Savaşta yer değiştiren iki asker: İnziva
Tiyatro Lavean’ın prodüksiyonunu yaptığı, Berat Beyoğlu’nun yazıp yönettiği İnziva oyunu, savaşa karşı barışın tarafında… Beyoğlu’yla oyunun içeriği ve biçimini, alternatif tiyatro kavramına dair bakış açısını ve kafasındaki tiyatro idealini konuştuk.
DUVAR- İki düşman askeri, kutsal bir bölgeye hâkim olmak için savaştıkları sırada aynı mağaraya düşer. Tek başlarına kurtulmalarının imkânsız olduğu bu mağarada iki asker arasında ölmek ve öldürmek üzerine bir savaş başlar. Zaman ilerledikçe zihinlerinin anlamlandıramayacağı esrarengiz olaylar meydana gelir. Yaşanan gizemli sarsıntılarla önce mağarada bulundukları konumları, daha sonra üniformaları, daha sonra da anıları yer değiştirmeye başlar. Tüm bu gizemli olaylar sırasında birbirleriyle ve kendileriyle yüzleşip kurtulmaya çalışırken, sonunda birileri onları bulur. Fakat artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.
Tiyatro Lavean’ın prodüksiyonunu yaptığı, Berat Beyoğlu’nun yazıp yönettiği İnziva oyunu, savaşa karşı barışın tarafında… Beyoğlu’yla oyunun içeriği ve biçimini, alternatif tiyatro kavramına dair bakış açısını ve kafasındaki tiyatro idealini konuştuk.
Kurucusu olduğunuz “Tiyatro Lavean” isimli tiyatro grubu nasıl ortaya çıktı?
Aslında ana çatımız Lavean Sanat Grubu’dur. Tiyatro Lavean bu ana çatıya bağlı tiyatro alanı üzerinden üretim yapan ayrı bir koldur. Lavean Sanat Grubu, yazarlık ve oyunculuk atölyeleriyle, kısa film çalışmaları yapan ekibiyle ve aynı zamanda çeşitli projeler üretip, bu projeleri hayata geçirmeye çalışan atölyeleriyle kolektif bir sanat topluluğudur. Grubumuz 2013 – 2014 yıllarında, o zamanlar arkadaşım şimdi kıymetli hayat yoldaşım Duygu Aydın’la birlikte şahsım tarafından kurulmuştur. 2014-2015 sezonundaysa Tiyatro Lavean topluluğunu aktifleştirip ilk oyunumuz, metni bana ait olan “Amaçsız Ölmek En Büyük Günahtır” adlı oyunla ilk gösterimimizi Ekim 2014 tarihinde gerçekleştirdik. 2017-2018 sezonunda Ilan Hatsor’un yazdığı “Maskeliler” adlı oyunu, 2019 – 2020 sezonunda ise yine benim kaleme aldığım “İnziva” adlı oyunu sahneleyerek yolumuza devam etmekteyiz.
Lavean kelimesi ise; “olmayan zaman” anlamına gelmektedir. Kelime “La” olumsuzluk eki ve “An” kelimelerinin birleşimiyle türetmiş olduğum yeni bir kelimedir.
Grubun ortaya çıkmasının sebebiyse, bir türlü bastıramadığımız yaratma dürtüsünü daha özgür bir şekilde üretime dönüştürme ihtiyacıyla oluşmuştur.
Ödeneksiz tiyatro yaparken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Öncelikle karşılaştığımız en büyük zorluk, dekor – kostüm gibi üretimi güçlendiren unsurların ortaya çıkardığı maddi külfet. Bunun yanı sıra prova sürecinde oyun ekibinin yol – yemek ve harçlık gibi zaruri ihtiyaçlarının masrafları da ek bir maddi külfet oluşturmakta. O kadar insanı oraya toplayan sorumlu kişi olarak, bu masrafların karşılanması da haliyle bizim sorumluluğumuzda. Bir sezon boyunca oynadığımız oyunlardan kalan gişe hâsılatından bir miktar bakiyeyi tiyatronun kasasına aktarıyoruz. Böylelikle sonraki sezonda çıkaracağımız oyunların giderlerinin bir bölümünü kasada toplanan paradan karşılıyoruz. Tabi ki de yeterli olmuyor. Ekibin ana çatısını oluşturan Duygu Aydın, Yusuf Mahmut Çitil ve şahsım çoğu zaman cebimizden tiyatronun kasasına para koyarak giderlerimizi karşılamaya çalışıyoruz. Evimizden, mutfağımızdan kısıp, tiyatroya aktarıyoruz. Aynı zamanda açtığımız konservatuara hazırlık kursu ve oyunculuk atölyesi gibi çalışmalarda, eğitim almak için gelen arkadaşlardan ücret almayarak karşılığında tiyatroda gönüllü şekilde görev almalarını talep ediyoruz. Böylelikle hem işin mutfağından yetişmeye başlıyorlar hem de grupta sorumluluk alabilecek kişi sayısını arttırıyoruz.
Amacımız üretimin devam etmesi ve hayattaki varoluşumuzu anlamlandırmak.
Alternatif tiyatro kavramına nasıl bakıyorsunuz? Üretim biçiminizi ve oyunların içeriğini “alternatif” olarak mı görüyorsunuz?
Tiyatro tiyatrodur, alternatifi yoktur. Alternatif tiyatro kavramı yerine alternatif sahne kavramının kullanılması zannımca daha doğru olacaktır. Üretim biçimimiz ve oyunların içeriğinin popüler kültüre hizmet eden tiyatro oyunlarından farklı olmasından dolayı alternatif kavramının ortaya çıkmasını anlayabiliyorum. Fakat bizim tek farkımız; herhangi bir siyasi baskı kaygısına kapılmadan, özgür bir şekilde üretmektir. Ben tiyatro emekçisiyim. Ben üretiyorum başka insanlar gelip üretimimi bir kavram altında topluyor. Üretirken herhangi bir kavramı temsil etmesi için üretmiyorum. Elimdeki hikâyeyi daha samimi ve güçlü bir şekilde nasıl anlatabilirim onu düşünüyorum. Sonunda buna birileri alternatif tiyatro diyor. İlerleyen zamanlarda başka bir şey de diyebilirler.
Buradaki asıl sorun, tiyatro kavramının içinin neden bu kadar boşaltıldığıdır! Meclisteki konuşmalarında milletvekilleri birbirlerine “tiyatro yapma” diye hitap etmeye devam ettikçe, şaklabanlar ve dalkavukların samimiyetsiz tavırlarının “tiyatrocu” diye tanımlanması sürdükçe ve tiyatro kavramının içi boşaltıldıkça önüne veya arkasına bir şey sıkıştırma kaygısı da olacaktır.
Ustalarımdan öğrendiğim çok kıymetli bir söz vardır; “İşini yap, efsaneleri unut.” Ben işimi yapıyorum. Yaptığım iş alternatif mi değil mi bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var; bir derdiniz yoksa kavramlar sizi kurtarmaz.
Bir tiyatro grubu, oynayacak bir sahne bulmak için, ne gibi zorluklarla karşılaşıyor? “Ev sahibi” olmamanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Bizim ekip olarak yaşadığımız en büyük sorunumuz bu; sahne bulamamak. Aylarca hazırlanıyoruz, zorlu prova süreçleri geçiriyoruz, maddi-manevi sıkıntıları atlatıp sonunda ilk gösterimimizi gerçekleştiriyoruz ve sonrasında tıkanıp kalıyoruz. Neden? Çünkü İstanbul’daki alternatif sahne sayısı iki elin parmaklarını bile geçemiyor. Var olan sahneler ise seyircinin rahat bir şekilde gelebilme ihtimalinin en yüksek olduğu günlerin tamamını kendilerine ayırıyorlar. Kalan günler ise insanların çok fazla dışarıya çıkmayı tercih etmediği günler. Bir de bu günlere yüksek kira bedelleri istediklerinde, tamamen çıkmaza giriyoruz.
Biz herkesin ne kadar zorluk çekerek üretmeye devam ettiğini anlıyoruz. Sahne sahiplerine de bunca zorluğa rağmen sahne açtıkları için minnettarız. Ama sahnesiz tiyatrolara biraz daha alan açmalılar. Yoksa çok güçlü üretimler, sahneye çıkamadığı için arada kaynayıp gidecek.
Tiyatromuzun en çatışmalı sorunu sahne bulamamak bence.
İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?
Tiyatro hep var oldu ve hep var olmaya da devam edecek. Türkiye tiyatrosu tarihine baktığımızda da çeşitli inişli çıkışlı zamanlarının olduğunu görüyoruz. Bu dönem de seyircinin ilgisinin tiyatrodan yana artığı bir dönem… Bu döneme denk geldiğimiz için şanslı olduğumuz kadar sorumluluk sahibi de olmalıyız. Tiyatroya gelen seyircileri entelektüel ve görsel olarak etkileyebilmeliyiz. Yoksa bu seyirci jenerasyonu tükendiğinde tiyatro yine bir çıkmaza girecektir.
Seyircinin ilgisinin tiyatroya kaymasının nedeni ise tüketim kültürü olduğunu düşünüyorum. İnsanların evlerinde oturarak tüketecekleri entelektüel ve görsel ürünler azaldıkça yeni bir arayış başladı. O sırada tiyatro bütün zorluklara rağmen güçlü üretimine devam ediyordu. Belirli statüde bir seyirci kitlesi olduğu için her seferinde daha derin ve daha güçlü işler üreterek seyirci kitlesini tutmaya çalışıyordu. Bu üretimler daha önce tiyatroya ilgili olmayan seyircileri etkiledi ve seyirci sayısı da katlanarak arttı. Bir süre daha artmaya devam edecek. Fakat popüler kültüre hizmet eden üretimler sahnelenmeye başlarsa ki, son olaylardan da anladığımız kadarıyla popülerliği tükenmiş müzisyenler bile klasik tiyatro oyunlarında oynamaya başlamış, tiyatro da basit bir tüketim ürününe dönüşecek. Bunun yaşanmasını hiçbirimiz istemeyiz.
Biz tiyatro popüler olduğu için tiyatro yapmıyorduk. Az da olsa seyirci kitlemize hikâyelerimizi güçlü bir şekilde anlatmaya çalışıyorduk. Şimdi ise tiyatro popüler olduğu için tiyatro yapıyorlar. Ve bu maalesef çıkan üretimlerin içeriğinin zayıf olmasına ve popüler kültüre hizmet etmesine sebep oluyor.
“İnziva” neyi anlatıyor?
Kutsal bir bölge için savaşan iki düşman askerinin çatışmalar sırasında aynı mağaraya düşmesini ve bu mağarada kaldıkları süre içinde kendileriyle, toplumlarıyla ve inançlarıyla yüzleşmesini konu edindik.
Kendisiyle yüzleşemeyen insanların zayıflıklarını kapatmak için personalarıyla özdeşleşerek hiç olmadıkları birine dönüşmeleri, hayatlarının sona erme ihtimaliyle karşı karşıya kaldıklarında ise gölgelerinin onları nasıl ele geçirdiğini görüyoruz oyunda.
Bu savaş hepimizin her zaman yaşadığı bir savaş. İş yerinde, evde, sokakta, ikili ilişkilerimizde… Beynimizin duygusal yanıyla analitik yanı arasındaki çatışma sürekli devam ediyor. Biri diğerine baskın geldiğinde mutlaka özümüzden bir şeyler eksiliyor. Çünkü travmalarıyla yüzleşemeyen bir toplumuz. Yaptığımız hataları asla kabullenmeyen, bunlarla yüzleşmeyi sürekli reddeden bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu yüzleşmeyi gerçekleştiremediğimiz için hayatımızda aksaklıklar sürekli devam ediyor ve biz sebebini yine dış etkilere bağlıyoruz. Aslında sorun savaşta değil, savaşı çıkaran bizlerde…Biz savaşanları alkışladıkça, boks maçı izler gibi tuttuğumuz tarafın kazanması için sloganlar attıkça, dünya asla düzelmeyecek.
Oyun, barış ve savaş üzerine, ölüm ve yaşam üzerine sert cümleler söylüyor. Sizce tiyatro, iyi ve güzel şeyleri, erdem ve mutluluk barındıranı sağlamayı başarabilir mi?
Ben başarabileceğine inanıyorum. Sadece tiyatronun da değil, sanatın her dalının toplumu değiştirme gücü olduğuna inanıyorum. Zaten buna inanmazsam sanat yapamam. Sanat diye yaptığım şey, şova döner. Burada asıl önemli olan şey neden tiyatro yapıyoruz sorusudur.
Aslında bu soruyu ben de her gün kendime soruyorum. Evimin önünde dik bir yokuş var. Her sabah provaya veya oyuna gitmek için evden çıktığımda, bu yokuşu neden çıkıyorum diye soruyorum kendime. Her defasında da cevabı kendimde buluyorum.
Tiyatro beni iyileştirdi. Tiyatro benim daha insan olmamı sağladı. Savaş çığırtkanlığı yapan biri yerine barış naraları atan birine dönüştürdü. İnsanlara ve toplumuma karşı önyargılarımı yıktı. Kendi travmalarımla yüzleşmemi sağladı. Tiyatro beni daha entelektüel daha üretken, hayata ve yaşama katkı sunan biri haline getirdi.
Her yeni başladığım tiyatro atölyesinde çalışmaya gelen arkadaşlara aynı soruyu soruyorum. Neden tiyatro? Bu soruya samimi bir şekilde cevap veren arkadaşlardan hep aynı cevabı alıyorum. Çünkü tiyatro iyileştirir. İnsanı iyileştirir. İyileşen insan toplumu iyileştirir. İyileşen toplum yaşadığı coğrafyayı, dünyayı iyileştirir.
Bunu sadece romantik bir söylem olması için söylemiyorum. Çünkü şuna inanıyorum; insanı hayvandan ayıran tek kabiliyet gerçeği yeniden yorumlama gücüdür. Yani sanat…
İnziva oyununda ölüm ve yaşam üzerine geçen sert cümleler bu iyileşmenin acı çekmeden olamayacağı gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Evet, biz tiyatroyla iyileşeceğiz ama önce tiyatro bizi kendimizle yüzleştirecek. Tıpkı oyunun içeriğinde olduğu gibi önce bu gerçekleri kabul etmeyeceğiz, kabul etmememize rağmen sorunsuz yaşadığımızı zannetsek de bir yerde yine patlak verecek. Fakat ne zaman gerçeği olduğu gibi kabul etmeye karar verirsek, işte o zaman iyileşmek ve kendimizi gerçekleştirmek için bir yola girmiş olacağız.
Tiyatronun insanları iyileştireceğine inanıyorum. Bu yüzden: Yaşasın Tiyatro!
Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?
Dediğim gibi eğer sahne problemimizi çözebilirsek derdimizi anlatmak için bize alan açılan her yerde oynamaya gideceğiz. Oyunlarımızın takvimimizi takip etmek isteyen seyircilerimiz www.laveansanat.com ve www.tiyatrolar.com.tr sitesinden ayrıntılı bilgileri alabilirler.
Şimdilik programımız ise şöyle:
- 23 Şubat Pazar saat: 19.00 da Su Gösteri Sanatları Sahnesi
- 15 Mart Pazar saat: 19.00 da Su Gösteri Sanatları Sahnesi
- 19 Mart Perşembe saat: 20.30 da Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi
- 30 Mart Pazartesi saat: 20.30 da Tatavla Sahne