Sedat Erden: Her kuşağın ayrı bir hikâyesi var
Yazar Sedat Erden'in son romanı 'Bir Yazarın Otopsisi' İzan Yayınları tarafından yayımlandı. Erden, "Her insan gibi her kuşağın da ayrı bir deneyimi, ayrı bir hikâyesi var. Sevabı ve günahı ile bu deneyimlerin gelecek kuşaklara aktarılmasının önemine inanıyorum" dedi.
DUVAR - Sedat Erden kaleme aldığı öyküler ve romanlarla kendine has bir okur kitlesi yaratmış yazarların başında geliyor. Yazdıklarında birçok şehir ve insan manzarasına yer veren Erden'in son romanı 'Bir Yazarın Otopsisi' İzan Yayınları tarafından yayımlandı. Yazdıkları kadar yaşam öyküsü de hayli ilgi çekici olan Erden'in bir kuşağa yakından baktığı ve yer yer otobiyografik ögelere yer verdiği bu romanı aynı zamanda bir tanıklık olarak da okunabilir.
Sedat Erden'le edebiyat yolculuğunu ve yeni çalışmalarını konuştuk.
Yazmaya gençlik yıllarımda öykü ile başladım. O dönemde çiziktirdiklerim Yordam ve Yelken Dergilerinde yayınlandı. Bunlar, soyut, ayağı yere basmayan denemelerdi. Sonra uzun bir dönem kalemi elime almadım. Hayat kavgası, evlilik, çocuklar derken yazmayı unutup gittim. Hartum’a görevli gittiğimde orada yaşadıklarım ve geçirdiğim ağır bir hastalık beni yeniden yazmaya yöneltti. Malarya öyküsü böyle ortaya çıktı. Yeni Delhi, Meksiko, Paris ve Karaçi’de geçirdiğim yıllar öylesine birikim yapmış olmalı ki, öyküler daha sonra art arda geldi. Yani öykü benim ilk göz ağrımdı, yazmaya tekrar dönmem de yine öyküyle oldu. Dile gelince; anlaşılır olmak, yalınlık ama buna özen gösterirken ifade gücünü hep canlı tutmak önceliğimdir. En derin felsefi konuların bile yalın bir dil ile açıklanabileceğine inanıyorum.
'DÜNYAYI GÖRMEK BENDE BİR SAPLANTIYDI'
Edebiyatınıza sirayet eden en önemli meselelerden biri de yollar… Yazdıklarınızda birçok şehir ve insan manzarası görüyoruz. Şehirler ve insanlar edebiyatınızda nasıl yer buluyor?
İlk gençlik yıllarımdan itibaren dünyayı görmek, farklı ülkelerde yaşamak bende bir saplantıydı. İşte bu yüzden teğmen iken ordudan ayrıldım, Avustralya’ya gittim. Ardından bir gemiye tayfa olarak girdim, böylece gemicilik serüvenim başladı. Yurda dönünce bir firmanın temsilcisi olarak Tahran’da yaşama fırsatım oldu. Daha sonra Dışişleri Bakanlığına girerek birçok ülkede görev yaptım. Öykü ve romanlarımı besleyen bir damar olarak ortaya çıktı bu deneyimler.
'KENDİMİ ARŞİVCİ OLARAK GÖRÜYORUM'
Toplumsal meseleler edebiyatınızın ana hatlarından… Toplumcu gerçekçiliği nasıl yorumluyorsunuz?
Toplumcu gerçekçilik daha farklı bir anlam bence, halka siyasal bir bilinç aşılamak, politik bir tutum almak gibi… Ben kendimi daha çok bir arşivci gibi görüyorum; tanık olduğu olayların, ilginç kişiliklerin kaybolup gitmesine içi elvermeyen, onları bir şekilde kaydederek ölümsüzlüğe kavuşturmak isteyen bir yazıcı. Tabii ki, okuyucu bunlarda tarihi, sosyal bazı veriler de bulacaktır; bunları yorumlamak artık onun işi…
Yaklaşık 60 yıla dayanan edebiyat kariyerinizde hayatınızdan kesitler görüyoruz. Önce genç bir teğmendiniz, sonrasında sol yayınlar satan bir kitapçı, ardından bürokrat… Edebiyatla yaşamınızın kesiştiği noktalarda nelere dikkat ediyorsunuz? Bir yazar olarak ‘hikâyeniz’ nerede başlıyor ve nerede bitiyor?
Yaşadıklarımdan yola çıkarak edebi metinler ürettiğim bir gerçek. Ancak burada hayati konu anı ile sanatsal yapıt arasındaki çizgiyi belirleyebilmek. Anılarını yazan biriyle bir sanatçıyı ayıran çizgi tam olarak nedir, doğrusu bilemiyorum. Herkesin ilginç anıları, yaşantısı, hikâyesi mutlaka vardır. Ancak bunları bir sanat eserine dönüştürmek için onlara bir büyü katmak gerekli. Belki de sanatçı bir tür büyücü!
'ÇAĞIMIZIN EN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİ MÜLTECİ SORUNU'
Sürgün, romanınızda Avustralya’daki göçmenleri, yoksulları anlatıyorsunuz. Bugün Türkiye’de ve dünyada gittikçe hızlı bir şekilde yayılan mülteci krizi edebiyatta da kendine yer buluyor. Özellikle Avrupa’da ve Latin Amerika’da kuvvetli örnekler çıktı. Sorum şu: Edebiyat bu denli derin bir krizi çözebilir mi? Edebiyatın politik zeminde görevi nedir?
Çağımızın en önemli sorunlarından biri kuşkusuz mülteci sorunu. Devletlerin emperyalist emelleri, çapsız ve muhteris politikacılar, zengin ülkelerin insani kaygılara artık sırt çevirmeleri ve uluslararası kuruluşların yetersizliği bu krizi içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Edebiyat bu durumda ne yapabilir? Yazarın görevi belki de sadece olanları not etmek ve gelecek kuşaklara ahlaki bir ders vermek!
'HER KUŞAĞIN AYRI BİR DENEYİMİ VAR'
Son romanınız 'Bir Yazarın Otopsisi'nde eleştirel bir gözle kendi kuşağınıza ve içinden geçtiği politik atmosfere odaklanıyorsunuz. Bu noktada edebiyatınızın misyonu nedir?
Her insan gibi her kuşağın da ayrı bir deneyimi, ayrı bir hikâyesi var. Sevabı ve günahı ile bu deneyimlerin gelecek kuşaklara aktarılmasının önemine inanıyorum. Edebiyat bunu tarihten çok daha etkili bir şekilde yapar bence. Bir yazarın bu kadarcık bir ‘misyonu’ da olmazsa neden yazmalı ki?
'Bir Yazarın Otopsisi' gözlem gücünün çok yüksek olduğu bir roman… Teğmen Metin’le birlikte kendimizi 1965-70 yılları arasında yaşamış bir kuşağın içinde buluyoruz. Peki, bundan sonrası için okurlarınızı hangi çalışmalarınız bekliyor?
Bir süredir, rahmetli babamın bana emanet ettiği anılarını roman haline getirmekle meşgulüm. İki cilt olarak tasarladığım bu roman kökü 1800’lü yıllara giden bir ailenin tarihi olacak. Bunu tamamlayıp yayınlattığımda yazma eylemine artık bir nokta koymanın zamanı gelecek, diye düşünüyorum.