Seküler bir düşünce için Edward Said
Edward Said’in kendi kimliğine, Filistinlilerin kimliğine ve genel olarak Filistin’in durumuna ilişkin düşüncelerini, metin çözümlemesi ve metinlerin bu dünyada yer alma, bulunma tarzları konularındaki düşüncelerinden ayırmanın pek imkânı yoktur. Ve elbette odağa hep Filistin’i yerleştirdiği Oryantalizm, Filistin Sorunu, İslam’ı Kuşatmak gibi kitaplarında da hep metinsellik ile iktidar konuları arasında gezinerek yapacaktı işini...
Edward Said, 1967 Arap-Yahudi savaşından sonra Batıda yayılan Arap düşmanlığı nedeniyle ikili bir kimliği sürdüremez duruma sürüklendiğinde kendisini bir Filistinli olarak inşa etme işine girişmişti. Bu girişimi içerisinde, dönemin ünlü Siyonist sloganını (Topraksız bir halk için halksız bir toprak!) da Avrupa’nın uzun sömürgeci tarihine kaydediyor; aradaki tek farkın ‘uygarlaştırma misyonunun’ yerini daha Mesihçi tınıların almış olması olduğunu ileri sürüyordu.
Çünkü bu slogan Filistin’i, Avrupalı emperyalistlerin sömürge bölgelerini gördükleri gibi görmekteydi: Paradoksal bir biçimde, harcanabilir, değersiz yerlilerle dolu boş topraklar. Mekânın ve mekânda yaşayanların, bir tabula rasa gibi inşası… Said’i Batı’nın emperyal söylemini çözümlemeye iten ve geliştirdiği kültür kuramını bizzat kendi kimliğinin metni ile dokuyarak oluşturmasına neden olan Filistin’in bu biçimde sömürgeleştirilmesiydi.
Metin kuramında Derrida’nın egemen olduğu yıllarda, insanın kendi kimliğini de bir metin olarak ele almasında elbette şaşılacak bir şey yoktur. Fakat kendi kimliğini böyle ele almak, aynı anda, öz-düşünümsel bir metinsellik anlamına gelir. Kendi üzerine düşünen bir metinsellik… Bu düşünüm, metnin de bir dünyasının olduğu, bir dünya içinde yer aldığı fikrini doğuracaktır.
Said’in buradan varacağı sonuç, edebiyat kuramının dahi içinde yazıldığı dünyanın siyasal gelişmelerinden koparılamayacağı fikriydi. Derrida’nın ünlü “Metin dışı yoktur” önermesine karşı metnin bir dünyasının olduğunu ileri sürüyordu. Ve elbette odağa hep Filistin’i yerleştirdiği Oryantalizm, Filistin Sorunu, İslam’ı Kuşatmak gibi kitaplarında da hep metinsellik ile iktidar konuları arasında gezinerek yapacaktı işini.
Böylelikle Said’in kendi kimliğine, Filistinlilerin kimliğine ve genel olarak Filistin’in durumuna ilişkin düşüncelerini, metin çözümlemesi ve metinlerin bu dünyada yer alma, bulunma tarzları konularındaki düşüncelerinden ayırmanın pek imkânı yoktur. Bütün bu hatlar, Türkçeye genellikle ‘dünyevilik’ olarak çevrilen ‘worldliness’ ile ilgili hatlardır. Said bu kavramla ‘bir dünyada bulunma durumu’na işaret ettiği için, biraz kulak tırmalayıcı olduğunu bildiğim halde ‘dünyalılık’ demeyi tercih ediyorum kendi adıma.
Said, metin çözümlemelerindeki post-yapısalcı hegemonya ile sorunlu olduğunu daha 1975’te yayınlanan "Başlangıçlar"da ortaya koymuştu. Ama kendisine çok büyük bir şöhret kazandıran "Oryantalizm"in (1978) yayınlamasından beş yıl sonra ‘dünya’ kavramını "Dünya, Metin ve Eleştiri" adlı kitabının başlığına taşıyacaktır. Bu kitap Başlangıçlar’ın yöneliminin daha sistematikleştirilmiş ve derinleştirilmiş hali olarak da okunabilir.
Her ne kadar parçalı kullandığı gerekçesiyle eleştirilmiş olsa da Said burada Foucault’nun ‘söylem’ kavramına sıkça başvurur; ancak yine de ‘dünyalılık’ kavramıyla ve bu kavramdan hareketle geliştirdiği ‘seküler eleştiri’ fikriyle kolonyal söylem analistlerinden ayrılır.
Said seküler eleştiri kavramını her türlü pietizmin, her türden sofuluğun eleştirisi olarak geliştirir. Yani her türlüsünden kültleştirme hallerini seküler düşüncenin dışında tutar. Bunun içerisine din karşıtlığının fetişistik karakteri de girer, dindarlığın neredeyse hiçbir konuda konuşturmamaya dönük fetişistik tutumu da girer. Fakat Said bununla bile durmayarak, bu sofuluk eleştirisini, mesleki uzmanlaşmanın rahipçe tutumuna doğru genişletir.
Entelektüeller istedikleri kadar daha yüce değerlerle ya da nihai değerlerle hemhal olduklarını düşünsünler, entelektüel pratiğin etiği, ancak seküler bir dünyadaki konumlanışıyla başlar; çünkü ortaya çıktığı yerin, hangi çıkarlara hizmet ettiğinin, iktidar ile adalet arasında nasıl bir ayrım gözettiğinin bu bilgi biçimi üzerinde büyük bir etkisi söz konusudur.
Said, uzmanlaşma ve profesyonelleşmenin kültürel dogma ile birleşerek, dinsellik benzeri bir ‘kesinlikçilik’ ürettiğini söylüyor ve bunun sonucunun da yine dinselliğin öteki dünyasına benzer bir öteki dünyada teori yapmak olduğunu ileri sürüyordu. Bu öteki dünya ‘metinsellik labirenti’ydi.
Bu örtük teolojinin alanının göreli konforuydu eleştiri konusu olan. Bu alan tarihselliği yok sayıyor; bu alanda bir kuram ortaya çıkmasına rağmen, bu kuram ‘dünyanın ötesine’ çekilmiş olduğu için, ortaya çıkan şey, belirli bir zamanda ve mekânda beliren bir şey olamıyordu.
Aşırı metin-bağımlı bu söz söyleme biçimi, Said’e göre, bizzat içinde ortaya çıktığı dünya ve toplum hakkında konuşamaz duruma sürüklenmiştir. Bu nedenle Said, ‘dünya’, ‘metin’ ve ‘eleştiri’den oluşan üçlüyü, çağımızın kuramsal etkinliklerinin örtük ‘teolojisinin’ karşısına çıkarmaktadır. Seküler eleştiriden anladığı da budur.
Her entelektüel etkinlik, içinde ortaya çıktığı ‘dünyanın’ siyasal gerçeklikleriyle bağlantılarını da konu edinmek zorundadır. Ancak bu bağlantılarla girişilmiş bir hesaplaşma iktidarın yüzüne hakikatin haykırılmasına olanak tanıyabilir. Seküler eleştiri entelektüel uzmanlaşmanın kısıtlarından sıyrılmış; düşünce hayatında amatörlüğü öne alan; entelektüelin ‘yurdundan’ gerçek ya da metaforik bir sürgününü gerektiren bir eleştiri biçimidir.