Selçuk Şirin: Çocuklardaki ekran bağımlılığının sınıfsal boyutu var
New York Üniversitesi’nde davranışbilim ve istatistik dersleri veren, eğitimden gelişime geniş bir alanda araştırmalar yapan Prof. Selçuk Şirin, çocukların ekran bağımlılığını önlemeye dair basit ve etkili tavsiyelerde bulunuyor. Şirin’e göre işin sırrı demokratik ebeveynlikte olsa da, çocukların ekran bağımlılığının sınıfsal bir boyutu da var. Pandemiyle birlikte avantajlı yüzde 15-20’lik nüfusa karşı nüfusun yüzde 80-85’inin çocukları giderek kayıp kuşağa dönüşüyor.
Zengin azınlık pandemi koşullarına rağmen çocuklarının eğitimi için gereken olanaklara ulaşabiliyorken, nüfusun neredeyse yüzde 80-85’i açısından tamamen kayıp bir yıl yaşandı. Üstelik yapılan bazı araştırmalara göre okulların üç-beş aylık kapalılığı bile uzun vadede eğitime erişenlerle erişemeyenler arasında yılları bulan farklar açıyor.
Diğer yandan okulların açık olduğu istisnai bir dönem dışında bir yıldır eve kapatılmış olan çocuklar açısından televizyon, bilgisayar, tablet veya telefon ekranları neredeyse kaçınılmaz hale geldi. Pek çok ebeveyn çocuklarının “ekran bağımlılığından” yakınıyor. Dahası, bazı bilgisayar oyunları çocuklar açısından ciddi travmalara sebebiyet verebiliyor.
Çocukların gelişim sürecini eğitim politikalarından, ebeveynlikten ama aynı zamanda sınıfsal boyuttan da bağımsız ele almamaya özen gösteren ve pek çok ebeveyn için rehber niteliğinde önerileriyle bilinen, 2019 yılından beri Türkiye’de 1 milyon çocuğa kitap ulaştırmak üzere “1 Milyon Kitap” projesini yürüten New York Üniversitesi öğretim üyesi, yazar Prof. Dr. Selçuk Şirin’e kulak veriyoruz…
Pandemi döneminde, internet erişimi olabilen çocuklar ekran karşısında eğitim almaya çalıştılar. Bu çocukların kahir ekseriyetinin bilgisayar, telefon veya tabletlerden mobil oyunlar da oynadığını düşününce, yeni neslin uzun saatler boyunca ekran karşısında oturduğu, kısıtlamalar dolayısıyla dışarı çıkıp fiziksel aktivitelerde de bulunmadığı görülüyor. Bu süreç çocukların ekran bağımlılığı sorununa nasıl bir boyut katıyor?
Bir kere herhangi bir madde veya davranışın bağımlılığa dönüşebilmesi için ortada belli bir sorunsalın olması gerekiyor. Gerek çocuklar gerekse yetişkinler açısından eğer söz konusu davranış veya madde, gündelik hayatınızda yapmanız gerekenleri aksatıyorsa, çocuğu okuldan, uyku düzeninden, eğitiminden, beslenmesinden, yetişkini işinden-gücünden, sorumluluklarından ediyorsa, bu bir bağımlılıktır. Fakat bunlar söz konusu değilse bir bağımlılıktan söz edemeyiz. Dolayısıyla bağımlılık da kişiden kişiye değişir. Bir çocuk günde iki saatini ekran karşısında geçirdiği halde bağımlı olabilirken, bir başkası beş saat ekran başında olduğu halde, diğer bütün sorumluluklarını yerine getiriyorsa, bağımlı olmayabilir. Yani ekran bağımlılığını süreden ziyade, o davranışın hayatı etkileme gücüne ve ekran karşısında ne yaptığına göre değerlendirmek, tespit etmek gerekiyor.
Bununla ilgili yapılmış bilimsel bir araştırma, varılmış bir sonuç var mı?
Tabii, mesela Amerikan Pediatri Akademisi’nin (American Academy of Pediatrics) geliştirdiği çok basit bir kuramsal çerçeve var. Buna göre çocuklar 2 ila 3 yaşına kadar ekrana hiç ulaşmayacak. Çünkü bu, çocukların beyinlerinin en hızlı ama diyalogla geliştiği bir dönem. Ekran karşısında ise bir diyalog yok. Oysa çocuk güldüğünde karşıdan da bir tepki alabilmeli. Ekranla çocuk arasında ise böylesi bir interaktif ilişki söz konusu değil. Çocuk ekran karşısında tamamen pasif, edilgen konumda. Amerikan Pediatri Akademisi’ne göre çocuklar 3-6 yaş arasında ebeveyn gözetiminde, içeriği kontrol edilecek şekilde günde 1 saat ekrana bakabilecek. Okula başladıktan sonra da oturup çocuğunuzla bir mukavele imzalayacaksınız.
ÇOCUKLARIN, EKRANIN NE ZAMAN VE NEREDE KAPALI OLACAĞINI NET OLARAK BİLMESİ GEREKİYOR
Nasıl bir mukavele?
Ekran başında geçirilecek zaman konusunda çocuğun da sürece katılımını sağlayarak, “şu günlerde, günün şu saatlerinde ekrana bakabilirsin” diyeceksiniz. Ama aynı zamanda ekransız zaman ve mekânları da belirleyeceksiniz. Örneğin çocuğun uyuduğu odada herhangi bir ekran, yani televizyon, tablet, telefon, bilgisayar filan olmayacak. Tabii bu, çocuğun kendine ait bir odasının bulunduğu lüks koşullar için geçerli. Keza çocuğun uykudan önce ekrana bakmaması, uykusunu bozacak unsurlardan uzak kalması gerekiyor. Ailenin toplu olarak veya çocuğun tek başına yemek yediği sofrada da kesinlikle ekranların kapalı olması lazım. Yani gün içinde ekransız zamanların belirlenmesi çok önemli.
Ekranlı zamanlar mı, ekransız zamanlar mı?
Bu, önemli bir ayrıntı aslında. Dikkat ederseniz daha ziyade ekransız zamanların belirlenmesinden söz ediyoruz. Çünkü ekranlar artık gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Çocukların, hangi zamanda ve hangi alanda ekranın kapalı olacağını net olarak bilmesi gerekiyor. Fakat tabii tüm bu söylediklerim aslında pandemi öncesinin gereklilikleriydi.
Uzun aylar boyunca evde kapalı kalan çocuklar açısından ekran, dış dünyayla bağlantı aracı haline geldi. Dolayısıyla artık ekran karşısında geçirilen süreden ziyade, ekranda izlenen görüntünün niteliği bizim açımızdan daha hayati hale geldi. Nitekim örneğin YouTube’da öyle videolar var ki, çocuk oradan tarih, matematik, deney, müzik, resim öğreniyor. Bu videoları izleyen çocuk için “ekranda üç saat geçirdi, bu bir bağımlılık” demek doğru değil. Aksine, çocuk o sayede yeni beceriler kazanabiliyor. Pandemiyle birlikte meselenin bu boyutunun bizim açımızdan daha da berraklaştığını söyleyebilirim.
Fakat çocukların videolar kadar bilgisayar oyunlarına dair bağımlılığı da büyük bir mesele. Çocukları bu oyunlardan nasıl koruyabiliriz?
Aslında beceri kazandırıcı videolar kadar, çocukların zekâsını pozitif etkileyen oyunlar da var. Bazı oyunlar hem matematik beceresini geliştiriyor hem de çocukların başkalarıyla etkileşimini sağlıyor. Zihinsel esnekliği sağlayan bu tür aktivitelerin, oyunların çocuklar açısından faydalı olduğu biliniyor.
ÇOCUKLARA ÇOK ERKEN YAŞTA HAZZI ERTELEMEYİ ÖĞRETMEMİZ GEREKİYOR
Ne tür oyunlardan söz ediyorsunuz?
Binlerce oyun var ama örneğin Minecraft oynayan çocukların matematik başta olmak üzere bazı alanlarda beceriler sağladığını, bu açıdan Minecraft’ın legoların yarattığı etkiye benzer bir zihin geliştirici oyun olduğunu biliyoruz. Zihinsel esneklik kadar çocukların birlikte problem çözmeleri, böylesi bir sosyal etkileşim içinde olmaları çok önemli. Biz yetişkinler son zamanlarda Clubhouse’a çok ilgi duyuyoruz ama çocuklar yıllardır internette buna benzer oyun kanallarını birer etkileşim araçları olarak kullanıyor, sesli olarak birlikte problem çözüyorlar. Dolayısıyla ekranın artık tek başına iyi veya kötü olduğunu tartışmıyoruz. Ekranlar yaşamımızın vazgeçilmez unsurları ve evet, çocukları belli bir yaşa kadar bunlardan uzak tutmanız gerekiyor. Ama çocuk okul yaşına geldiğinde, artık ekransız bir hayat mümkün olmuyor.
Fakat sizin “Yetişin Çocuklar/Bebeklikten Ergenliğe Çocuk Yetiştirme Kılavuzu” kitabınızda “ihmalkâr” olarak tanımladığınız pek çok ebeveyn, gündelik işlerini de yürütebilmek için çocukların eline varsa tablet veya telefon veriyor ve çocuklar tüm gün ekrandan başlarını kaldırmıyorlar…
Tabii, bu ayrı bir sorun. Bir kere çocuklara çok erken yaşta “sebatı” yani hazzı erteleme davranışını öğretmemiz gerekiyor. Biz buna yönetsel beceriler veya duygu yönetimi diyoruz. Çocuklar erken yaşta herhangi bir haz duygusunu erteleyebilmeyi, plan yapmayı, konuşma veya oyun sırasını beklemeyi öğrendiklerinde, duygularını daha rahat kontrol edebiliyorlar. Ebeveynler çocuklara bunu öğretmezlerse, isteği yerine gelmeyen çocuğun tepkisel davranmasının önüne geçemezler. Bugün ekran isteği yerine gelmediği için oluşan tepkisellik, yarın başka bir alanda, belki çok daha büyük bir sorun olarak cereyan eder.
BİLGİSAYAR OYUN ŞİRKETLERİ BİRER UYUŞTURUCU TACİRİ GİBİ, ÇOCUKLARI EKRANA HAPSEDECEK OYUNLAR GELİŞTİRİYOR
Peki ebeveynlerin çocuklarıyla “ekran mücadelesinin” bu kadar hayati hale gelmesinin nedeni ne?
Aslında şu anda ebeveynler kendi çocuklarıyla değil, esas olarak milyonlarca dolarlık devasa bir sektörle mücadele içindeler. Birer uyuşturucu taciri gibi, çocukları ekranlara, bilgisayar oyunlarına hapsetmeye çalışan ve bunun üzerinden yükselen bir sektörle karşı karşıyayız. Öyle bilgisayar oyunları üretiliyor ki, ebeveynlerin çocuklarını bundan koparmaları büyük mücadele gerektiriyor.
Bu oyunları nasıl tasarlıyorlar? Çocuklar nasıl bağımlı hale geliyorlar?
Tıpkı bir uyuşturucu tacirinin en fazla bağımlılık yapan pek çok maddeyi bir araya getirip yeni bir kokteyl oluşturması ve satması gibi, çocukların en sevdiği on oyunu alıyorlar mesela; o on oyunda çocukların en çok odaklandıkları bölümleri tespit ediyorlar ve bunun üzerinden yeni bir oyun geliştiriyorlar. Böylesi bir sektörle karşı karşıya kalan ebeveynler hele ki çocuklarına biraz ilgisizlerse, çocuklarını tanımıyorlarsa, ortam da buna müsaitse, çocuklarını ekrandan uzaklaştırılmaları söz konusu olmaz. O yüzden ebeveynler erken yaştan, yani okul öncesi dönemden itibaren çocuklarına demin bahsettiğim yönetsel becerileri kazandırmak durumundalar. Duyguları kontrol etmeyi, hazları, arzuları ertelemeyi, ihtiyaçlara göre öncelikleri sıralamayı, planlama yapmayı erken yaşta öğretmezseniz, yaş ilerledikçe bunu sağlamak imkânsız olur. Eğer bir çocuk ortaokul, lise çağına kadar ekran karşısında herhangi bir denedim ve gözetim olmadan kalmışsa, bilgisayar oyunlarının bir nevi uyuşturucu haline geldiği bir ortamdan uzaklaştırılması çok zor. Bu oyunlardan kaynaklı çocuk intiharları çok ciddi boyutlara varmış durumda. Bu açıdan bakıldığında çocukların ekran bağımlılığının madde bağımlılığından farkı yok.
OYUN ŞİRKETLERİNİN ELİNDE OLMAYIP DA BİZİM ELİMİZDE OLAN BİR GÜÇ VAR
Çocuk intiharlarından söz ederken, Mavi Balina oyunundan mı söz ediyorsunuz? Çünkü bu oyunun pek çok ülkede olduğu, elli bölümden oluştuğu ve son bölümde oyuncunun intihar etmesinin istendiği iddia ediliyor…
Tabii bu oyun da var. Bu tür oyunlar, dediğim gibi belli algoritmalar kullanılarak, en fazla bağımlılık yaratan unsurlar bir araya getirilerek geliştiriliyor. Pazarlamacılar deneklerin beynine birtakım elektrotlar yerleştirip önlerine oyunu koyuyorlar. Çocukların oyunun hangi sahnesine daha çok ilgi gösterdiğini, oyunun neresinden vazgeçip neresinde kaldıklarını artık oyun şirketleri biliyor. Dediğim gibi, Minecraft gibi yaratıcı oyunlar varken, esas tehlike bu bahsettiğim uyuşturucuya benzer oyunlarda. Fakat bu oyun şirketlerinin elinde olmayıp da bizim elimizde olan bir güç olduğunu unutmayalım.
Nedir o güç?
Ebeveynler olarak çocuğun zamanını ve mekânını kontrol etme gücümüz var. American Academy of Pediatrics’in geliştirdiği, pek çok kurumun da kabul ettiği evrensel standarttan söz ediyorum. Yani çocuğun 2-3 yaşına kadar ekrandan uzak tutulması, 3 yaşından itibaren, içeriği mümkünse önceden izlenmiş, günde toplam 1 saatlik ekran zamanı. Okul başlayana kadar da mümkünse oyunlarla hiç tanışmaması. Okul başladıktan sonra da çocukla karşılıklı mukavele imzalanması.
3 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN ÖNÜNE EKRANI KOYUP YEMEK YEDİRİYORSANIZ, ON YAŞINA GELDİĞİNDE 'NEDEN BAĞIMLI' DİYE SORMAYIN
Çocuğun bilgisayar oyunlarıyla okul başladıktan sonra da karşılaşmamasını sağlamak daha sağlıklı değil mi?
Çocuk okula başladıktan sonra bunu yapmanız epey zor. Çünkü evde hiç bahsi geçmese de okulda akranlarından öğreniyorlar. Bütün çocuklar bilgisayar oyunlarından söz edip de sizinki bundan bihaberse, bu sefer sosyal ortamdan mahrum kalabiliyor. Bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde futbol takımlarının müsabakalarıyla ilgili gelişmeler birer sosyalleşme konusuydu. Şimdiki çocuklar da pazartesi okulda buluştuklarında oynadıkları oyunu konuşuyor, onunla ilgili sohbet ediyorlar. Dolayısıyla siz bu çağda ne bunun önüne geçebilirsiniz ne de bunun önüne geçmenin iyi olduğundan eminiz. Sonuçta dediğim gibi, her oyun illa bağımlılık yaratıyor veya kötüdür diyemeyiz. Ayrıca çocukların arkadaşlıklar, dostluklar kurdukları, beraber sorun çözdükleri oyunlar var. Yani yasaklamak çözüm değil.
Çoğu ebeveyn bilgisayar oyunlarından hiç anlamıyor ve hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu ayırt edecek durumda değil. O yüzden de bir süre sonra çocuklar ebeveynleri yönlendiriyor ve belli oyunları indirmeye veya satın almaya zorluyor. O halde her bir ebeveyn oyunlar hakkında birer araştırmacı mı olmalı?
Bu sorunun, çocukların karşılaşabilecekleri diğer bağımlılıklardan veya sorunlardan bir farkı yok. Çocuklar okula gittiğinde uyuşturucuyla veya sigarayla muhatap olduklarında aynı sorun söz konusu. Keza çocukların yaşadıkları kaygı gibi psikolojik sorunlar için de durum aynı. Okulda uyuşturucuyla karşılaşma ihtimali dolayısıyla bir ebeveynden dedektiflik beklemezsiniz. Psikolojik sorunlarını çözmesi için psikolog olması da beklenmez. Burada ebeveynin, çocuğuyla ilgili sorunları veya karşılaşabileceği riskleri dert edinmesi gerekiyor. “Saldım çayıra, mevlam kayıra” yaklaşımı olmamalı. Çocuğun hangi yaşta hangi içeriğe muhatap olabileceğine dair internette çok iyi kaynaklar var. Benim iki oğlum var ve her ikisi de bilgisayar oyunlarına çok düşkün. Ama belli bir yaşa kadar hangi oyunları alıp almayacaklarına birlikte karar verdik. Şiddet içeren oyunları aldırmadık. Zaten bu iş baştan başlar. Belli bir yaşa gelmiş çocuğa yeni davranış kazandırmak veya alıştığı davranışını değiştirmek çok zor. Çocukla ortaokul-liseye kadar hiç ilgilenmediyseniz, maalesef pek çok şey için artık çok geç. Üç yaşındaki çocuğun önüne ekranı koyup yemek yediriyorsanız, on yaşına geldiğinde “neden bu çocuk bağımlı oldu” diye sormanın bir anlamı yok. Çünkü daha üç yaşından beri o çocuğu, yemek gibi temel bir ihtiyaçla ekran arasında şartlandırmışsınız zaten.
EKRAN BAĞIMLILIĞININ SINIFSAL BOYUTU DA VAR
Çocuğa “ekran hakkını” ödül-ceza yöntemiyle vermek nasıl fikir?
Çocuğu cezalandırmak için “artık hiç ekran yok” demek de doğru bir yöntem değil. Kendi evinde oynayamayınca bu sefer komşuya gidecek, arkadaşına başvuracak. Yasaklamak da, başıboş bırakmak da çözüm değil. Öte yandan Türkiye’de ergenler çok erken yaşta pornoyla tanışıyorlar. Çeşitli istatistiklere göre Türkiye, pornoya erişim konusunda ilk on ülke içinde yer alıyor. Keza aptallaştıran, hiçbir fayda sağlamayan ama çocukları saatlerce ekran başında tutan oyunlar da var. Bütün bu tablo içinde esas mesele sizin süreci yönetmenizdir. Benim tavsiyem, ekransız zaman ve mekânları erken yaştan itibaren, çocuğun katılımıyla, onunla diyalog sonucu net bir biçimde belirlemek. Şunu da hep sormalıyız: Çocuk niye ekrana gider? Ebeveyniyle vakit geçiremeyince… Bu işin sınıfsal boyutu da orada devreye giriyor.
Nasıl yani?
Eğer eğitimli anne-baba varsa, çocuğuyla kaliteli vakit geçirebilecek kadar evde durabilecek imkâna sahipse, beyaz yakalılar için söylüyorum, ekran bağımlılığı zorunluluktan ziyade tercih gibi oluyor. Ama sınıfsal olarak bu imkâna sahip olamayan, anne-babanın çalışmak zorunda olduğu sayısız aile var ve bu ailelerin çocukları açısından ekran kaçınılmaz oluyor. O yüzden dar gelirli ailelerde ekran bağımlılığı maalesef daha yüksek.
Ebeveynlerde de ekran bağımlılığı çok yaygınken, çocukların bundan azade kalması mümkün mü? Çocukların ekran bağımlılığından kurtulması için öncelikle ebeveynin bu bağımlılıktan kurtulması gerekmiyor mu?
Kesinlikle! Ben mesela sosyal medyaya çok giriyorum. O yüzden ben de kendime güvenmeyip belli süre kullanımdan sonra ekranın kendiliğinden kapanmasını sağlayan tedbirler koydum. Ayrıca örneğin yemekten sonra bir-iki, haftasonları iki-üç saatlik zaman dilimleri belirlediğinizde ve bunu çocuğa erken yaşta uygulattığınızda ileriki yaşlarda da işiniz kolaylaşıyor. Benim ergen çocuğum hâlen yatağına gittiğinde yanına telefonunu alamıyor mesela.
OTORİTER, SERBEST VE İHMALKAR EBEYENLİĞE KARŞI DEMOKRATİK EBEVEYNLİK
Kitabınızda, otoriter, demokratik, serbest ve ihmalkâr olmak üzere dört tür ebeveynlik tarzından söz ediyorsunuz. Otoriter ebeveynlikle ihmalkâr ebeveynlik arasındaki sınırı nasıl belirleyebiliriz?
Bu dört kategoriden üçü, psikolog Diana Baumrind tarafından yarım yüzyıl öncesinde belirlendi. Kitapta da aktardığım gibi Baumrind, okul öncesi dönemdeki çocukları ve ebeveynlerini ev ortamında, gözlem testlerle inceleyerek bir dizi önemli çalışma yürüttü. Baumrind’ın verileri 1960’ların başında Berkeley, Kaliforniya’da toplandı. Aynı çocukları 8-9 yaşlarına geldiklerinde tekrar gözlemleyen Baumrind, çocuk yetiştirme tarzlarını otoriter, serbest ve demokratik olmak üzere üç ana kategoride topladı. Eleanor Maccoby ve John Martin ise Baumrind’in bu üç ana kategorisine dördüncüyü ekledi: İlgisiz veya ihmalkâr ebeveynlik. Bu kategoriler birbirinden farklı kültürlerde de test edildi ve evrensel bir kabul halini aldı. Ebeveynlik derken iki önemli faktörden söz ediyoruz: İlki sevgi veya şefkat, ikincisi de kontrol. Ne kadar kontrol ediyorsunuz, ne kadar şefkat gösteriyorsunuz? Sözünü ettiğimiz dört kategori, bu iki faktöre göre belirleniyor. Eğer çok kontrol varken sevgi ve şefkat yoksa, o zaman otoriter ebeveyn oluyorsunuz. Böyle bir durumda çocuğa sadece emir veriyorsunuz ve ilişkinizin emir-komuta zinciri içinde oluşmasına yol açıyorsunuz. Bu tarz ebeveynlikte çocuklar, özellikle ilkokul yıllarında biraz başarılı da oluyorlar. Ama ortaokul ve liseden sonra davranış bozuklukları başlıyor. Çocukla ebeveyn arasındaki ilişki güvene değil otoriteye dayandığı için, hem sosyal hem de psikolojik olarak gerek ebeveyn gerekse çocuk çok ciddi sıkıntılar çekiyor.
Peki çocukla kontrolün de sevginin de çok olduğu bir ilişki kurulamaz mı?
Tabii, bu da demokratik ebeveynliğe denk geliyor. Biraz önce konuştuğumuz ekran meselesinde olduğu gibi hem çocuğa mümkün olduğu kadar sınırlar koyuyorsunuz hem de çocukla sevgiye, şefkate, saygıya dayalı bir ilişki yürütüyorsunuz. Dolayısıyla çocuğun mizacını, beklentilerini biliyorsunuz, kural koyuyorsunuz ama kuralları esnetmeyi de biliyorsunuz. Beklentileri değiştiğinde çocuğun sizi ikna edebilmesi de gerekiyor. Sonuçta ebeveynlik tek yönlü değil, çocukla birlikte şekillenen bir pozisyon.
Çocuğu doğurmuş ama ne bir kontrol mekanizması kuruyor ne de ona şefkat gösteriyorsanız, ebeveynlik görevinizi yapmıyorsunuzdur. Çocuk akşam kaçta geldi, yemeğini yedi mi, dersine çalıştı mı, bilgisayarda ne oynuyor, ne izliyor, kimlerle nasıl bir ilişki kuruyor, bunlarla ilgilenmiyorsanız, ama aynı zamanda bir sevgi ve şefkat de göstermiyorsanız ihmalkâr ebeveynsinizdir.
“Serbest” ebeveynliğin bundan veya demokratik ebeveynlikten farkı ne?
Serbest ebeveynlikte kontrol yok ama sevgi ve şefkat var. Türkiye’de en yaygın ebeveynlik de bu galiba. Her istediği yerine getirilen, hiçbir sınır konmayan, sevgi ve şefkatin bol verildiği çocuklar şımarıklaşıyor. O zaman çocuk evde hakikaten mutlu olabiliyor. Ama evin dışında, başka yetişkinlerle karşılaştığında bir bakıyor ki kısıtlamalar var. Öğretmen kontrol koyduğunda çocuk afallıyor veya arkadaşlarıyla ciddi sıkıntılar yaşıyor. Sonuç itibariyle bu dört tarz ebeveynlik üzerine çok uzun ve geniş araştırmalar yapılmış ve sonuçta demokratik ebeveynlikte çocukların özgüveni yüksek oluyor. Bu da belli alanlardaki kontrollere uyma becerisini artırıyor. Öyle olunca da bu çocukların ekran bağımlısı olmaması daha mümkün hale geliyor. Dolayısıyla ekran bağımlılığının panzehiri demokratik ebeveynlik. Çünkü çocuk kendi kendini yönetme, sorumluluk alma becerisine sahip oluyor. Ebeveynin yönlendirmesi olmadan, “Bugün dersim var, ekrana bakmayayım” diyebiliyor.
PANDEMİDE NÜFUSUN YÜZDE 15-20’Sİ İLE YÜZDE 80-85’İ ARASINDAKİ SINIFSAL MAKAS ÇOK DAHA AÇILDI, KAYIP BİR KUŞAK OLUŞTU
Son bir yıllık pandemi koşullarında yeni nesil çocuklar eve kapandı, ekrandan eğitim gördü, sosyalleşemedi ve bu süreç henüz bitmedi. Siz bu koşulların çocukların geleceğine nasıl bir bakiye bırakacağını düşünüyorsunuz?
Şu ana kadar konuştuğumuz meselelerin tümünün sınıfsal bir boyutu var. Pandemi dolayısıyla okulların kapanması da sınıfsal çelişkileri çok ciddi boyutta artırmış durumda. Bu açıdan bakıldığında aslında iki ayrı Türkiye’den söz etmemiz gerekiyor. Siyasal kamplaşmalardan dolayı bu iki ayrı Türkiye’yi pek tartışmıyoruz ama esas mesele bu aslında. Birinci Türkiye’de nüfusun yüzde 15-20’si Norveç, Finlandiya gibi ülkelerin koşullarına yaklaşan olanaklara sahip. Bunların çocukları çok iyi eğitim görüyor, yurtdışında tatile gidiyor. Bu çocukların kendilerine ait odaları, bilgisayarları, internet erişimleri, evde kitaplıkları var. Aynı zamanda bu çocukların anne veya babalarından biri üniversite mezunu. Nüfusun bu yüzde 15-20’lik kesimi için pandemi koşulları hem kendileri hem de çocukları için çok ciddi sıkıntılar yaratmadı. Çünkü bu çocuklar pandemide de öğrenmeye devam edebildi. Hatta evde çocuk-ebeveyn paylaşımı kaliteli biçimde arttı. Geriye kalan yüzde 80-85’lik Türkiye için pandemi koşulları tam bir kayıp kuşak yarattı. Bu çocuklar, okulun kapalı olduğu her gün öğrenme kaybı yaşıyor.
Bunun telafisi mümkün değil mi?
Pakistan’da yıllar önce yapılan bir araştırmada deprem nedeniyle 55 gün boyunca okulların kapalı kalmasının, okulların açık olduğu bölgedeki çocuklarla mukayese edildiğinde 1,5 yıllık bir kayba sebebiyet verdiği ortaya çıkmış. Dolayısıyla birkaç aylık öğrenme kaybının bile uzun vadede birkaç yıllık kayba neden olduğunu biliyoruz. Anne-babası iyi eğitim alamamış, evinde kendi odası, bilgisayarı, interneti, kitaplığı olmayan çocuklar eğitimden tamamen kopmuş durumda. Eğer çok çok radikal bir önlem alınmazsa, özellikle ilkokul çağındaki çocuklar maalesef yüzde 15-20’lik kesimin çocuklarıyla farkı hiçbir zaman kapatamayacaklar. Bu da uzun vadede Birinci Türkiye’nin yüzde 15-20’siyle İkinci Türkiye’nin yüzde 85-85’i arasındaki makasın rekor düzeyde açılacağı anlamına geliyor. Bu makas zaten daha önce açılmıştı, şimdi iki, üç kat daha artacak.
Benim üç tane çok somut önerim var. Birincisi, yaz tatilleri dahil, çocukların okulda zaman geçirme süresini artıracak önlemler alınmalı. Çünkü yoksul çocukların okul dışında öğrenme şansı yok. Çocukların yüzde 80’inin evinde çocuk kitabı yok. İkincisi, üniversite sınavları dâhil olmak üzere İkinci Türkiye’den gelen çocuklara “mağduriyet puanı” verilmesi gerekiyor.
Bu nasıl tespit edilecek?
Yaşadığı yere, ailesinin sosyo-ekonomik koşullarına, entelektüel sermayesine vs, göre çok basit bir algoritmayla bunu tespit etmek mümkün. Bu çocuklara sınavlarda mutlaka ek puan verilmesi gerekir. Eğer birileri çıkıp “sınavda başarısız olan çocuğa ek puan verirsen, geldiği okulda da başarısız olur” derse, Türkiye’de sınavların hiçbir şeyi tahmin etmediğini, sınavda alınan puanla okul puanı arasındaki korelasyonun çok düşük olduğunu, pek çok ülkenin bu nedenle sınav yöntemini terk ettiğini, benim şu anda ders verdiğim New York Üniversitesi’nin örneğin, ders sınavlarından vazgeçtiğini hatırlatmak isterim. Üçüncü olarak da, Türkiye’de eğitim teknolojileri alanında inovatif yaklaşımların neredeyse tamamı Birinci Türkiye için geçerli. Ama dünyada yoksul kesimlerdeki çocukların eğitimi için pek çok inovatif çözüm var. Bunlardan bir tanesini ben Türkiye’de 1 Milyon Kitap Projesi’yle uyguluyorum ama yetmiyor. Türkiye 83 milyon nüfuslu bir ülke ve makası kapatmak için yaratıcı program ve projelere, politikalara ihtiyacımız var. Eğitimde mutlaka toplumsal temeli sağlam, adil bir kalkınma hamlesi yapmamız gerekiyor.
Aksi halde?
Aksi halde senin-benim gibi yoksul ailelerin çocuklarının ortaya çıkması bir daha mümkün olmayacak. Ben ODTÜ’de hazırlık okuduğumda, sınıfımın yarıdan fazlası kırsaldan gelmişti. Bizim 12 kişilik yurt odamızda neredeyse herkes kırsaldan gelen, yoksul aile çocuklarıydı. Maalesef bunun devam edebilmesinin koşulları ortadan kalkıyor. 83 milyonluk bir ülkeyi, 7 farklı coğrafi bölgeyi, köyü, kenti, kasabayı, büyükşehiri, tek bir düğmeye basarak “okulları açtım, okulları kapattım” diyerek yönetmeye kalkarsanız hiçbir sorunu çözemezsiniz.