Doğru başlayıp yanlış biten cümlelerle anlatılan HDP kongresini layıkıyla değerlendirememişken iki savunma bakanı arasında geçtiği iddia edilen cümleye tosladık. Savunma bakanları Canikli ve Mattis görüşmesinden gündeme “isterseniz YPG ile PKK’yi savaştıralım” cümlesi düştü.
Gerçekten söylenmişse bu cümle, Kürt sorununun çözümünde Türkiye’nin devlet olarak inisiyatifini kaybedişinin habercisi olabilir. Demokratik çözüm sürecinin iktidar hırsıyla sonlandırılmasının açtığı yol, bugün askerimizi Afrin’e götürdüğü gibi yarın çok uluslu ya da ulus ötesi oluşumların dayatacağı çözüm önerilerini kapımıza getirebilir. Söz konusu iktidar hırsı tek taraflı değil şüphesiz. Hem Ak Parti'nin iktidarını kaybetme korkusu hem de Kandil’in Kürt siyaseti üzerindeki vesayetinden doğan iktidarını kaybetme korkusuyla beslendiğini belirtmek gerek. Buna İmralı ile Kandil arasında pek dillendirilmeyen iktidar çatışmasını eklemek de gerekebilir. Hal böyle olunca hem HDP kongresi hem de partinin hayatiyeti, şimdiye kadar sahip olduğundan daha büyük önem kazanır. Türkiye, devleti ve halklarıyla ortaklaşarak hâlâ çözümün kendi inisiyatifinde gerçekleşmesi yönünde irade ortaya koyacaksa tabii.
Ki coğrafya kaderse, Kürtlerin ve Türklerin kaderinin birlikte yazıldığı hatırdan çıkmamalı, yan yana veya iç içe ama her hal ü kârda birlikte yürünecek yolun barışla mı çatışmayla mı süreceğine dair kararın verileceği gün yaklaşıyor. Mattis’in sözünden çıkan sonuç böyle. Mesele kararı kimin vereceği. Bu ülkede Türkler ve Kürtler “geleceğimizi biz belirleriz” diyecekse, konuşmalı. Feminist slogana atfen “benim topraklarım, benim kararım” diyebilme niyet ve cesareti olanlar, siyaset zemininde buluşup, konuşmalı.
HDP kongresini bu açıdan bir kere daha düşünüp önceki yorumları gözden geçirip yeniden yazmanın yararı açık. Mesela Yıldıray Oğur’un ilgili yazısını sonlandırdığı cümleleri ele alalım: “Bir taraftan tutuklamalarla, bir taraftan PKK eliyle zayıflatılan HDP’nin bundan sonra ne olacağının cevabı ise meçhul. Halkların demokratik partisi olmadığı ise açık...” İlk cümlenin doğruluğu, ikinci cümlenin değiştirilmesini gerektiriyor. Örgütün silahlı vesayetinden kurtulması için halkın, seçmenin desteğinin artması ihtiyacı açık, bence. Tutuklamalar ve kesinleşen yargı kararlarıyla tırpanlaşına da aynı gerekçeyle halk, demokratik yöntemlerle karşı çıkmalı.
Hukuk araçsallaştırılarak, Almanya ile siyasi sorunların çözümü için bir nevi rehin alınan Deniz Yücel’in, başbakanın sözüyle serbest kalışı, sevindirici. Bir hak ihlalinin sonlanması açısından sevindirici. Hukuki mekanizmaların, siyasetin enstrümanları olarak kullanıldığının itirafı olması açısından ise utanç verici. Hem bir yıldır suçlama yöneltilmeksizin tutuklu kalmasının vatandaş olarak bize yüklediği utancı ve öfkeyi hem de hak ihlalinin siyasi tercih oluşunun itirafından doğan utancı yaşıyoruz. Ama öğreniyoruz da. Güçlü itirazlarla diğer hak ihlallerine son verme ihtimali açısından yol gösterici. OHAL şartlarında ne kadar mümkünse o kadar yüksek itirazla Kürt siyasetinin hem silahın vesayetinden hem siyasi araca dönüşmüş yargının hışmından kurtulması halkın tercihine bağlı.
Bu ülkenin iç barışını, kaderini uluslararası mekanizmaların oyuncağı olmaktan korumak isteyenler ilkin HDP’yi pamuklara sarıp korusalar yeridir. Kongrede seçilen adayların kimliğinden ve adaylıklarının nasıl belirlendiğinde de bağımsız olarak HDP’nin güçlenerek yola devamı, demokrasinin güçlenmesi ve demokratik çözüm ihtimalinin yükselmesi anlamına gelecek. Kandil, HDP’yi “çözümün öznesi” pozisyonunda görmekten hoşlanmadığı için Demirtaş’ın üstünü çizdiyse, iktidar aylar sonra ve ancak aday olmadığını ilan ettikten sonra duruşmalara getirmişse evet bu durum Demirtaş’ın gücünü gösterir. Ancak kişilere, toplumsal sorunlardan daha fazla değer atfeden “lider siyaseti” yerine demokratik yöntemleri önceleyen politik akıl parti yönetimine hakim olursa, Selahattin Demirtaş’ı siyasetten alıkoyarak HDP’yi zayıflatma hamleleri boşa çıkarılabilir. Dolayısıyla barışı konuşabilme ve kurabilme ihtimali de yaşamış olur.