Son günlerde gündemin en önemli başlığı yolsuzluk iddiaları.
Görünüşe göre bu kez birkaç gün sonra unutacağımız bir sabun köpüğü
gündemle meşgul edilmiyoruz. Tartışma daha yeni başladı ama
gidişata bakılırsa kolay kolay da bitmeyecek. Bir yandan olayın
taraflarından Mine Tozlu Sineren’in Halk TV’de açıklamalarda
bulunması, öte yandan muhalefet partilerinin yaptığı suç duyuruları
ve son olarak yine tartışmanın içindeki isimlerden biri olan Ünsal
Ban’ın yurt dışına kaçmaya çalıştığı iddiasıyla gözaltına alınması
konunun daha uzun zaman gündemimizde kalacağını gösteriyor.
Hepimiz şimdilik olayı tam olarak kavramaya çalıştığımız için, bu
iddiaların potansiyel siyasi sonuçlarının neler olabileceği henüz
irdelenmeye başlanmadı. Olayın polisiye ve yargısal taraflarının
tartışılması işini daha yetkin başka insanlara bırakıp, bu yazıda
söz konusu gelişmelerin seçmen davranışları bağlamında siyaseti
nasıl etkileyebileceği üzerinde durmak istiyorum.
YOLSUZLUĞU ÇOK, YOLSUZLUK SKANDALI AZ
ÜLKE!
Uluslararası Şeffaflık Örgütü 1995 yılından bu yana ülkelerin
yolsuzluk algısının ne seviyede olduğunu gösteren bir raporu her
yıl düzenli olarak açıklıyor. Konunun uzmanlarının görüşleri ve
kamuoyu araştırmaları sonucunda ülkelerdeki yolsuzluk algısının
seviyesi tespit ediliyor ve ülkelere 100 (temiz) ile 0 (yüksek
derecede yolsuz) arasında bir puan veriliyor. Ocak ayında açıklanan
son rapora göre Türkiye 38 puanla 180 ülke arasında 96. sırada;
yani yolsuzluğun çok olduğu düşünülen ülkeler kategorisinde yer
alıyoruz.
Bugüne kadar araştırmacı olarak yürüttüğümüz çalışmalarda zaman
zaman yolsuzluk algısını biz de ölçtük ve son yıllarda seçmenin
yaklaşık yüzde 90’ının ülkede yolsuzluk olduğuna inandığını tespit
ettik.
Dolayısıyla elimizde seçmenlerin büyük bölümünün ülkede yolsuzluk
olduğuna inandıklarına dair güçlü veriler var. Ancak iş bu algının
seçmen davranışları üzerine etkisine gelince, mesele biraz
çetrefilleşiyor.
Normal bir demokraside yolsuzluk algısı ile seçmen davranışları
arasında güçlü bir bağ olduğu düşünülür. Yani bir iktidar döneminde
yaygın bir yolsuzluk yaşandığına inanılırsa, seçmen olumsuz tepki
verir ve söz konusu parti oy kaybeder. Hatta yaygın bir yolsuzluğa
bile gerek kalmadan, tek bir olay bile skandala dönüşür ve
sorumluları siyasi olarak büyük sorun yaşar.
Siyasi tarihimize baktığımızda aynı davranış kuralını bizim
seçmenlerimiz için pek söyleyemiyoruz. Daha açık ifade edecek
olursak bizim seçmenlerimizin, bilhassa da sağcı partileri
destekleyenlerin yolsuzluk duyarlılığı o kadar da yüksek değil.
Yani yolsuzluk bir partinin oy kaybetmesi için tek başına yeterli
olmuyor. Bu nedenle yolsuzluk iddiaları bir skandala dahi
dönüşmüyor. Şu günlerde gündeme gelen iddialar dışında son
yolsuzluk skandalının bundan yaklaşık otuz yıl önce yaşandığını
(İSKİ Skandalı, 1993) düşündüğümüzde, yolsuzluk açısından değil ama
yolsuzluk skandalları açısından fakir bir ülke olduğumuz kolayca
anlaşılacaktır.
Artık siyasal sonuçları açısından yakın siyasi tarihimizdeki bazı
olayları mercek altına alabiliriz.
İSKİ SKANDALI
1989 yılında yapılan yerel seçimlerde o zamanki sosyal demokrat
parti olan SHP, büyük başarı elde etti. Başta İstanbul ve Ankara
olmak üzere toplamda 39 il ve büyükşehir belediyesini kazandı. 1993
yılında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İSKİ’de genel
müdür Ergun Göknel’in esas kahramanı olduğu büyük bir yolsuzluk
olayı ortaya çıktı. Göknel yargılandı ve hapse atıldı. Bir yıl
sonra yapılan yerel seçimler SHP açısından tam bir yıkımdı.
İstanbul, Ankara ve hatta İzmir de dahil 29 belediyeyi kaybetti,
sadece 10 il ve büyükşehir belediyesini kazanabildi.
Sosyal demokrat seçmenler SHP’ye yolsuzluk nedeniyle çok ağır bir
fatura çıkarmışlardı. Bu olay, 1980 sonrası dönemde seçmen
tarafından cezalandırılan tek yolsuzluk vakası olarak siyasi
tarihimize geçti.
17-25 ARALIK OPERASYONLARI
2013 yılı sona ererken ve 2014 yılında yapılacak yerel seçimler
ile ilk kez gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçimine aylar
kala, AK Parti’li dört bakan ve yakınlarına yönelik büyük bir
yolsuzluk operasyonu başlatıldı. Aylar süren bir süreç boyunca
ortalığa çok sayıda dinleme kaydı ve tapesinin yanı sıra
fotoğraflar ve videolar saçıldı. Ancak Hükümet kanadı bu
yaşananları o dönemdeki adıyla “paralel yapı”nın bir darbe girişimi
olarak nitelendirdi. Neticede iktidar bu operasyonları engellemeyi
başardı ve Fetullahçı yapılanmaya karşı çok sayıda soruşturma
başlattı.
O dönemde çok sayıda yorumcu iktidarın bu yaşananlardan çok kötü
etkileneceğini düşünüyordu. Hatta AK Parti’nin oyunun yüzde
otuzların altına indiğini ileri süren araştırmacılar da oldu. Ancak
AK Parti iktidarı bu iddialardan herhangi bir siyasi zarar görmeden
2014 yılındaki iki seçimi de atlattı. Yerel seçimlerde şu ana
kadarki rekorunu kırdı (yüzde 43,5) ve ilk cumhurbaşkanlığı
seçimini de birinci turda kazandı. AK Parti’nin
milliyetçi/muhafazakâr seçmenleri yolsuzluk iddialarının kendi
siyasi tercihlerini etkilemesine izin vermedi.
SEDAT PEKER VİDEOLARI
2021 yılının Mayıs ve Haziran aylarında yurtdışında kaçak
bulunan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne yerleşen Sedat Peker,
sosyal medyada arka arkaya videolar yayınlamaya başladı. Her bir
videoda, iktidarı ağır biçimde itham eden çok sayıda olayı
kamuoyunun bilgisine sundu. Videolara ilgi çok yüksekti ve her biri
milyonlarca kez izlendi. Ancak siyasi sonuçlarına bakıldığında,
aynı etkiyi görmek pek mümkün olmadı. Videoların yayınlandığı aylar
boyunca ve sonrasında AK Parti’nin oylarında anlamlı bir değişiklik
gözlemlenmedi.
Seçmenler, 17-25 Aralık olayında olduğu gibi bu kez de konuyu
yakından takip etmiş, ancak tercihlerini değiştirmemişti.
SONUÇ
Son günlerde çokça konuşulan yolsuzluk iddialarının seçmen
eğilimlerini nasıl etkilediğini dair şimdilik elimizde bir veri
yok. Ancak “Bal tutan parmağını yalar”, “Su akarken testiyi
doldur”, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” gibi özlü sözler üreten bir
siyasal kültürün yolsuzluklara karşı duyarlı olması pek de mümkün
görünmüyor. Hele yaşanan bunca ekonomik zorluğa rağmen hâlâ
partisine sadık kalmaya devam eden seçmenlerin, bu iddialar
nedeniyle partisini değiştirmeye ikna olması daha da düşük bir
olasılık.
Ancak, kendi seçmeni açısından riski minimum olsa bile, bu ve
benzeri olaylar iktidarın hem cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak
hem de yeterli sayıda milletvekili çıkarmak için çok ihtiyaç
duyduğu yeni seçmenleri bulmasını oldukça zorlaştıracaktır. AK
Parti’ye duygusal yakınlık hissetmeyen seçmenleri oy vermeye ikna
etmek bundan sonra artık daha zor ve AK Parti’nin iktidarını
sürdürmesi için oylarını mutlaka artırması gerekiyor.
Tayyip Erdoğan 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı
seçilmesini bir yıl önce yaşanan yolsuzluk skandalına borçluydu.
Bakalım yolsuzluk iddiaları iktidarı kaybetmesinde de etkili olacak
mı?