Sayım

İnsan onuru, adalet, açlık, direnişten bir tuzluk oyunu mu hazırlamalı? Kaç kere kaçı seçsen, çıkan ruhuna denktir, ona mı bakmalı? Kolu ‘Hayata Dönüş’ operasyonunda dozer darbesiyle kopartılmış Veli Saçılık’ın üzerine yağmur gibi yağdırılan plastik mermilerin çetelesini mi tutalım? Rakamlar aciz “Bizi açlıkla terbiye edemezsiniz. Biz aç olarak mevsimler boyu yaşarız. Siz onursuzluğunuzla yaşayın” diyen bir insanın karşısında.

Karin Karakaşlı yazar@gazeteduvar.com.tr

Çocukken bir dili konuşmanın ilk aşamalarındandır nedense sayıları saymak. Önce birden ona kadar, sonra yüze, bine diye uzar gider liste. Oysa sayımın kendisinde pek de özenilecek bir şey yok büyüklerin dünyasında. Sayım nereden baksan askeri nizam işidir. Ya da işte hani coğrafya kadermiş ya, bizde böyle.

Darbe dönemlerinde er mahkûm uygulamasıyla sayım vermediği için az mı işkenceye uğradı siyasi tutuklular. Daha acısı, bugün de onlara reva görülen muamele daha farklı değil. Saydığımız şeyler fena.

Açlık grevindeki insanın geçirdiği günü saymanın karşılığı rakamdan çok fazlası. Animasyona dökülse, her rakamın altında ezilen milyonlar olmalıyız. Bu kadar var mıyız ezilen ve isyan eden, o da başka bir kahredici istatistik konusu.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, açlık grevinin 90'ıncı gününe gelmiş. Kemal Gün, oğlunun kemiklerine kavuşsun diye 90 gün açlıkla direnmiş, neden sonra kargoyla postaya verilen kemikler eline ulaştığında “Mutluyum” demişti. O harflerin de her biri rakam gibi karşımda. Kafamda patlayan.

Gülmen ve Özakça’nın “tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri” gibi veciz bir gerekçeyle hapse konuldukları günden bu yana Semih Özakça’nın eşi, yoldaşı Esra Özakça ve annesi Sultan Özakça da iki haftayı aşkın süredir açlık grevinde. O günden beri Ankara Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı polis bariyerleriyle kapalı. O günden beri Esra Özakça, annesi Sultan Özakça, yine KHK ile ihraç edilen sosyolog Veli Saçılık ve öğretmen Acun Karadağ coplu, gazlı, plastik mermili, işkenceli polis şiddetine inat seslerini duyurmaya çalışıyor.

“Daha önce hiç gözaltına alınmamıştım. 11 Mart’tan beri gözaltına alınıyorum. Kaç kere gözaltına alındığımı saymadım” diyor Esra Özakça. Saymayı böyle bırakıyorsun işte. “Saldırılar devam ediyor. Saldırılara karşı suç duyurularımız sonuçsuz. Gazetelerin yalan haberlerine dair ‘ifade özgürlüğü’dür dediler. Bizim dediğimiz her şey ‘terör örgütü propagandası’na girerken yandaş medyanın dedikleri ‘ifade özgürlüğü’ne giriyor.” Barış terörizmle eş anlamı tutulalı beri, böyle bu durum.

Şöyle devam ediyor söze Bianet’te Beyza Kural’a verdiği röportajda Esra Özakça: “Üç aydır açlar. Adalet arayışı içindeler. ‘İki kişiyi kapatıp bilinçlerini kaybettiklerinde zorla müdahale ederiz’ diye bir düşünce varsa, o baştan kaybetmiş bir düşüncedir. İki kişiye haklarını vermek bu kadar mı zor?” O iki kişi simgesel olarak yüzbinlerin sesine dönüşmüşken, yeterli çoğunluk kabul ediliyorlar iktidar nezdinde besbelli.

BAŞKA TÜR BİR TESPİH

Ne etmeli? İnsan onuru, adalet, açlık, direnişten bir tuzluk oyunu mu hazırlamalı? Kaç kere kaçı seçsen, çıkan ruhuna denktir, ona mı bakmalı? Kolu ‘Hayata Dönüş’ operasyonunda dozer darbesiyle kopartılmış Veli Saçılık’ın üzerine yağmur gibi yağdırılan plastik mermilerin çetelesini mi tutalım? Rakamlar aciz “Bizi açlıkla terbiye edemezsiniz. Biz aç olarak mevsimler boyu yaşarız. Siz onursuzluğunuzla yaşayın” diyen bir insanın karşısında.

Başka bir tespih var benim elimde. Yazarak çektiğim. Onu paylaşayım.

TESPİH

Bir- şarkı olsam ha, şöyle içli

İki – sesim çıkmıyor, bulamıyorum nakaratı bile

Yeni bir eve uyanmışım ne güzel, -üç

Dört- unuttun mu nasıl zor bela kıvrıldığını kanepeye

Her kıvrımımla dans etsem –beş, Flamenko mesela

Altı- utançta katılaşmış bedeninle … çok çok geç

Yedi- başka bir dil konuşsaydım olmaz mı?

İyi de her dil aynı bene çıkarken

–sekiz, nasıl unutursun hatırladığını

Dokuz -toprak bir çömlek şekillense avuçlarımda

Unuttun düşeni on- kırılanı avuçlarında pat diye

On bir- yürüsem kumsalda, tasaları bir kalem es geç

Sonra yine on iki- bir çağrışım öldüresiye

On üç- hiçbir şey uğursuz değil özünde

Cehennem hep insan eliyle -on dört- kıydığında birbirine

On beş- kim bilir tanımadığım ne canlar var sevilesi

On altı- miadı dolan eski dostları ne etmeli

On yedi- çıkılacak yollar var, basbayağı macera

Ne çok yanıldın – on sekiz- kaçak yol arkadaşlarında

On dokuz- başlamak nasıl taze bir nefes

Her başlangıç yirmi- bir bitiş itirafı değil mi, söylesene

Yirmi bir – sabah yüze çarptığım su var, bana bakan o muzip çehre

Göz altımda yorgun halkalar… yirmi iki- çok bitimsiz gece

Yirmi üç– kuşların cıvıltısı var, dalları karartıdan yeşil kılan ilk ışık

İyi de karnını tutmuşsun iki büklüm- yirmi dört- kalkmak nasıl da güç

Yirmi beş – küçük bir fular kadar bahaneliktir mutluluk

Bazen sıkasın geliyor yirmi altı- boynundaki kemendi

Yirmi yedi- hele de savurdun mu saçlarını kim tutar seni

Nasıl da şekilsiz şimalsiz her telin-yirmi sekiz

Yirmi dokuz- seviyorum mucizeleri, eşzaman sahnelerini

Küçük oyunlarıyla geliyorlar otuz-anlamazmışım gibi

Otuz bir- saçlarımı savurup gülüyorum sıkça

Otuz iki- yoruldum ummaktan, kendimin tehlikesi olmaktan

hâlâ umut var demektir, -otuz üç- sokak arasından pat diye

karşıma çıkan denize kalbim çarptıkça

Kalbim öfkeyle inatla umutla çarpıyor. Dakikada kaç keresi normal, onu da saymıyorum. Norm olan hiçbir şeyi gözüm görmediği için artık. Yetti artık’ın sonrasında saymaya devam etmelik rakam yok hiçbir dilde.

Tüm yazılarını göster