

Birlik ve beraberliğe...

Öyle ki, tamamını yazmak bile içimden gelmiyor. Birlik ve beraberlik. Etle tırnak. Ablayla kız kardeş, abiyle erkek kardeş, kız kardeşle abi. Kardeşlik. Yan yana otlayan kuzular. Aynı buğdaya kafayı eğen tavuklar. Düpedüz boş laf.

Barış, istenen değil varılan bir şeydir. Biz barış istemiyoruz. Barışa varacağız. O barış, çok onurlu bir barış olacak. Çocuklardan öğreneceğimiz hep budur.

Bu yazı iki sene evvel bugünlerde yayımlandı ilk olarak.

Tüm yazılarını göster