'Sedat Peker sussun' diye rica edenler 'gelsin de konuşsun' mu diyor?

Sedat Peker için iade talebini değerlendiren Cengiz Erdinç, "Erdoğan sonrası AKP’yi dizayn etmeye çalışan bir itiş kakış hali, bir güç gösterisi diye düşünüyorum" dedi.

Abone ol

DUVAR - Halil Falyalı cinayeti ve Sedat Peker'in Birleşik Arap Emirlikleri'nden iadesinin istenmesini değerlendiren gazeteci ve yazar Cengiz Erdinç, "Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri’nden rica etti, pazarlıklar yapıldı Peker susturuldu. Peki onu susturmayı rica edenler gelsin de mahkeme önünde konuşsun, kayda geçsin diye mi iadesini istedi. Belki bugüne kadar söylemediği şeyleri de açıklayacak. Dolayısıyla eğer gerçekleşirse bu iade çok ilginç bir hamle, arka planda bir güç savaşı, Erdoğan sonrası AKP’yi dizayn etmeye çalışan bir itiş kakış hali, bir güç gösterisi diye düşünüyorum. Muhtemelen iade edilecek" değerlendirmesini yaptı.

Erdinç'in Evrensel'de Serpil İlgün'e verdiği, "Mafya günlük hayata kadar iniyor" başlıklı söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

8 Şubat’ta öldürülmesinin üzerinden geçen sürede Halil Falyalı cinayetiyle ilgili pek çok haber, analiz, yorum yapıldı, tutuklamalar oldu ama cinayetin perdesi ne kadar aralanabildi? ‘Falyalı neden tasfiye edildi?’ sorusuna yanıt oluşturulabildi mi?

Aralanmadı, daha da bulandı. Zanlılar var, Mustafa Söylemez’den söz ediliyor. Ama ortaya atılan ilişkileri karmaşık yerlere çıkıyor, çok fazla şeye işaret ediyor. Olayın ilk duyulduğu gün dezenformasyon başladı. Yandaş medyaya ifadeler sızıyor ve ifadelere göre mesela gözaltındaki şüphelilerden Veysel Sare, “Erol Evcil’in koruması beni aradı” diyor. Erol Evcil, Çakıcı bağlantısına gidiyor. Mustafa Söylemez İstanbul’da uçaktan iner inmez Sedat Peker’in akrabası Metin Süs’e gidiyor onun telefonundan kardeşi Faysal Söylemez’i arıyor. Mustafa Söylemez susma hakkını kullanıyor. Faysal Söylemez “Suçlamaları kabul etmiyorum” diyor. Yayımlanan ifadelerin satır aralarında bir şey var, zanlılardan biri dikiz aynasından korumalardan birinin koşarak geldiğini görüyor, havaya ateş açtığını, ondan sonra arkadan seri silah sesleri geldiğini söylüyor. Yani bir anlatım bozukluğu yoksa, korumalar havaya ateş ediyor, sonra suikast gerçekleşiyor. Bu da korumaların da işin içinde olduğunu gösteriyor. Böyle baktığınızda çok fazla bilgi kirliliği var.

Bilgi kirliliği özellikle mi yaratılıyor?

Bu da mümkün, bir de bu işler sosyal medyaya kaydı. Gazeteciler doğrulama mekanizmalarına başvurmadan haberin heyecanıyla hızlı davranıyor, bu hatalara yol açıyor. Analizler birbirini izliyor, dikkatimi çeken şöyle bir şey var, hep bir Kurtlar Vadisi şeması var. Bir konsey var Türkiye çapında, bazen dünya çapında, baron kavramı var mesela, işte o öldürülüyor, yerini kim alacak? Yani bundan eminiz, konseyden eminiz, yerini kim alacak? Türkiye’de benim bildiğim böyle bir düzen yok, bunun karşılığı yok. Devletle ilişkisi olan, devlet korumasında olan herkesin gözü önünde olan bir takım mafya grupları var, bunlar da sır değil. Peker’in mayıs ayında başlayan açıklamalarıyla başlayan bir süreç var. Hayırlı yanı kamuoyunun ilgisini organize suça ve organize suçun devletle ilişkilerine çekmesi. Gazetecilerin de projektörleri bu yana döndü, bu iyi bir şey. Ama bir yere kadar, bir yerden sonra bilgi olmayınca mecburen komplo teorilerine giriliyor.

Kamuoyu ilgi gösteriyor, peki, iktidarın ilgisi nasıl? AKP medyası deliller, görüntüler vs. yayımlıyor ancak bir adli vaka muamelesi yapılıyor. İktidar bu cinayet karşısında nasıl pozisyonlanıyor?

Orada da birtakım şeyler oynuyor bana kalırsa. Konuşuldu geçti ama adalet bakanının istifası önemliydi. İktidar içinde bir tarafında Süleyman Soylu’nun olduğu, bir tarafında Hulusi Akar’ın, belki Hakan Fidan’ın, Berat Albayrak’ın olduğu bir güç mücadelesinden söz ediliyor. Bunun emareleri de var ama AKP gazetecilerin pek nüfuz edebildiği bir yer değil. Böyle olunca -kendimi de eleştiriyorum- bilgiden çok varsayımla hareket etmeye başladı gazeteciler. Kamuoyu da bunu istiyor aslında. Onu verdiğiniz zaman iyi oluyor!

Mesela?

Mesela Devlet Bahçeli’nin Eski Danışmanı Metin Özkan’la ilgili hırsızlık suçlaması, bunun video kayıtları gündemde. Bunun Bahçeli’nin Soylu’ya desteğini çekmesi için yapılan bir şey olduğu söyleniyor. Öyle bir şey ki, bunun doğrusunu da yanlışlığını da ispatlayamazsınız. Belli bir süre önce olan bir olay ama kamera görüntüleri bugün ortaya çıkartılıyor. Olayı Soylu ile Bahçeli arasındaki denge üzerinden tartışıyoruz. Burada büyük bir boşluk var; bağımsız yargı. Şeffaf işleyen, her şeyi soruşturan bir yargı eksik. Ama bağımsız yargıdan söz etmek, bunu talep etmek yerine güçler savaşından bahsediyoruz.

Falyalı cinayetiyle aynı hafta içinde 2002’de evinin önünde öldürülen Akademisyen Necip Hablemitoğlu soruşturması ilginç yerlere doğru ilerliyor. Emekli Albay Levent Göktaş’ın adını telaffuz ediyorlar ki kendisi Sezgin Baran Korkmaz’ın 2021’de Kıraça Holdingin İnanç Kıraç’a satışında İnanç Kıraç’ın avukatı olarak hisseleri devraldı. Süleyman Soylu orada da suçlanıyordu. Yani çok enteresan bir şey, devlet içinde bir itiş kakış var ve giderek büyüyen, giderek hacmi artan, yayılan bir itiş kakış bu. Daha başka olaylarda da bunu göreceğiz.

Falyalı suikastında bu itiş kakış nasıl seyrediyor?

Çok net bir bilgi yok ama Falyalı’yı koruduğu söylenen yeraltı dünyasının önde gelenleri arasında yer alan Sarallar grubuna baktığınızda, Sarallar’ın AKP’deki birtakım politikacılarla ilişkilerine dair iddialara baktığınızda orada da evet bu çatışmanın uzantısı var görünüyor. Yine bağımsız bir yargı sürecinde olmadığı için çok da bir şey söyleyemiyoruz, komplo teorisi olur bundan fazlasını söylemek. Ama bir itiş kakışın izleri orada da görünüyor.

Halil Falyalı suikastinde ağırlıkla KKTC’ye odaklanıldığını belirterek Güney Kıbrıs’a dikkat çekiyorsunuz. Uyuşturucu, kumar ve kara para ağında Güney’in durumu ne ve Kuzey’le nasıl bir bağlantı var?

Falyalı olayı da bunun parçasıdır demiyorum. Yine de hep Kuzey’e bakıyoruz, oysa Güney Kıbrıs’ta da ciddi bir mafya sorunu var, hatta Güney, Kuzey’den daha beter. Kıbrıs 1974’ten önce de büyük paranın, dolayısıyla mafyanın olduğu bir yerdi. Bir de klasik bir uyuşturucu yolu, Fransız bağlantısı denilen, Lübnan ve Marsilya arasındaki rota üzerindeydi. 2004’te AB’ye girdikten sonra Güney’e Rus sermayesi aktı, 150 milyar dolardan söz ediliyor. Elbette bunun içinde kara para da var. Öte yandan 1995’ten 2015’e kadar Güney’de 40’tan fazla kişi mafya cinayetlerinde öldürüldü. Bazıları cinayet zinciri halinde 2020 yılına kadar sürdü. Çoğunlukla kumar, uyuşturucu ve kara paranın yönetimi. Rum mafyası Falyalı üstünden mesela Güney ve Kuzey arasında kalan Pire kasabasında kumarhane işletiyordu. Falyalı’nın orada da yatırımları olduğu söyleniyordu. 2018 yılından beri Güney’de pazar daralıyor, yatırımlar geriliyor. Oysa Kuzey’de çok değerli bir şey olacak, Maraş açılacak ve çok büyük rant yaratacak. Orada kumar olacak, uyuşturucu da olacak, bu çok lezzetli bir pasta hem Güney’deki Rum mafyası için hem Güney’de örgütlü olduğu bilinen Rus mafyası için. Bu ilişkiler eninde sonunda bu tarafa taşınacak diye düşünüyorum.

Avrupa Komisyonu, kara para ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusundaki adımlarını yeterli bularak Türkiye’yi gri listeden çıkardığını açıkladı. Farklı kuruluşlardan Türkiye ile ilgili tam tersi raporlar yayınlanırken komisyonun bu kararı ne anlama geliyor?

Ben çok önemli bulmuyorum çünkü Türkiye’deki kara para sorunu, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesindeki Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) sınırlarını çizdiğinden daha sert bir şey. Kara para Türkiye’de turizm yatırımlarının dengesini bozuyor, mafyanın itici gücünü oluşturuyor. Çökülen otelleri konuşuyoruz, hepsi nakit krizi yaşayıp, mafyanın eline geçen yatırımlar. Çünkü kara para yatırım dengelerini alt üst ediyor. Kara paranın amacı sisteme girip legalleşmek, kârlılık, verimlilik diye bir dert yok. Dolayısıyla piyasa koşullarında yatırım yapıp, kârlılık hedefleyen bir turizm yatırımcısının kara para sahibiyle rekabet etmesi mümkün değil. Benzer bir durum muz piyasasında var. Zincir marketlerde ithal muz, gümrük ve nakliye vergisi maliyetinin altında bir fiyatla satılıyor. Bu yüzden iflas eden muz ithalatçıları var. Çünkü muz işini kokain kaçakçılığında paravan olarak kullananlar var. Ne kadar çok muz gelirse o kadar çok kokain geliyor. Ve bu fiyatlar ortaya çıkıyor.

Türkiye, para gelsin de nasıl gelirse gelsin dediği için bütün kapılarını sonuna kadar açmış, varlık barışlarının sekizincisini yürütüyor. Dolayısıyla gri listede olmak çok da önemli değil, kağıt üstünde bazı şekil şartlarını yerine getirdin getirmedin meselesi. İki başlıkta etkin düzenleme isteniyordu, terörizmin finansmanı ve nüfuz sahibi kişilerin işlem bildirimleri. Fakat buradan çok da bir şey olacağı yok, çünkü bu da bir sermaye birikimi ve Batılı finans başkentleri bundan vaz geçemez. Bu kadar büyük bir parayı “ekonomim temiz olsun” diye dışarıda bırakmak kapitalizmin mantığına aykırı. Fakat bu yüzden sistemlerine doğrudan sokmak yerine “vergi cennetlerinde” tutup fon olarak kullanıyorlar, fakat kurumlarının, dengelerinin bozulmasını engelliyorlar.

Türkiye’nin Sedat Peker hakkında kırmızı bülten çıkararak, Birleşik Arap Emirlikleri’nden Peker’in iadesini istemesinin zamanlaması manidar bulunuyor. Onca ifşa, iddiaya karşılık Peker hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştı. Peker’in Türkiye’ye iade edilmesini Erdoğan’ın istemeyeceği konuşuluyordu, ne değişti?

Peker’in iadesi meselesi sürecin bir parçası. İstanbul’da yapılan Interpol toplantısında Birleşik Arap Emirlikleri’nin işkenceyle suçlanan polis müdürü Interpol’ün direktörü seçildi. Kırmızı bültenin 2 Şubat’ta çıkarıldığı söyleniyor, öte yandan 14 Şubat’ta yani bundan iki hafta sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’ne resmi ziyareti var. Bu hiç konuşulmuyor, hiç dile getirilmiyor, sonra birdenbire tam da Mustafa Söylemez’in Peker’in akrabasını ziyaretinin arifesinde ortaya çıkıyor. Bu yanı çok şüpheli. Ayrıca 14 Şubat’taki görüşmelerde iadeyle ilgili bir anlaşma yoksa 22 Şubat’ta bunun açıklanması saçma olurdu. Dolayısıyla iadesi daha olası gözüküyor. Fakat diğer yandan Peker’in iadesi akıl almaz bir durum. Bugüne kadar video kayıtları ve tweetlerden oluşan iddialar Peker geldiğinde mahkeme önünde kayda geçecek, deliller sunulacak, tanıklar gösterilecek. Bunu kim ister? Ayrıca Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri’nden rica etti, pazarlıklar yapıldı Peker susturuldu. Peki onu susturmayı rica edenler gelsin de mahkeme önünde konuşsun, kayda geçsin diye mi iadesini istedi. Belki bugüne kadar söylemediği şeyleri de açıklayacak. Dolayısıyla eğer gerçekleşirse bu iade çok ilginç bir hamle, arka planda bir güç savaşı, Erdoğan sonrası AKP’yi dizayn etmeye çalışan bir itiş kakış hali, bir güç gösterisi diye düşünüyorum. Muhtemelen iade edilecek.

SÖYLEŞİNİN TAMAMI