Selçuk Mızraklı: Yüzde 70 gibi bir irade çıktığında 'tanımıyorum' diyemezler
HDP’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayı Selçuk Mızraklı, yerel seçimde yüzde 65-70 oranında oy alacaklarını söyledi. Mızraklı, “Bu güçlü karşılık aynı zamanda büyük bir sorumluluk ve yüktür. O yükü aldığımızın farkında olarak bu yolu yürüyeceğiz” dedi.
DİYARBAKIR - Yerel seçimlere bir ay kaldı ancak Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı saymazsak partiler ve liderler henüz yeni yeni sahaya iniyor. Belediye başkan adayları seçmenlerini evlerinde, iş yerlerinde ya da kamusal alanlarda ziyaret etmeye başladılar.
Diyarbakır’da HDP’nin belediye başkan adayları da ilçe ve köy ziyaretlerinde bulunuyor, çarşı Pazar gezerek seçmenle buluşuyor. Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayları Adnan Selçuk Mızraklı ile Hülya Alökmen’le, Diyarbakır’ın merkez ilçesi Sur’da esnaf ziyareti yaparken karşılaşmak şaşırtıcı değildi bu nedenle. Yanlarında Sur Belediyesi eş başkan adayları da vardı. Mardinkapı’dan Balıkçılarbaşı’na kadar cadde üzerindeki bütün dükkanlara girip, esnafla konuşuyorlar.
Bu arada Selçuk Mızraklı’nın yanına yaklaşan bir esnaf, kendisini görmekten duyduğu memnuniyeti dile getiriyor ve “Gelseniz de gelemeseniz de oyumuzu HDP’ye vereceğiz. Ya me ye (Bizimdir)” diyor...
Anketler, HDP ve sokaktaki insanlar Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin yanı sıra ilçe belediyelerini de HDP’nin alacağını söylüyor. Bu gerçekleşirse 24 Haziran genel seçimlerinde Diyarbakır milletvekili olarak Meclis’e giden Selçuk Mızraklı, Diyarbakır’a Büyükşehir Belediye Başkanı olarak geri dönecek.
SEÇİMİN GÜÇLÜ İSMİ
Selçuk Mızraklı Siverek’te ilkokul öğretmeni bir baba ve ev emekçisi bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Eskişehir’e tayin olduğunda 3 yaşındaydı. İlkokuldan sonra İngilizce eğitim verilen Kadıköy Maarif Koleji'ni kazandı daha sonra Türkiye sıralamasında yüksek bir puanla Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Ardından Ankara’da Onkoloji Hastanesi’nde Kulak Burun Boğaz bölümünde çalıştı.
İktisatçı Zeynep Mızraklı ile 1990 yılında evlendi. Dicle Üniversitesi Genel Cerrahi departmanına geldi. 2005’ten itibaren Diyarbakır’daki özel hastanelerde çalıştı. Diyarbakır Tabip Odası Başkanlığı, Sarmaşık Derneği ve Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) de görev aldı. Mezopotamya Üniversitesi’ni kurmaya dönük olarak bir vakıf çalışması yürüttü. 2017 Temmuz ayında DTK içindeki faaliyetleri nedeniyle gözaltına alındı ve bir süre cezaevinde kaldı. 2018 genel seçimlerinde HDP Diyarbakır Milletvekili seçildi.
Mızraklı’yı kısaca böyle tanıtmak mümkün. Ancak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı olarak o kendisini nasıl tanıtırdı? Seçim çalışmalarına verdiği kısa bir arada, On Gözlü Köprü’de dinlenirken bu soruyu kendisine sorma olanağı buldum. İşte kendi cümleleriyle Adnan Selçuk Mızraklı:
“Kendimi hekim vicdanına, ahlakına, değerlerine sahip bir insan olarak gördüm. Hipokrat yemini ederken mesleğe başladığımızda orada saydığımız başlıklara harfiyen uymaya çalıştım. Din, dil ırk ayrımı yapmaksızın, bilgimi, becerimi sunmaya çalıştım. Bu, her insana öncelikle sevgiyle, şefkatle yaklaşmayı gerektirir. Bu, mesleğinizi bir silaha dönüştürmeyi değil, mesleğinizi adeta bir ekmeğe dönüştürerek kullanmanızı gerektirir. Ben daha çok bu şekilde yaşamaya çalıştım. Öte yandan insanın kimliğinin köşe taşları var. Ulusal olarak ben bir Kürdüm. Bir ailem var ve üç çocuğu olan bir babayım. Yaşadığı kente dair sorumlulukları olan birisiyim. 24 Haziran’dan bu yana milletvekiliyim. Bu kentteki insanların kaygılarını ve umutlarını ifade etmek, buna ilişkin çözümlerin üretilmesine aracı olmak, çözüm önerilerine hayat vermek, mücadele etmek durumunda kaldım. İnsanı insan yapan en önemli duygunun sevgi olduğunu düşünüyorum. Sevgiye yer vermeyen ne bir inancın ne de bir ideolojinin hayat içinde çok fazla karşılığı olmayacağını düşünüyorum."
SEVGİ VE ŞİDDET
Her sorunun üstesinden sevgiyle gelmek düşüncesi kulağa hoş geliyor. Ama içinde bulunduğumuz siyasal iklim düşünüldüğünde sorunların sevgiyle çözülebileceğine dair düşünce biraz gerçeklikten uzak düşmüyor mu?
“Gerek ülkede, gerek dünyada şiddete, zora, baskıya ve zulme dair kurum ve kavramlar oldukça çoğaldığı. Toplumun doğal gelişim yasalarını baskılamak isteyen, tarihin akışını, zamanın ruhunu yeterince kavrayamayan, geriye çekmeye çalışan birçok anlayışın giderek etkili olduğu bir dönemde biz başka bir türkü söylüyoruz. O türküyü tekrar tekrar söylemek bana göre her vicdan sahibi insanın ortak kaygısı olmalıdır. Geçmişte de kötülüğün galebe çaldığı dönemler oldu ama daima iyilik kazandı. İyiden yana olanlar kazandı. Doğrudan, sevgiden yana olanlar kazandı. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Son 5 yıl içerisinde boy veren IŞİD barbarlığının gerek Ortadoğu’da gerekse dünyada insanlığa karşı nasıl barbarca uygulamalarıyla tahribat yarattığını görüyoruz. Ama bunun karşısında yine iyiden, doğrudan ve güzellikten yana olanlar kazandı diye görmek gerekiyor. Bu anlamda yaşadığımız çatışmalı süreçten çıkmak için inanmamız gereken tek bir şey var; barışa inanmak. Bu anlamda hepimizin bu selin karşısında tersine kürek çekerek ille de barış, ille de barış dememiz gerekiyor."
MECLİS’TEN BELEDİYE BAŞKAN ADAYLIĞINA
Mızraklı, Meclis’te bir yılını doldurmadan Diyarbakır’a belediye eş başkanı olarak dönecek gibi görünüyor. Kısa sayılacak bu zaman diliminde Meclis ile ilgili gözlemlerini de sorduk kendisine. Şöyle cevap verdi:
“Bilmedikleri, duymadıkları ne acısını ne mutluluğunu tatmadıkları yerler konusunda ahkam kesen anlayışlar gördük. Ülkenin temel sorunlarını hem yerel hem de küresel ölçekte iyi değerlendiren, analiz eden ve buradan hem insanlık değerlerinin bugüne kadar kazanmış olduğu mevzilerden hem de insanlık penceresinden bakarak meselelere yaklaştığımızda çözümü sağlayabileceğiz. Şunu çok net olarak söyleyebilirim ki, kendi gerçekliğine yabancılaşarak parlamentoda temsiliyet sağlayabilmek mümkün değildir. Bizim bir çıkış noktamız var, o da hakikattir. Varış noktamız vardır, o da hakikattir. Hakikatten sapma gösterdiğiniz zaman esas sorunları yaşarsınız. Hakikatimizin farkında olmamız gerekiyor. Bu hakikat de toplumların, halkların, inançların barış içinde bir arada yaşayabilmelerinin arayışı içinde olmaktır. Bunun farkında olarak her yerdeki yaranın bize dokunabilecek bir yara olduğunu, yeşeren umudun da bize değecek bir umut olduğu gerçeğini görmek gerekiyor. Meclis, Türkiye hakikatleri konusunda bir yabancılık yaşıyor. HDP hariç, bu hakikati yakalama noktasında parti yürütmelerin çok gölgesinde kalan, onun dışına çıkamayan, yani vicdan ve hakikat karşısında alması gereken sağlıklı tutumu almadığına şahit olduk. Birçok kişi, bunun içinde MHP’li vekiller de olmak üzere, ayaküstü konuştuğumuz zaman dışarıda söyledikleri ile içeride el kaldırdıklarının nasıl farklılaşabildiğini gördüm. Orada grup psikolojisinin ciddi anlamda yaralayıcı sonuçlarının olduğunu gördük. Parlamenter sistemin etkisinin tamamen devre dışı bırakıldığı, tek adam yönetimi ile beraber yasama ve denetleme kapasitesinin ötesine çıkarak bir noterlik makamına çevrildiği iklimde parlamento da bulunmak gibi bir talihsizliği yaşadım. Çoğulcu değil, çoğunlukçu anlayışın ne kadar ceberrut anlayış olduğuna tanıklık ettim. Siyasetimizin temel noktası olan çoğulculuğu, yani toplumdaki bütün farklılıkların eşit ve adil temsiliyetini esas aldığımız zaman bunu hiç olmazsa yerel yönetim ölçeğinde ne kadar gerçekleştirebiliriz düşüncesiyle bu görevi kabullendim. Şuna inanıyorum, ben ve benim tabiatımdaki birçok insanın, insan ve toplumla temas edebildiğimiz alanların çoğaldığı, fikriyatımızın daha çok hayat bulabileceği bir alan olarak görüyorum yerel yönetimler sürecini. Yerel yönetim, insanlarımıza aynı göz hizasında bakabileceğim bir alandır."
MESELELERİMİZİ KONUŞMAMIZ GEREKİYOR
"Projeleriniz nedir?" sorusuna Mızraklı, 'proje' kavramına sıcak bakmadığını ifade ederek cevap veriyor Mızraklı... Katılımcı bir yöntemle kenti yöneteceklerini söylüyor: “Bir anne sevgisi ve şefkatiyle Diyarbakır’a bakmamız gerekiyor” dedi. Mızraklı, Diyarbakır’ın kimi sorunlarının çözümü hakkında ise şunları anlatıyor:
“Bu kentin yoksul koridorlarını da varsıl koridorlarını da görüyoruz. Yoksullarına ilişkin hiç mi sorumluluğumuz yok? Kadınların kadın oldukları için kendilerini dezavantajlı, erkeklerin de erkek oldukları için kendilerini avantajlı görebilme gibi bir hissiyatları varsa bunda hiç mi sorumluluklarımız yok diye bakmamız gerekiyor. Genç insanların yaşamış oldukları sorunlar karşısında hiç mi sorumluluğumuz yok? 12 Eylül benzeri bir darbe etkisi yaşayan bir şehirde bu söyleşiyi yapıyoruz. Kimliğimize, inançlarımıza dair yürütülmüş bir darbeden bahsediyoruz, 2 buçuk yıldır süren. Kentsel alanlarda yaratılmış tahribatlardan, demokratik alanlarda yaratmış olduğu yıkıma kadar birçok şeyin bir arada yaşandığı yaralı bir kentte bulunuyoruz. Bu toplumsallığımızı hem onaran hem de rehabilite eden bir kapasite için bizler aracı olmak durumundayız. Bir gücü ve enerjiyi de biriktirmek durumundayız. Burası merkez bir yerdir. Avrupa’nın yolu Diyarbakır’dan geçer denilmemiştir boşuna. Evrensel efektleri olan bir şehrin aynı şekilde evrensel düzeydeki bütün kulvarlarda tanıtımının, duyurusunun ve hem onların buraya davetinin hem de buradan oraya doğru bir takım gelişmelerin olması için önümüzde sorumluluklar duruyor. Sosyo-politik karakteri güçlü, entelektüel karakteri oldukça yüksek bir kentte yaşıyoruz.
Bu kentteki insanlar için çağın ruhunu yakalayan birtakım imkan ve ilişkileri yaratmamız gerekiyor. Bu kent, tarihsel, sanatsal birçok stoku kendi içinde barındırıyor. Kentte yaşayan insanlar açısından kentin yaşanabilir ölçeğinin yükselmesi gerekiyor. Eğitimden sanata, kültürden edebiyata yani her kategorideki insana hitap eden donanımlı bir şehir yaratacağız. Kendi belleğiyle, hafızasıyla, kimliğiyle, değerleriyle barışık, güçlü bir dinamiğin yaşamsallaşması gerekiyor. Proje kelimesini sevmem. Toplumun etkin katılımını ihmal eden bir şeydir. Bir toplum mühendisliği terminolojisi olarak kabul ediyorum. Evet, bütün bu planlamaları yaparken toplumsal katılımını ve onların dinamizmi ile beraber yürüyen bir yolumuz olacak. Katılımcı olacağız. Bütün emek çevrelerini, iş çevrelerini dahil etmeden, kadın yapılarını dahil etmeden, kadın emeğini toplumda görünür ve etkili bir güç olmasını planlamadan çok güçlü bir ilerleyiş yapamayız. Biz toplumsal etkin katılım, toplumun edilgenlik durumunu ortadan kaldıran ve gerçek anlamda demokrasiyi bir yaşama biçimi olarak kabul eden güçlü bir anlayışla yerel yönetim aksını oluşturmaya çalışacağız."
YENİDEN KAYYIM ATANIR MI?
Cumhurbaşkanı Erdoğan yerel seçimler gündeme geldiğinden bu yana birkaç kez gerekirse HDP’nin kazandığı belediyelere yeniden kayyım atayabileceklerini söyledi. Neredeyse bütün belediyelerine kayyım atanmış olan Diyarbakırlılar ise, “Biz seçelim, irademizi ortaya koyalım, sonra isterlerse kayyım atasınlar” diyor. HDP’den belediye başkan adayı olmak bu nedenle kolay olmasa gerek. Bu konuda Mızraklı şunları söylüyor:
“Erdoğan’ın ‘yine kayyum atarız’ tehdidini hukuk dışı olarak tarif ediyorum. Bir ülkede eğer hukuk nizamına uymak gerekiyorsa ilk önce burada demokrasi, seçimler ve oradan çıkmış iradeye uymak birinci sorumluluğumuzdur. Yarın göreceğiz, yüzde 65-70 gibi bir irade açığa çıktığında ‘ben bu iradeyi tanımıyorum’ diyemezler çünkü o zaman kendi durumları da tartışmalı hale gelecek. Toplum, ‘kayyum atansa da biz partimize oy vereceğiz’ derken bir kararlılığı ifade ediyor. Toplum bu politikalara bir anlamda itirazını yükseltiyor. Diyor ki ‘Ben siyasal irademi, yerel yönetimlerde kendi siluetimi görmek istiyorum. Bu siluetimin dışındakiler meşru değildir.’ Biz parti olarak baktığımız zaman, Türkiye’nin bu sancılı süreçten bir çıkış yapması gerektiğine inanıyoruz. Bütün bir ülkeyi tecrit altına almış olan, kendi politik atmosferini bütün bir ülkeye yedirmek isteyen iktidara karşı bir çıkış yoludur burası; bunu bir şans, fırsat olarak görüyoruz. Siyasal iktidar bir şeytanlaştırma politikası yürütürken bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak tam tersine, Allah’ın sevgili melekleri gibiyiz. Hiç de şeytan kategorisinde değiliz. Eşit, adil, kardeşçe bir yaşamın hayata geçebilmesi için de barışın olmazsa olmaz koşul olduğunu düşünüyoruz. Sokaklarında panzerlerin gezdiği değil, insanların güven içine kendi kimlikleri, dilleri ve inançlarıyla özgürce yaşayabildikleri bir barış atmosferinin esas olması gerektiğine inanıyoruz. Bu anlamda demokratik bir cumhuriyet, gerçek anlamda hukukun her birey için eşit ve adil, tarafsız ve bağımsız bir hukuk nizamının esas olması gerektiğini düşünüyoruz. Gerçek anlamda bir toplumsal laikliğin bütün hayat alanlarına yansıması gerektiğini düşünüyoruz. Yerel yönetimler ölçeğinde böyle bir iklim ve hava içerisinde bir buluşmanın gerçekleşmesi gerektiğine inanıyoruz."
17 YILLIK DENEYİM
Büyükşehir ve ilçe belediyelerine atanan kayyımlar, belediye başkanlarının her alanda yürüttüğü çalışmaları ya iptal etti ya da içeriğini değiştirdi. Ayrıca kayyımların kadrolaşma yoluna gittikleri de biliniyor. Dolayısıyla yeni seçilecek belediye başkanlarının işleri bu anlamda da hiç kolay olmayacak.
Selçuk Mızraklı 17 yıllık bir belediyecilik deneyimlerinin olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Bu noktada özellikle 1945’lere gitmek istiyorum. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nın büyük yıkımına rağmen kendisini toparlaması sanıldığından çok daha hızlı oldu. Niye? Çünkü geçmişin bilgi ve tecrübeleriyle kendisini onarma hızı paralel oldu. Bizim de 17 yıllık bir belediye pratiğimiz var. O 17 yıllık belediye pratiğinin toplumca tescil edilmiş, onaylanmış ve yer yer de toplumsal damar içerisinde kurumsallaşmış olan yapıların kendisini toparlaması ve hayata bunu tercüme etmesi çok hızlı olacaktır diye düşünüyorum. Geçmişin bir takım hazır imkan ve ilişkileri ve kapasiteleri güçlü bir şekilde devreye koyabilecektir.”
SEÇİM ÇALIŞMALARI VE SIKINTILAR
HDP’li belediye başkan adaylarının zaman zaman kolluk güçleriyle karşı karşıya geldiği görülüyor. Oysa belediye başkanları henüz seçmenle tanışma turlarını gerçekleştiriyor sadece.
Devlet görevlilerinin kimi zaman bulundukları konumun farkında olmadan davrandığına ve bu nedenle sıkıntıların yaşandığına değinen Mızraklı, yetkililerin önyargılardan kurtulması gerektiğini belirtiyor:
“Özellikle devlet patentli olan kurum ve çevrelerde çok kötü bir önyargı var. Bu önyargı zaman zaman kötü uygulamaların da sebebi olmakta. Kendisini buranın yabancısı durumuna düşüren bir hal almakta. Burada bulundukları pozisyon ve görevlerin topluma hizmet olduğunu, yani toplum üzerinde bir baskı aygıtına dönüşmemek olduğunun farkında olmaları gerekiyor. Temel insan hak ve özgürlüklerin hayat içinde ifadesini bulması için devletin birinci düzeyde sorumlu olduğu bilinciyle davranmaları gerekiyor. Valiliğinden kaymakamlığa, emniyet müdürlerinden tarım ilçe müdürlerine kadar hepsi için esas olması gereken bir durumdur bu. Bulunduğumuz coğrafyanın önemli değerleriyle barışık olmak gibi, ona hürmet etmek gibi bir sorumlulukları olduğunun bilinciyle hareket etmeleri gerekiyor. Ama bunun yansımasını göremiyoruz. Bu ciddi anlamda bir sorun. Bu onların güncel pratiklerine yansıdıkça da evet bir takım sıkıntılar ortaya çıkabiliyor. Bizler barış neferleriyiz. Bizler barışın meşale taşıyıcılarıyız. Dolayısıyla da bulunduğumuz ortamda yürütmüş olduğumuz bu yerel yönetimler sürecindeki politik çalışmalarımız, sosyal alanlardaki çalışmalarımız, hepsi belli bir meşruiyet ile yürütülüyor."
DİYARBAKIR’IN KANAYAN YARASI SUR
Sur ilçesi 4 yıldır Diyarbakır’ın kanayan yarası. İlçenin çatışmaların yaşandığı 6 mahallesi ile kentsel dönüşüm kapsamında yıkılan 2 mahallesi yok artık. bu mahallelerden yüzbinlerce insan göç etti ve gittikleri yerde huzursuz bir hayat yaşıyorlar.
HDP’li belediyeler Sur için ne yapacak? Mızraklı bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Sur, Sur’da yaşayanlara aittir. Sur’un geleceğine ilişkin birçok tasarrufu oluştururken Sur’da yaşayanların iradesinin esas olması gerekir. Sur hepimizindir. Hepimizin ortak hafızasıdır, geçmişidir. Diyarbakır’a ruhunu veren yerlerin başında gelir. Sur’un şahsiyetine en yakışır, en doğru biçimde yeniden imarı için birtakım adımların atılması gerekiyor. Bizim eylem planımızın ana ölçeği Sur’da yaşayanların hak ve taleplerini karşılamak olacaktır. O sokakları bir daha eskisi gibi yapabilmek hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Ama o yaşama kültürünün yeniden hayat bulması için hem birey hem toplum esaslı güçlü bir çalışmayı da yürüteceğiz.”
‘BARİYERLER KALKACAK’
Kayyım atanan bütün belediyelerin önünde bariyerler ve zırhlı araçlar bulunuyor. Bu nedenle belediye binaları polis karakoluna benzetiliyor. Mızraklı'nın yorumu şöyle: “Çok net olarak söyleyeyim, ertesi günü ilk yapacağınız iş nedir diye sorsalar, belediyeler halkındır, kimsenin karakolu, devlet dairesi değildir. Halka ait kurumlardır. Halka ait kurumların kapısı, duvarı olmaz. Önünde bariyer, barikat hiç olmaz. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken işlerin başında bu engellerin kaldırılması olacak. Belediyeleri halkın kendisini rahatça ifade edebildiği, hak, talep veya beklentilerini güçlü bir şekilde seslendirebildiği buluşma yerlerine dönüştürmemiz gerekiyor. Biz bunun sözünü bugünden veriyoruz.”
Şehirde Mızraklı için, “Sadece muayene ettiği, ameliyat ettiği insanlar oy verse seçimi kazanır” deniliyor. Kendisi de bunun farkında. Bugüne kadar yaptığı her işi aşkla yaptığını söyleyen Mızraklı, “Bu kentte yaşayan her kişinin duyduğu kaygının empatisini yapabilen birisi olmak gibi bir sorumluluğum var. Bu kentten güçlü bir karşılık alacağız. Bu güçlü karşılık aynı zamanda büyük bir sorumluluk ve yüktür. O yükü aldığımızın farkında olarak bu yolu yürüyeceğiz” dedi.