Yakınlarda Duvar Forum’a iki yazı yazmıştım, biri 8 Mart’ta Çin’de ve Türkiye’deki feminist hareketi karşılaştırıyordu, diğeri iki ülkenin üniversiteye giriş sınavlarını ve sınava odaklanmış eğitim sistemlerini. Yazılar uzundu ve aralarına uzun aralıklar girmişti; Çin’e ya da Asya’nın diğer coğrafyalarına bakarak Türkiye’yi anlama çabasına bugünden itibaren kısa aralıklarla, düzenli ve daha kısa notlarla, köşe yazısı formatında devam edeceğim. Tekrar merhaba!
Bir coğrafyayı, bir toplumu anlama çabası açıktan ya da gizli, hatta çoğu zaman bilinçsiz bir karşılaştırmayı içerir hep. Ya, aşina olduğumuz diğer örneklerle karşılaştırırız, ya kitaplarda okuduğumuz ‘doğru’larla. Çin, bize dünyanın öbür ucu gibi gelse de aslında sadece Asya’nın öbür ucu. Türkiye ve Çin diğer Asya ülkeleriyle belli toplumsal kabuller ve pratiklerde ortaklaşıyor. Asya’nın çoğunlukla az nüfuslu ülkelerine kıyasla Çin ve Türkiye’nin tarihsel olarak güçlü devlet geleneğinden gelme gibi bir ortaklığı da var ki günümüzde devlet-toplum ilişkilerini daha da karşılaştırılabilir kılıyor. Günümüzde nüfus, coğrafi büyüklük, iktisadi ve askeri önem anlamında iki ülke arasında sayısal olarak büyük orantısızlık olsa da bölgesel ölçekte karşılaştırmanın anlamlı olacağı anlar yaşatıyor bize.
*
Bahar ve yaz aylarında Asya’nın iki ucunda yerel siyaset gündeme oturdu. Türkiye’de yerel seçim kampanyaları, tekrarlanan seçimler ve seçim sonrası yeni yerel liderlerin karneleri gündemimizi meşgul etmekte. Çin’de köyler hariç doğrudan seçim yok, sadece atanmış vali ve kaymakamlar (ve tabi onlara eşlik eden parti komiserleri) var ama yerel siyaset Türkiye’den çok daha ‘yerel’. Kasaba ve kentlerin ileri gelenleri – iş sahipleri- ve gelmeyenleri – işçiler, emekliler, öğrenciler, göçmen işçiler- yerel hükümetin politika yapım süreçlerine bir yerinden dahil oluyor. Gönül istiyor ki daha çok karar alma süreçlerine dahil olunsun –ki bunu için mekanizmalar var-, ama kararlara katılamayan kent sakinleri uygulamayı beğenmedikleri anda bunu belediyenin sayfalarında, Pekin’e şikayet dilekçelerinde ya da sokaklara çıkarak belli ediyorlar. Çin’de devletten memnuniyet anketlerinde merkezi hükümetin meşruiyetini yüksek çıkarken yerel hükümetlerinki düşük çıkıyor hep. Bunun nedeni bir yandan yerel hükümetlerin hızlı büyümeyi sağlayacağım derken yolsuzluktan refah devleti hizmetlerini kısmaya kadar giden davranışları. Ama öte yandan, insanların muhatap oldukları devlet olarak belediyeleri gördüklerini ve ciddiye aldıklarını gösteriyor. Türkiye’nin fazlasıyla merkeziyetçi yapısına kıyasla, Çin neredeyse fiilen federal sayılabilecek bir adem-i merkeziyetçilik gösteriyor.
*
Türkiye’de Mart 2019 yerel seçimleri yaklaşırken, dört yıl önce, yine bir Mart ayında yapılmış olan yerel seçimler öncesinde, o zaman hala önemli bir toplumsal aktör olan Gezi forumlarının düzenledikleri yerel seçim forumun notlarını okudum tekrar, nereden nereye gelmişiz görmek için. Neler konuşulmamış ki.. Taleplere bakalım öncelikle: sivil inisiyatiflerin desteklenmesi, 24 saat güvenli toplu ulaşım, yalnızca kent merkezine değil farklı güzergahları da içerecek ulaşım hatları, AVM olmayan yani herkese açık, kolay ulaşılabilen, kapısından tereddütsüz girilebilen, güvenli, temiz ve işlevsel toplumsal alanlar, yerel liderlerin finansal şeffaflığı, kentlerin doğayla uyumlu hale getirilmesi, örneğin Ankara’nın derelerinin rehabilite edilmesi, yaya ve bisikletli yolları, engelliler için (ağaçlara toslayan sarı kaygan tırtıklı yollar dışında) çözümler…
Ama bana en çok dokunan kendimizi yerel seçimlerle kısıtlamayalım, başka türlü bir siyaset mümkün denmiş olması oldu.
Mart 2014 seçimlerinden sonra neler olmadı ki. Seçimlerdeki yenilgi yerelde, yerele dair başka bir siyaset mümkün diye forumları umutsuzluğa sürükledi. 7 Haziran seçimlerinden sonra ülke genelindeki umutsuzluk ise son darbeyi vurdu.
Forumlar dağıldı ama forumdaşlar kaldı. Herkes bir başka işin ucundan tutmaya çalıştı. Kimisi partisine, sendikasına, meslek örgütüne geri gitti, emek ve demokrasi güçlerinde buluşuldu. Ama bunlar yerel değildi. Yereli yeniden kurmak için Demokrasi İçin Birlik gibi yine aşağıdan örgütlenen, yatay, katılımcı ağlar düşünüldü. Baskılar arttıkça kentli orta sınıflar sokaklardan mahallelere, oradan kolektif mutfaklarda tanıdığı güvendiği insanlarla ortaklaşmaya sığındı. Yeniden siyasi bir özne oluncaya kadar var olan ağları korumak olarak görülebilecek bu çabalar bile zamanla sönümlendi.
Çin’de de kent yaşamında benzer bir sönümlenme yaşanmakta. 80’lerden itibaren, Tiananmen sonrası birkaç yıl hariç, hep hareketli bir düşünsel cemiyeti olan büyük kentler abluka altında. 80’lerde toplumsal gündemlerin tartışıldığı, siyasa önerilerinin yapıldığı Demokrasi Duvarı adı verilen ilan tahtalarının yerini 90’larda çevrimici forumlar, 2000’lerde sosyal medya aldı. Katılım arttı ama beraberinde sansür de. 2010’lara kadar gelen tartışma salonları, fikir kulüpleri geleneği Türkiye’deki kamusaldan özele çekilmeye benzer şekilde, kısmen anonimliğin sağlanabildiği dijital mecralara kayarak sönümlendi. 2000’lerde genç öğrenciler olarak beraber panellere, yuvarlak masa toplantılarını dinlemeye gittiğimiz arkadaşlarım 2010’ların başında genç beyaz yakalı çalışanlar olarak beni, örneğin, İnsan Kütüphanesi adını verdikleri, yukarıda bahsettiğim kolektif mutfak çabasına benzer, kentli orta sınıf gençlerin sadece tanıdıklarının olmasının getirdiği güvenceyle toplumsallaştıkları girişimlere davet ettiler. Bu girişimler de çok uzun sürmedi. Şimdi aynı insanlar iş dışı zamanlarında mesaili işlerini bırakabilecekleri startup projeleri üzerinde çalışıyor.
*
Gezi ve sonrasının en popular kavramı olan kent hakkı, aslında kentlilerin haklarına Türkiye’den çok daha fazla sahip çıktıkları Çin’de bir söylem olarak hiç tutmadı. Oysa her iki ülkede de, neoliberal finansallaşma kentler üzerinden sağlanmıştı. Gayrimenkulun yatırım aracı olmasıyla inşaat sektörüne dayalı iktisadi büyüme yavaşladıkça eski mahallelerin soylulaştırılması, gecekondu mahallelerinin dönüştürülmesi ve kent çeperindeki tarımsal arazinin imara açılması, sermayeyi döndürecek otobanlar, stadyumlar gibi mega projeler ve olimpiyatlar gibi mega etkinlikler her iki tarafta da gözlemlediğimiz gelişmeler. Bu hamlelerin toplumsal sonucu olarak da yoksul grupların yerlerinden edilerek geçim kaynaklarından uzaklaştırılması, köyden göçenlerin kentte yaşayacak imkanlara sahip olamamasından dolayı toplumsal hareketliliğin durması, genç beyaz yakalı güvencesiz istihdamı görüldü. Yani, iki ülkenin yeni kentli yoksulları birbirini yakından tanıyor aslında...
Kentli yoksullar ve gençler Türkiye’de Gezi’yi başlattı, Çin’de ülke sathında bu ölçekte bir başkaldırı olmadı ama çevre, eğitim, işçi hakları konularında kentlerde durmaksızın sokak protestoları oluyor. Bu protestoların birbiriyle ilişkilenmediği için tam bir toplumsal hareket sayılamayacağı görüşü de varsa da, bu yerellik tam da yerelden başlayan, yereli dönüştüren bir siyaseti mümkün kılıyor Çin’de.
Kent hakkı kavramının anti-kapitalist, müşterekleşmeye önem veren duruşu, “Çin tarzı sosyalizm” içinde gayrimenkul mülk edinme hakkını elde etmeye çalışan Çinlileri cezbetmedi. Buna rağmen kent hakkı kavramının içerdiği toplumsal, iktisadi haklar ve karar alma süreçlerine katılma hakkı Çin kentlerinde ve kasabalarında görece daha yüksek sesle savunulur durumda. Bunlar iki toplumsal sınıfın sayesinde oldu: Biri, yeni yeni mülk edinmeye başlayan ve “Benim Arkabahçemde Olmaz!” tarzı mülkünü ve hizmete erişim hakkını koruma odaklı mücadeleler veren orta sınıflar. Diğeri, adı konmasa da pratikte neoliberal devlet kapitalizmi (mümkün mü? evet, mümkün) şartlarında haksızlığa uğrayan, kalkınmanın getirdiği olanaklardan yararlanamayan köyden kente göçenler. Bu göçmen işçiler kentliler tarafından yerli kabul edilmese de yerelin onurunu kurtardı. Eğitim ve sağlık hakkı için göçmenlerin mücadelesi bu hizmetleri herkes için erişilebilir kıldı. Yerli işçilerin üye olduğu sendikalar değil, göçmen işçilerin kurduğu işçi komiteleri fiili grevlerle tüm işçiler için toplu sözleşme için işverenleri ve yerel hükümetleri masaya oturttu.
*
Yerel/merkezi hükümetlerin yükselen protestolara ödün olarak başlattığı istimlak bedeli uygulaması barınma hakkı aktivizmini bir süreliğine de olsa yatıştırdı ama geçtiğimiz ay Çin’in önemli bir sanayi kentinde çıkan çevreci protestolar zamanında gelişmiş olan toplumsal ağların ve hak savunuculuğu yöntemlerinin hazırda beklediğini gösterdi, halihazırda Hong Kong’daki protestolarla uğraşmakta olan Pekin hükümetine. Ankara’da Ayrancı’nın kentsel dönüşümü sırasında yıkılan tarihi bahçelerini tamamen yok olmadan kayıt altına almak ve farkındalık yaratmak için bir araya geldiğimiz Ayrancı’nın Bahçeleri inisiyatifi 15 Temmuz’un şokuyla başlamadan dağılmıştı ama yapamadık ama şimdilerde Ayrancı ahalisi Ayrancı Bostanı’na önayak oluyor gibi görünüyor. Yoksa yerel durmadan yeşeriyor mu?