Şehir Hastanesi: Bir 'şehir efsanesi'

Türk Tabipler Birliği Şehir Hastaneleri İzleme Grubu tarafından hazırlanan ve İletişim Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri kitabı, sağlık hizmetlerinde “kamu” ifadesi kullanılarak yapılan özelleştirme faaliyetlerinin vahametini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Topluma “çekici” gelebilecek adıyla “şehir hastaneleri”, aslında neo-liberal sağlık reformlarının sağlığı piyasalaştıran ve sermaye için yeni bir kâr alanı açan oluşumlarından biri…

Abone ol

Püren Mutlutürk Meral

DUVAR - İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanların sadece insan olma vasıflarından dolayı sahip oldukları hakları belirtmek ve bu hakların çeşitli mekanizma ya da “otoriteler” tarafından gasp edilmesini engellemek için yazılmış temel bir metin. Metinde bahsi geçen önemli maddelerden biri de “herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı”. Bu noktada, özellikle Türkiye’nin son 16 yılına damga vuran siyasi konjonktürden de bahsetmekte yarar var. Ülkemizde, bu süreçte birçok insan hakkı ihlali yaşandı ve bu ihlaller kamuoyunda uzun süre konuşuldu. Kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı noktasında yaşanan ihlaller ise çok ciddi tartışmalara yol açtı.

Birçok ülkede kamu hizmeti denince akla, pek çok şeyle birlikte en başta sağlık hizmetleri geliyor. Sosyal devlet olmanın gereği neticesinde, devletlerin vatandaşlarının eşit bir şekilde sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sağlamaları bekleniyor. Bu durumun gerçekleştirilebilmesi için çeşitli sosyal güvenlik kurumları ve devlet hastaneleri hizmet veriyor, özellikle düşük gelir grubundaki vatandaşlar için devlet hastaneleri 'nitelikli' sağlık hizmeti sağlayan yegâne yer oluyor. Ancak, kapitalizm, neo-liberal politikalar ve neticesinde sağlık hizmetlerinin “kamu” adı altında özelleştirilmesi, söz konusu hizmetlerden faydalanma fırsatını çok daha güç bir duruma sokuyor.

Bahsi geçen durum sağlıkta kamu-özel ortaklığı, yani görünür adıyla “şehir hastaneleri” konsepti üzerinden Türkiye’de de yaşanıyor. Türk Tabipler Birliği Şehir Hastaneleri İzleme Grubu tarafından hazırlanan ve İletişim Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri kitabı, sağlık hizmetlerinde “kamu” ifadesi kullanılarak yapılan özelleştirme faaliyetlerinin vahametini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Topluma “çekici” gelebilecek adıyla “şehir hastaneleri”, aslında neo-liberal sağlık reformlarının sağlığı piyasalaştıran ve sermaye için yeni bir kâr alanı açan oluşumlarından biri…

ÖZAL'DAN 2005'E YASALAR 

Çalışmada Özal döneminde çıkarılan bir yasaya, 2005 yılında yapılan bir ekleme ile sağlık hizmetlerinde “kiralama” devrinin önünün açılması özellikle vurgulanıyor. Zira söz konusu şehir hastaneleri, hazinenin verdiği araziye ihale usulü ile özel bir şirket tarafında yapılan hastane ve bahsi geçen sağlık hizmetlerinin devlet tarafından 25 yıllığına kiralanmasıyla kuruluyor. Bu sürecin ardından söz konusu şehirdeki devlet hastanesinin içi boşaltılarak, personel de dahil olmak üzere, hastane özel şirket tarafından yapılan şehir hastanesine taşınıyor.

Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri, Derleyen: Prof. Dr. Kayıhan Pala, 328 syf., İletişim Yayınları, 2018.

ÖZEL HASTANELERİN MALİYET BİLANÇOSU

Bu girişimdeki temel amaç “toplumun nitelikli sağlık hizmetlerine, nitelikli ortamlarda erişebilmesini sağlamak” şeklinde duyurulsa da, söz konusu girişimin hazineye maliyeti, bu maliyetin her zaman olduğu gibi toplumdan ekstra ödemelerle çıkarılması, vatandaşların genelde şehrin dışına yapılan bu hastanelere ulaşımının zorluğu, devlet hastanelerinden taşınan personelin memnuniyetsizliği ve yetersizliği, yüksek yatak kapasitesi ile nitelikli hizmet verilememesi gibi durumlar ise göz ardı ediliyor. İşte Tabipler Birliği’nin hazırladığı bu kitapta, şehir hastanelerine ilişkin tüm bu süreç, yasal mevzuattan da yararlanılarak ortaya koyuluyor ve Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin örtük olarak nasıl özelleştiğinin altı çiziliyor. Çünkü gerçekleştirilmeye çalışılan bu sistem ile, hastaneler bir sağlık hizmeti veren kurum olmaktan çıkıp, mütevelli heyetinde yer alan bir hekime karşılık, ticaret odasından da bir üyenin yer aldığı, kâr amacı güden bir şirket haline geliyor.

Kitabın aynı zamanda derleyeni de olan Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın makalesinde belirttiği gibi, Dünya Bankası’nın 1960’larda başlayarak önce merkez, sonra da çevre ülkelere “kamu sektöründe yapısal reformlar” önerdiği ve neticede bundan sağlık sektörünün de nasibini aldığı görülüyor. Çalışmada, Türkiye’deki bu uygulamanın İngiltere örneğinden esinlenilerek gerçekleştirildiği belirtilse de, İngiltere’de söz konusu uygulama sonucunda sağlık sisteminin çöktüğü üzerinde de önemle duruluyor. Türk Tabipler Birliği’nin İngiliz Tabipleri Birliği ile olan yazışmaları da kitaba bu anlamda katkı sağlıyor. Şehir hastaneleri uygulaması ile Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmeti sunmaktan alıkonularak, düzenleyici ve denetleyici bir bakanlık haline getirildiği vurgusu yapılan derlemede, sisteme dair teorik ve kurumsal oluşum ile şehir hastaneleri girişimine karşı Tabipler Birliği’nin tutumunu, söz konusu hastanelerde çalışanların koşullarını ve somut olarak mevcut olan üç şehir hastanesinde yaşananları, tanıklarıyla beraber okuyoruz.

Gittikçe artan gelir adaletsizliği ile birlikte, insanların sağlık gibi hayati bir konuda nitelikli hizmet alma şanslarının daha da zorlaştığını görmek insanı ürkütüyor. Ancak işin uzmanlarından, mesleğine idealleri ile bağlı olan insanlardan böylesine aydınlatıcı bir çalışmanın çıktığını görmek, umudu yitirmemek ve gerçekten neler olduğunu öğrenebilmek adına son derece kıymetli…