Saygın'dan kadın öyküleri: Zamansız Mevsimler

Reyhan Saygın'ın ilk romanı Zamansız Mevsimler Ayizi Yayınevi ile okurlarla buluştu. Zamansız Mevsimler yanı başımızdaki kadınların her hallerini anlatan hikâyelerinden oluşuyor.

Abone ol

Reyhan Saygın

Gecenin sonunda nasıl olsa sabahın olacağını bilmek değiştirir mi gece ayazının keskinliğini? Ya sabah olmadan son nefesini tüketirsen ısıtmak için avucunun içini? Adı kader olan bilinmezliğin koynundan, mevsim yaz olsa da hangi rüzgârın eseceğini kestiremeden yola çıkmakmış hayat, yaşayınca anlarsın.

Sabah olur. Uzakta bir bomba patlar, kısa bir süre önce burada kar yağmadığına üzüldüğün aklına gelir, derin bir kâğıt kesiği gibi sızlar vicdanında bir yer. Sevindiğin şeyleri aklına getirmemeye çalıştığını fark edersin.

Bir sabah uyanırsın, canın zahterli poğaça ister. Zahterin tadını bile hatırlamadığına şaşırırken bu sefer kar yağmadığına sevinirsin. Aklında geceden kalmış bir satır ile “...Benim göğsümde kar, senin dizlerinde, Beyaz tiftikten atkınla öyle yürüdük...” Gülten Akın (Düğün ve Kar).

Zamansız Mevsimler / Reyhan Saygın / Ayizi Yayınevi

Bir yerde bir başka bomba patlar. Ciğerinin bir parçası kopar “Ahhh” derken, ateşin düştüğü o uzakları bilemeden. Hayal kurmaya devam edersin, istemeden gelen o tatil reklamları karşısında, masmavi sulara bakarken, sanki güneş kamaştırmış gibi kaparsın gözlerini. Yılda bir kere bir hafta, olsun değer dersin, iki üç defa üst üste. İkna olursun.

Uzaklar yakın olur, insanlar kaçışır sokaklarda. Olanlara inanamadan paramparça hayaller dağılır gökyüzüne. Yanından koşarak geçenlere pek bakmazsın aslında ama o genç kızın gözleri tanıdık gelir. Devam edebilmek için kaldığın yerden sen de yazarsın hep yaptığın gibi, o gözleri, kısık sesini ve adımlarını.

Yeni bir sabah daha olur, aslında sen olmasan da olur. Ama olmak istersin, yine kelimelerini toplarsın etraftan, yepyeni kılıklara sokar, hiç bilmediğin istasyonlarda vedalaşırsın. Ne sonsuz bir çile diye düşünürken posta kutuna bir ses düşer, beklediğin yerden.

"OKUDUK, SEVDİK..."

Bir daha okursun, ne de olsa insan yanılır. Bir de ayakta okursun. Hayallerinde attığın ters taklalardaki gibi yüreğin ağzına gelir. Üç cesur kadının kurduğu yayınevi romanını basacaktır. Bir yaz meltemi sıvazlar sırtını. 35 yıl sonra gerçekleşen, 12 yaşındaki bir çocuğun hayalleridir, kimse bilmez. Zaman nasıl geçmiştir, nasıl geçecektir...

Bombalar patlayacaktır, kimse istemez o yollara gitmeni. Kar yağmış yağmamış umurunda olmaz, nasıl olsa koşa koşa gideceksin sanki biraz gecikirsen elinden kayıp gidecek her şey gibi. Kapıyı daha önce tanışmadığın ama aslında hep tanıdığın biri açar; Aksu Bora. Elinde, küçük bir kızın bir şey söyleyecek gibi baktığı kitabınla. Öylece bakar kitaptan, göz göze gelirsin. Tanıdıktır. Alıp sarılmak istersin, utanırsın yaşından.

Elinin arasında, mis gibi saman kâğıttan bir kalp hızlı hızlı atmaktadır, seninki gibi. İlk imzanı atarsın oracıkta, ne yazacağını nereye imzalayacağını bilemeden. Sonra sarılırsın Aksu Bora’ya ve İlknur Üstün’e, utanmazsın, onlar anlarlar.

Annenin “gitme oralara” dediği Tunalı’nın köşesinden, elinde sımsıkı tuttuğun romanınla koşar adım geçersin, o gencecik polislerin yanından. Onların anneleri de “gitme oralara çocuğum” demiş midir diye düşünmeyi istemezsin. Güvercinler havalanırken yüreğinden, şakaklarından ılık bir ter akar. Kar yağar, farketmezsin.

Aslında hayatımızın her mevsiminin zamansız olduğunu, devam edebilmek için “zamanlı” gibi yaşadığımızı fark etmezsin Kuğulu Parktan geçerken. Ardında Deniz, Leyla ve Aslı bir hikâyede yaşamaya devam ederler, zamansız mevsimlerin sayfalarında. Başka bir yerde, başka bir yürekte ateşler hep yanarken, bir kitapçının rafından küçük bir kız bakar. Göz göze geldiğinde belki tanıdık gelir o hayat.