Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, durduk yere ortaya bir şey atmaz biliyorsunuz. Şimdi de meslek odalarının seçimlerine taktı. Belli ki, “okumuş etmiş” insanların aklı başında muhalif sesi Erdoğan’ın canına tak etti ve “bunların da sesini kesme vakti geldi artık” deyip “Baroların seçim sisteminde değişiklik yapılacağına” ilişkin açıklamasıyla tipik ortamı ısıtma harekatına girişti. Ama o ortamlar artık ısınmıyor. Artık hepimiz gidişatları su gibi ezberledik çünkü. Ortam buz gibi.
Bunun üzerine TMMOB ortak bir açıklama yaparak “Demokratik yollarla ele geçirilemeyen özerk demokratik mesleki yapılar, seçim yöntemlerine müdahale ve diğer yollarla bertaraf edip işlevsizleştirmek ve tasfiye etmek istenmektedir. Demokrasiye ve meslek odalarının seçimlerine gösterilen tahammülsüzlüğe bir son verilmelidir” dedi.
Ardından 50 Baro (ki toplam avukat sayısının tamamına yakını demek bu) ortak bir açıklama yayınladı ve "Demokratik bir süreç işletilmeden ve özellikle avukatlara ve barolara görüş ve fikirleri sorulmadan, gizli kapılar ardında yürütülen tartışmalarla baroların bu yetkisinin budanacağı, kanunda yer alan 'işlerlik kazandırmak' kısmının çıkarılıp başka bir maddeyle baroların dava açma hakkının tamamen elinden alınacağı anlaşılmaktadır. Bu çok tehlikeli yaklaşımın, söz konusu değişikliğin esas emellerinden birinin yurttaşların hak ve özgürlüklerinin barolar tarafından korunmasının önüne geçmek olduğu aşikardır” dedi. Baroların yapısını değiştirmeye yönelik bu girişimin bir FETÖ projesi olduğunu da ekledi.
Avukatların neredeyse tamamı tarafından başkan olarak kabul edilmeyen, fakat kendisi başkan sıfatıyla iktidarla sürekli “çok yoğun görüşmeler” yapan Metin Feyzioğlu, yine çok yoğun görüşmeler ve istişareler akabinde “çalışmanın amacının baroları zayıflatmak olmadığı, altı çizilerek görüştüğüm her sayın milletvekili, bakanlık yetkilisi ve her düzeyde devlet yetkilisi tarafından ifade edilmiştir. Yani baroları zayıflatmak amacı vardır diye gündeme getirilen sözlere itibar etmeyiniz denmektedir” dedi, adeta içimize sular serpti!
Feyzioğlu böyle dedi de; Çanakkale milletvekili, AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan şöyle bir tweet attı: “2002’den beri üyesi olduğum İstanbul Barosu’nun Sayın Başkanı, kayıtlı 42 bin avukatın 26 bininin oy kullandığı genel kurulda sadece 8 bin oy alarak başkan oldu ama tüm avukatlar adına racon kesiyor! Muhalif tek temsil yok. #SavunmaÖzgürlüktür diyorsak tüm avukatların temsiline evet demeliyiz beyefendi!”
Böylesi seviyesiz bir dil kullanmayı hangi “büyüklerinden” öğrendiler bilemiyoruz tabi, fakat racon kestiğini iddia ettiği “beyefendi” tanıdığımız en nazik dile ve duruşa sahip insanlardan biridir. Bülent Bey, Sayın Durakoğlu’nun 8 bin avukatın temsili olduğunu iddia etse de şunu bilmiyor; Barolarda avukatların görüşleri arasında derin uçurumlar yoktur. Hemen hepsi Anayasaya ve demokratik ilkelere bağlı, bağımsız yargıya inanan özgürlükçü ve eşitlikçi kimselerdir. 2018 İstanbul Barosu seçimlerinde, Bülent Bey’in mensubu olduğu iktidar partisine yakın görüşüyle bilinen tek aday vardı. Kendisi 2 bin 407 oy aldı. Ne yapalım? 42 bin üyeli baroda 2 bin oy almış adayınız için ayrı bir baro mu kuralım? Bu mudur aşırı çoğulcu parlak öneriniz? Durakoğlu’na oy vermeyenler de halihazırda kendilerinin Durakoğlu tarafından temsil edildiğini kabul etmekteler. Bülent Bey’e ne oluyor acaba? Zira, kendisi açıkça beyan etmiş tweetinin devamında “Üstelik 9 yıldır resmi olarak avukatlık yapamadığım halde zorunlu aidat ödüyorum” deyip gülücük koymuş sonuna da. Avukatlık bile yapmayan iktidar partisi mensubu gelmiş, avukatların meslek birliği hakkında çok affedersiniz “racon kesiyor”! Kabul edilir bir şey değil elbette.
Kaldı ki; Bülent Bey’e sorarız; bütün muhaliflerin sesinin kesilmeye çalışıldığı, yalnızca işini yaparak gerçekleri halkın yüzüne tutanların, gazetecilerin, avukatların, aydınların içeride tutulup tetikçilerin salındığı, istismarcıların ‘halka rağmen’ salınmak istendiği, bazı “prenslerin” ve 50 kişiyi öldürecek olanların korunup da dokunulmazlığı olan muhalif milletvekillerine ve herkese soruşturma açıldığı ve her gün yazdığımız/bağırdığımız sayısız haksızlığın var olduğu bu düzende esas racon kesen kimdir? Bağımsız yargıyı tek kişiden ibaret siyasete bağlamaya çalışanlar ve koca TBMM’nin çoğulcu sesini kesmek için sistem değiştirenler ve hatta 50+1 alamayacaklarını bildikleri için değişik sistemi tekrar değiştirmeye çalışanlar çoğulcu temsiliyet aşıkları mıdır?
Aklımızla oynamayın. Yalan algılarınız, yaptığınız yanlışları bize tutmaya çalışan sahte aynalarınız bize sökmez. Gidin “Uzaya 4 şeritli yol yapacağız desek inanacak seçmenimiz var!” dediğiniz kişileri kandırın. Bu kendi kendini yalanlayan çoğulculuk iddialarınız, büyük resimdeki muhalif sesleri kesme ve çoğulcu temsiliyeti yok etme çabanızdır.
Hoş, onları kandırsanız ne olur? En azından aktif bir baro üyesi olarak söyleyebilirim ki, barolar hakkında yalnızca baro üyeleri yani avukatlar karar verir. Savunma da yargı da bağımsızdır. Bu girişimler, zaten bağımlı hale getirmek için türlü taklalar attığınız yargıyı, “sesi çok çıkan” savunmayı saf dışı bırakarak daha da kendimize bağlayacağız projenizin açık beyanatıdır.
İzin vermeyeceğiz.
Primo Levi’nin şu sözünün tam da yeridir: “Bizler köleyiz. Her hakkımız elimizden alındı. Tek bir hakkımız var; razı olmamak”. İşte buradaki “razı olmamak” direniş demektir ve direnişin temelinde savunma vardır. Savunma karşı sestir. Bu sesi kesme girişimi kendiliğinden bağımsız yargı mekanizmasını çökertir (İstediğiniz buysa onu tartışalım). Doğal olarak, Anayasanın değişmez maddelerine kafa tutmuş olursunuz. Gerçi bu, iktidar tarafından her gün kerelerce yapılıyor ve bu yapılanlar cezalandırılmasın diye yargıya müdahale ediliyor. Son derece net bir kısır döngü.
Olmaz. Meslek birliklerinden çıkan yüksek muhalif sesi seçim sistemlerini değiştirerek, böl-parçala yöntemiyle birlikleri dağıtarak/alternatif birlikler kurarak kesemezsiniz. Ses daha çok yükselir. Bu girişim iktidarın bekasını sağlamayacağı gibi hızla yaklaşmakta olan sonlarını daha da hızlandırır.