Seher’den bahsetmek kolay değil. Çünkü üstünde çok yük var. Yaklaşmak, yaklaşmamaktan daha kolay ama.
İrfan Aktan’ın bu mecradaki, yazısını okuyunca ilk aklıma gelen Demirtaş’ın yazıyı okuyamayacak oluşuydu. Keşke matbu bir mecrada yayımlansaydı ve yazının muhatabı da okusaydı diye geçirmiştim içimden. Hangi gazeteleri alabildiklerini bilmiyorum gerçi ama matbu olması okunma ihtimalini arttırıyor neticede. Ardından gene bu mecrada, Ali Duran Topuz’un yazısını okuduğumda da aynını hissettim. Nihayetinde, ben matbu bir mecrada yayımlansın diye aşağıdaki yazıyı yazdım. Yolladım, hatta bir hafta geç kaldım. Ama o matbu mecrada dün yayımlanamadı. Şimdi, buradan yayınlanıyor [matbuda “m”, matbu olmayanda “n” kullanmayı tercih ediyorum, evet].
“Sanat ve siyaset birbirine benzemez” diyor kitabın arka kapağında Zülfü Livaneli. Selahattin Demirtaş’ın Dipnot Yayınları’ndan çıkan hikâye kitabı üzerine konuşmak kolay değil. Birçok referans kuşatılmış durumda. Her şeyden önce siyasetçiliğinden bahsederek başlamak gerekiyormuş gibi hissediyor insan. Bu kısmını geçiyoruz; zira Demirtaş’ın kamusal bir figür olarak kim olduğunu ve şu anda nerede bulunduğunu bilmeyen sanırım yoktur. Varsa da çok azdır, diyelim. İhtiyat payı olmadan konuşmak da kolay değil. Seher’den bahsetmeyi deneyelim.
“Seher’deki hikâyeler, heveskâr işi değil insana ve yaşama duyulan derin sevginin ince bir mizahla harmanlandığı has yazar işi metinler” diyor gene arka kapakta Oya Baydar. Demirtaş’ın (konu gene siyasete geliyor) kamusal kabulünde mizahla ilişkisi çok konuşuldu. Hatta cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde mizahçılarla bir araya gelmişliği var. İnternetin en popüler video mecralarında “Cem Yılmaz’ı kıskandıran 9 sahne performansı” gibi başlıklar var ve bunlar yüz binlerce kez izlenmiş. Ama burada gene konumuz bu değil ve halen Seher’den bahsetmeyi deneyelim.
5 Ekim 1936 doğumlu Vaclav Havel Türkiye’de öncelikle yazarlığıyla tanındı. Oysa aynı Havel, Prag Baharı’ndan sonra yasaklı bir yazar olarak cezaevine düşmüştü. 1989’da, “Kadife Devrim”in öncülerinden oldu ve Aralık 1989’da Çekoslovakya Devlet Başkanlığı’na getirildi. Dünyada hem siyasetçi olup, hem yazar olarak tanınan şahsiyetlerden biriydi. 2003’teki ölümünün ardından, şimdilerde adı "Çekya" olan memlekette hayırla yâd eden de oldu, nefretle anan da.
Ama yazarlığı herkes tarafından takip edildi –Türkiye hariç değil. Şu an bir yerlerde bir öğrenci kulübü ya da profesyonel bir tiyatro ekibi, yazdığı oyunlardan birine hazırlanıyor olmalı. Yarı otobiyografik oyunu Buruk Ezgi (“Largo Desolato”) Can Yayınları etiketiyle yayımlandı ve Türkiye’de muhtelif zamanlarda sahneye kondu –Ekip Tiyatrosu dramaturjisi epey övüldü de. Seher üzerine konuşmaya giderek yaklaşıyoruz.
28 Mayıs 1925 doğumlu Mustafa Bülent Ecevit, Türkiye’de önce siyasetçiliğiyle tanındı. Çevirmenliği, şairliği ve yazarlığı tedricen bilindi. Sanskrit öğrenip Tagore çevirmesi, Ezra Pound ve T. S. Eliot gibi demir leblebi şairlerin şiirlerine cesaret etmesi memlekette eşine az rastlanır türden hareketlerdi. Yıldırım Türker’in Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor (Metis, 1998) kitabındaki portresi kanımca bu konudaki en soğukkanlı yorumları yapmış portredir. 2005’te Doğan Kitap tarafından bütün şiirleri Bir Şeyler Olacak Yarın adıyla yayımlandı. Işığı Taştan Oydum isimli bir kitabı olmasını hep nahif buldum. Türkiye’den bir portreyle Seher’i konuşmaya daha da yaklaşıyoruz, umuyorum.
Selahattin Demirtaş 1973 Palu doğumlu. Seher, yayımlanmış ilk kitabı. Kitapta bir biyografi yok. Yan kâğıt tabir edilen sayfada elinde Demirtaş posteri tutan küçük bir çocuk var. Son kısımdaki “Teşekkür”den öğreniyoruz; DİHA muhabiri Yağmur Kaya tarafından çekilmiş fotoğraf. “Katledilen ve şiddet mağduru bütün kadınlara...” ithaf edilmiş kitap; kapak resmi Bahar Demirtaş’a ait. Çizimlerde gene Bahar Demirtaş’ın imzası var Siya Gürbüz’le beraber. Her hikâyeye birer çizim eşlik ediyor. 12 hikâyeden oluşuyor kitap. Bazıları kitap olmadan önce yayımlanmıştı, “Cezaevi Mektup Okuma Komisyonun Mektup” olanı belki en çok bilineniydi bunların içinde, ama kitabın hikâye tonuna belki de en uzak olanı o. “Annemle Hesaplaşmalar” hikâyesi bana Türk edebiyatından bir yazarı anımsatıyor ama söylersem, “mübalağa” kabul edilir.
Seher’den bahsetmek kolay değil. Çünkü üstünde çok yük var. Yaklaşmak, yaklaşmamaktan daha kolay ama. “Temizlikçi Nazo” kanımca bambaşka ve uzun bir yazının konusu olacak kadar güçlü.