Dünya futbolunda, özellikle de oyun pratiğinde, son yirmi yılda muhteşem değişimler yaşandı. Bütün oyuncuların atletik özellikleri olağanüstü gelişti ve bu gelişme öncelikle ‘’yetenek gerektirmeyen işlere’’ odaklandı. Oyuncular ve takımlar yetenek gerektirmeyen işlerde kusursuz hale gelince, çok yetenekli takımlar ya da oyuncular bile, bir tür zorunluluktan, yetenek gerektirmeyen işlerin değerini idrak etmeye başladılar. Çünkü artan atletizm, topun kapılma ihtimalini artırdı. Topun kapılma ihtimali artınca, kapılan topu tekrar geri almanın değeri çok artı. Takımların akışkan ve baskılı oyun oynama kriteri, kaptırılan topun geri alınma süresine bağlandı.
Bu gelişmeler duygusal oyunları rafa kaldırdı. Doğaçlama oyunları da ölümcül listeye soktu. En başarılı takımlar duygusallık ve doğaçlamayı, oyun planının bir parçası haline getirenler oldu. Liverpool, Manchester City gibi takımların büyük sırrı aslında bu gelişmeleri fark edip kendilerini ona göre yeniden organize etmek oldu.
Türkiye’de savunmanın değeri hâlâ anlaşılabilmiş değil. Özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray hâlâ inadına duygusal ve doğaçlama oyunu hayal etmeye devam ediyor. Anadolu takımları, kısmen kimi yetersizliklerden ötürü, kendilerini bu sürece adapte etmeye çalışıyor. İleriki yıllarda bu büyük fark Türkiye futboluna da yansıyacaktır.
Şenol Güneş, Fransa maçıyla başlayan bu anlayışı, bir strateji değil de taktik plan olarak algıladığı için, Avrupa Uluslar Kupası'nda, zikzaklar çizerek, başarısız bir performansa imza attı. Ama son iki maçta, sanki, savunma algısı, oyun taktiği olmaktan çıkmış, oyunun omurgalı bir stratejisi haline dönüşmüş gibi bir izlenim bırakıyor. İzlenim diyorum çünkü Güneş, kurguladığı oyunların bilgisini paylaşmakta çok ketum davranıyor. Bu duruş, sanki her zaman fikir değiştirmenin avantajı gibi duruyor.
Norveç maçında savunma ve hücum arasında çok doğru bir denge kurulmuştu. Hatta özellikle savunmadan hücuma geçişler de sanki yapılar oluşturulmuş ve dar alan geçişleri bu yapılar aracılığıyla kotarılıyormuş gibi durdu. Topun döngüsüne en az dört oyuncunun eşlik etmesi, topu Norveç’e kaptırmamanın garantisi oldu. Aynı pozisyonun içine dört oyuncu sokmak ve geride eksik kalmamak, kelimenin tam anlamıyla dengeli bir oyuna işaret eder.
Bu oyun anlayışı, Haaland ve Sörloth gibi iki değerli oyuncuyu niteliksizleştirdi. Çünkü, defans her seferinde oyun alanını daraltı. Önde dört kişiyle akışkan bir oyun tecrübe edilirken, geride, savunmacılar da mesafeyi çok doğru ayarlamayı becerebildi. Sırf bu dar alan oyunu sayesinde, top kaptırıldığında, bir tehlikeye dönüşmeden, Haaland ve Sörloth topla buluşma imkânı bulmadan, Norveç’in her atağı sönümleniyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Norveç teknik direktörü Solbakken de bu ikiliyi etkisizleştirmek için her şeyi yaptı. Haaland ve Sörloth'u sergideki en gösterişli karpuz gibi, sadece standında tutmaya devam etti. Çok belliydi ki Solbakken’in kafası karışıktı ve bunun bedelini kendi takımına ödetti.