Sedat Peker’in ilk somut delili, mezar soygunu ve tuğla

Peker, yedinci videoda Kutlu Adalı cinayeti vesilesiyle ilk defa delil vererek yeni bir şey söylemiş oldu. Savcılar çalışır mı? Sanmam, öyle olsa Susurluk raporlarından sonra çalışırdı.

Ali Duran Topuz atopuz@gazeteduvar.com.tr

Ömer Lütfü Topal, 28 Temmuz 1996’da Yeniköy’deki evinin yolunda öldürüldü. Otomobilinin yanında Uzi marka silah şarjörü vardı, düşürülmüş müydü bırakılmış mıydı bilemeyiz.

Uzi marka silahlar, “Susurluk çetesi”nin alameti farikası gibiydi, Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ, Sedat Bucak (Bucak, bedenen bugün de yaşıyor) ve Gonca Us’un içinde öldüğü Mercedes'ten Uziler çıkmıştı. Topal cinayetinden sonra çetenin orta boy yöneticilerinden, tetikçilerin başındaki isim İbrahim Şahin, o silahları sadece özel harekatçıların kullandığını söyleyecekti. “Şarjörü bizi olaya karıştırmak için bırakmışlar” diyecekti savunmasında.

21 GÜN ARAYLA İKİ CİNAYET

Topal cinayetinden 21 gün önce bu sefer Kıbrıs’tan bir cinayet haberi geldi. Gazeteci, yazar, şair Kutlu Adalı 7 Temmuz 1996’da katledildi. Faili meçhul. Uzi ile öldürülmüştü. Kürtlerin 1990’lardaki deyimiyle “faili meşhur”du aslında. Susurluk’ta kamyon altında kalan Abdullah Çatlı ile Adalı’dan 21 gün sonra öldürülen Ömer Lütfü Topal, iki ay kadar önce Kıbrıs’taydı. Çatlı, Mehmet Özbay adıyla 26 Nisan-1 Mayıs tarihleri arasında Topal’ın otelinde kalmıştı, tabii Mehmet Özbay adıyla. Masraflarını OYAK Turizm karşılamıştı.

Cinayetten sonra KKTC parlamentosu bir araştırma komisyonu kurmuştu, gözler “Mehmet Özbay”a yani Çatlı’ya dönmüştü. Çatlı defalarca kez ve sayısız kişinin fark ettiği şekilde Ada’da bulunmuştu. Polis veya subay giysileriyle insanların sorgularına katılmış, VIP salonlarında karşılanmış ya da birilerini karşılamıştı.

Çatlı, Topal ve Uzi marka silahlar bir araya gelince, Adalı cinayetindeki bulgularla çetenin bagajında çıkan silahların balistik incelemesi yapılıp dosyaya girmiştir değil mi? Hayır, talep eden olduysa da kulak asan olmadı. Çeteyi soyut olarak kabul edip lanetleyenler dahil, kimse somut işlerin ortaya çıkmasını istemiyordu. O kadar ki Susurluk döneminde “süper savcı” diye anılan Kutlu Savaş’ın o dönem çok konuşulan raporundaki, “Çatlı’nın kullandığı 12 ayrı hüviyet, pasaport ve muhtemelen sürücü belgesi vs’nin nasıl elde edildiği ortaya çıkarılmalı” basit önerisi bile dikkate alınmamıştı. Kaldı ki şu öneri kabul edilsin: “Çatlı'nın hangi tarihten itibaren, kimlerin emrinde hangi işlerde bulunduğu tesbit edilmelidir.”

YENİ BİLGİLER VAR AMA

Çetenin kaçırıp yok ettiği Tarık Ümit de bir ayağı Kıbrıs’ta olan birisiydi, bankası (Fist Merchant Bank) vardı orada. Kıbrıs’ta banka ne işe yarar? Kara para tedavülü ve aklanmasına.

Şimdi Sedat Peker, Adalı cinayeti konusunda yeni bilgiler veriyor, yedi video içinde belki de en somut bilgi bu son videodakiler. Tabii ilginç olan, Peker’in verdiği bilgilerin hem (Kutlu Savaş’ınki dahil) Susurluk raporları ve hem de Mehmet Eymür’ün (hani şu Mehmet Ağar’ın su katılmamış düşmanı) ikinci MİT raporundaki bilgilerle paralel olması. Esasen, TBMM Susurluk Komisyonu ve andığım raporların (Cemil Çiçek’in ifadesiyle) binde biri bire doğru kabul edilse birçok şeyin aydınlatılmış olma ihtimali vardı. Çünkü bütün o raporlarda ve bugünlerde Sedat Peker’in ifşaatında ortaya çıkan ortak bir manzara var:

Devletin “meşru” saymadığı bir takım iş insanları ile bizzat aynı devletin görevlileri arasında yoğun ilişkiler var; bu ilişkiler hem ortaklık-iş birliği ve hem de düşmanlık biçimlerine bürünebiliyor. İşte bugün Mansimov’u konuşuyoruz ya, Susurluk döneminde ortaya çıkan isimlerde de ilişki tarzı aynı; Nesim Malki, Tarık Ümit, Nurettin Güven… “Devlet görevlileri” denilen kişiler, ya doğrudan bu kişilerin ya da bu kişiler aracılığıyla yine devletin makbul saymadığı kişilerin (daha açık konuşalım, Kürt iş insanlarının) tehdit edilmesi, şantaja tabi tutulması ya da doğrudan öldürülmesi. Eymür’ün raporunda bu ilişki tarzının doğrudan sorumlusu ve suçlusu olarak Mehmet Ağar ve yönetimindeki kişi ve gruplar gösteriliyordu; diğer raporlar Eymür kadar cesur olmasa da benzer kuşkuları kuvvetle dile getiriyordu.

SOMUT ÖRNEK, SOYUT MANTIK

Şimdi Sedat Peker, bu meşhur ama aydınlatılmamış ilişkileri hem hatırlatıyor hem de bugüne uyarlanmış hallerini anlatıyor, ilişki tarzı benzer olsa bile yeni isimlerin eklenmesiyle güncellenmiş halini anlatıyor elbette. Soylu, Ağar ve etrafındakilere ek olarak bugün ilk defa Binali Yıldırım’ın oğlunu da heyete kattı. Peker’in Adalı ile ilgili anlattıklarında “tuğla”yı çekmeye yarayacak somut bilgiler mevcut, bizzat (hasta olduğunu da açıkladığı) kardeşini fail ve tanık olarak ortaya sürüyor.

Peker’in anlatımındaki soyut öğe ise diğer cinayetlerdeki mantığı anlamaya yarayacak kadar önemli: Kutlu Adalı niye hedef? Çünkü “Kıbrıs davasını düşmana satma”ya yönelmiş biri. “İyi adam ama çıkarımızı bozuyor” diyecek değiller ya, “Düşünceleri bize uymuyor” diyecek değiller ya. Elbette, Kutlu Adalı dosyasında hedef olmasına yol açan somut olay da yer alıyor zaten: St. Barnabas Manastırı’na silahlı baskın; 14 Mart’ı (1996) 15 Mart’a bağlayan gece, maskeli ve silahlı kişiler üç nöbetçiyi bir odaya kilitler. Trilyonlarca liralık ikonaların korunduğu müzeyi soyarlar. Müze binasının yanındaki Aziz Barnabas’ın mezarını da kazarlar. İşleri dört saat sürer. Dört araçla gelmişlerdir. 12 ya da 15 kişidirler. Baskın polise ertesi sabah bildirilir. Başbakan, beş gün sonra işin bir “askerî operasyon” olduğunu söyler. Adalı, başbakanın açıklaması üzerine 23 Mart’ta ayrıntılı bir yazıyla hem durumu anlatır, hem protesto ve üzüntüsünü dile getirir hem de sorular sorar.

Adalı işin peşine düşecektir. Katledilmesi açık ki bu müze ve mezar soygunuyla ilgilidir; çünkü ünlü yazısında soygun sırasında kullanılan toroslardan (“beyaz” Toros, bildiniz siz onu!) birinin Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın KKTC şubesi olan Sivil Savunma Teşkilatı'na ait olup olmadığını da sormuştur.

Adalı, 2 Nisan’dan itibaren tehdit edildiğini söylemeye başlar. En nihayet katledilir; tekrar edelim ki katlinden önce Çatlı yine adaya bir uğramıştır!

ÖLDÜRECEKSEK CİDDİYETLE ÖLDÜRELİM!

Sedat Peker’in lafları dosyanın yeniden güçlü biçimde ele alınmasına yol açar mı? Peker’in hedef gösterdiği kişiler mevcut iktidar tarafından sevilmiyor olsa bile, iktidar bunların iş yapmasını istemiyor olsa bile (ki böyle bir alamet de yok) bu pek mümkün görünmüyor. Çünkü aslında hem Sedat Peker’in kendisi, hem daha önceki raporlar ve onları hazırlayanlar, hep aynı biçimde düşünüyor ve hareket ediyor: İdeolojik bakışları suçladıkları kişilerle aynı, aynı kişilerle birçok somut ve “pis” iş yapmışlar ya da yapılan pis işlerden aslında o kadar da şikayetçi değiller, sadece onların yapmasını sorun etmişler. Örneğin Kutlu Savaş ünlü ve sanki çeteleri açıklıyormuş gibi görünen raporunda, Kürt iş insanlarının öldürülmesini “rahatsız edici” bulmuyordu esasen, devletlerin böyle şeyleri yapmaları gerektiğini söylüyor, sadece yapılış biçimlerini (laçka, laubali) ve yapan kişileri beğenmiyordu.

“Behçet Cantürk’ün öldürülmesinin doğruluğu, yanlışlığı veya gerekli olup olmadığı tartışmasına girilmemiştir, ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Cantürk’ün öldürülmesini emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Ve hangi ahvalde kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur? “Hukuk devletinde bu suallerin yeri olmaz” itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle Sayın Başbakan’a ters gelse de) Hukuk Devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır.”

Sözü edilen devlet ciddiyeti ile Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu cinayeti vesilesiyle söylediği laftaki ettiği “tuğla” aynı şey: “Bir tuğla çekerek duvar yıkılır.” Çünkü sözü edilen laçkalık ve laubalilik de o devlet “ciddiyeti”nin bir parçası.

Devam edeceğim, araya yedinci video girdi, altıncı videodaki Kuşçubaşı Eşref ve Bahattin Şakir’in anıştırdıkları ile.

NOTLAR

1
Musab Turan vakası, Peker videolarının etkilerinden biri. İktidar meseleyi “operasyon” tezine çekmeye çalışsa bile, kardeşinin cezaevinde oluşundan hareketle “FETÖ” ithamı öne çıkarılmak istense bile, gazetecinin üslubu ve sorularını kurgulama biçimi meslek kurallarına pek uymasa bile, işin içine kattığı duygusal kısımlar tamamen saçma olsa bile, soru sorması ve soruların somut içeriği gayet meşru. Gerçekten de Bakanlar Kurulu bu meseleleri konuşuyor mu? Konuşuyorsa nasıl konuşuyor? Yoksa bir Bakanlar Kurulu filan yok mu? Cevap beklemek kamuoyunun hakkı, kamuoyu diye bir şey yok kabul edilmiyorsa tabii.

2
İlk somut delil derken, Peker’in diğer söylediklerinin delil olmadığı ya da delil değeri taşımadığını söylemek istemiyorum. Sadece Adalı cinayetine ilişkin söylediklerinin delil değerinin diğer anlatımlarına göre daha güçlü, net ve somut olduğunu söylüyorum. Eksik kalmış bir girişimi, failiyle beraber anlatıyor. Diğer söyledikleri konusunda Cemil Çiçek haklı, “binde biri doğru olsa” bile araştırılması gerekir.

Tüm yazılarını göster