Selim Evci: 'Sinema içsel bir süreç'

Venedik Film Festivali'nde yarışan 'İki Çizgi' filminin yönetmeni Selim Evci ile, sinemaya ve yönetmenlik serüvenine dair konuştuk. Evci, 'sinemasının ideolojik bir kaygı taşımadığını ve filmleriyle kendini tanımaya çalıştığını' söyledi.

Abone ol

Selim Evci, senarist, yönetmen ve yapımcı. Sanatçı 2002 yılında İFSAK Film Atölyesi'ni oluşturdu, burada 6 yıl eğitim verdi. İlk uzun metraj filmi İki Çizgi'nin yapım aşamasını, sinemaya dair görüşlerini ve festivallere katılma süreçlerini anlattı.

Çocukken çok film izler miydiniz?

Öyle film izleyeyim, yönetmen olayım gibi bir durumum yoktu. Hatta filmler bana uzak bile gelirdi. Ortaokuldayken, "bunlar nasıl yapılıyor" diye düşünürdüm ama o kadar... Müzikle ilgileniyordum daha çok. Gitar çalardım…

İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?

İzlediğim ilk filmi hatırlamıyorum da, etkilendiğim filmleri hatırlıyorum. "Geleceğe Dönüş". Çok etkilenmiştim o filmden. Bir de TRT’de bir dizi vardı o zaman, "Kavanozdaki Adam" diye. O da etkileyici gelmişti o zamanlar.

Üniversitede sinema okuma meselesi nasıl oldu?

Babam ticaretle uğraşıyordu. Ben de müzikle ve biraz biraz da fotoğrafla ilgileniyordum. Konservatuvara gideyim desem, babam istemeyecek, biliyorum. Ona çok sert gelirdi direkt konservatuvara gitsem, o dönemde belli hayaller kurmuş. O yüzden dedim ki "radyo sinema televizyon okuyacağım". "Televizyoncu olurum" dedim. O zaman da yeni yeni televizyon kanalları kuruluyor ve çok popüler bir alan… Öyle deyince ikna oldular.

'HAYALİNİ PERDEDE İZLİYORSUN...'

Selim Evci

Sonra?

Sonra okumaya başladım işte. Bir kısa film çektim. Hatta onun müziklerini de yaptım. O kısa filmden sonra sinemanın güzel gelmeye başladı. Bir hayal kuruyorsun ve perdede onu izliyorsun... Çok büyülü bir an.

Okul döneminde birçok kısa film yapıyorsunuz.

Tabi, o dönem kısa filmler çektim. Belgeseller yaptım. Süha Arın Hoca, benim için çok önemli… Okuldan sonra hiç kısa film yapmadım ama.

Okul bitince İFSAK’ta kısa film atölyeleri yapıyorsunuz. AKBANK Kısa Film Festivali’nin de yürütücülüğünü yapıyorsunuz.

Kısa filmi seviyorum. O dönemlerde Süha Arın’ın tavsiyesiyle başladım atölyelere. İFSAK’ta kısa filmler gösterdik, ondan sonra da ben, "kısa film atölyeleri yapalım" dedim. Atölye yaptık 15 dönem, bir sürü kısa film çektik. O süreçten sonra AKBANK kısa film festivali projesi oluştu. Benim için de değerli bir alan… Kısa filmleri izlemek, program oluşturmak…

'OLMAYANLAR ÜZERİNE DÜŞÜNMEK VAKİT KAYBI'

İlk uzun metraj filminiz "İki Çizgi"nin senaryosu nasıl ortaya çıktı?

Okulun son senesi düşünmeye başladım, bitince de biraz olgunlaştı. Nasıl ortaya çıktı? İzlediğin filmler, okuduğun kitaplar, hayattan duyduğun, gözlediğin olaylar… Onların sende bıraktığı tortu sonucu böyle bir şey çıkıyor ortaya.

Siz "İki Çizgi"nin yapımcılığını da yapıyorsunuz. Senaryo tamamlandıktan sonra para bulma meselesini nasıl hallettiniz?

Senaryo ortaya çıktıktan sonra şikâyet edilen şeyler olur ya hani, "o yok, bu yok, o yüzden nasıl olacak bu film?" gibi şeyler, onları hiç kafaya takmadım ben. Olmayanlar üzerine düşünürsem vakit kaybederim çünkü. Bu yüzden olanlar üzerine bir program oluşturdum.

Bir şeyi gerçekten istiyorsan yaparsın. Ayağını yorganına göre uzatırsın. O filme başlamadan önce çok küçük bir bütçem vardı. Öğrencilerle, profesyonelleri birleştirerek bir ekip kurdum. O kadar düşük bir bütçeyle çektik ki o filmi… Ufak bir banka kredisi de almıştım. 70- 80 bin lira gibi bir paraya çektik o filmi.

Kendi kameramla çektim. Sony Z1’le… Kurgusunu da kendim yaptım. Okuldayken çok ilgiliydim zaten teknik meselelere… Işık, kurgu, renk… O setten herkes gitse de ben o filmi tamamlardım zaten. Bu sizi özgürleştiriyor da zaten. Başka bir şeye muhtaç olmama hali…

Film bittikten sonra da festival süreci başladı tabi…

Vallahi çok büyük sürpriz oldu bize de. Venedik Film Festivali’ne kabul edildik. İstiyorduk tabi ama beklemiyorduk. Onun öncesinde Montreal Film Festivali filmi onayladı. Çok sevindik hatta… Dedik ki "biraz daha bekleyelim, daha Venedik açıklamadı!" Ama çok da bir umudumuz yoktu yani. Kabul edildik.

Çok büyük tecrübe oldu ama çok da zordu benim için. Heyecanlıydık. Çok da iyi değerlendirmedik tabi dünya satışları anlamında. Biz biraz daha "hayatta kalmaya çalışan yapımcı modeli" olduğumuz için çok iyi geçmedi o süreç. Başka bir yapımcı iyi satış yapabilirdi. Türkiye’de vizyona girdik… O dönemde bazı festivaller gösterim ücreti veriyordu. Onlarla beraber filmin bütçesini geri kazandık diyebilirim. Hatta ufak da bir kar etme durumu da oldu.

O dönemde Beykent Üniversitesi’nde sinema derslerinde hocalık da yapmaya başlıyorsunuz.

Evet, bir dönem yaptım. Ben seviyorum öyle, ders anlatmayı, atölyeler yapmayı… Kafanı topluyorsun çünkü o süreçlerde. İyi geliyor sana da. Zihin boş durmuyor o süreçte. Bir dönem yaptım, evet ama sonra sıkıldım. Atölyeler gibi değil çünkü… Atölyelerde, gelenler iştahlı oluyor ama okullarda öyle bir durum yok. O yüzden bıraktım okulda ders vermeyi. Ara ara atölyelere devam ediyorum işte.

.

'VENEDİK SONRASI BİLE BAKANLIK DESTEK VERMEDİ' 

"Rüzgârlar" ve "Saklı" filmlerinizde, festival ve dağıtım süreci nasıl geçti?

Filmi bir şekilde bitiriyorsunuz ve festival yolculuğu ve dağıtım süreci başlıyor. O süreç de zor ama bir şekilde filmleri dünyanın farklı bölgelerinde de seyirciye ulaştırabildik.

Ön aşaması nasıldı peki?

"Rüzgarlar"da Hollanda’dan Hubert Bals fonu kazandık. Filmi de 35 mm çekmek istiyordum. Euroimages dosyaları hazırlandı. İki tane Avrupalı yapımcı bulduk. Bütçeli iş… Bakanlıktan projeye destek alamadık. Avrupalı yapımcılar çekildiler hemen. Euroimages’a başvuru yapamadık. Ekipten bir arkadaşımızın sesi kısıldı hatta. (gülüyor) Çok hazırlanmıştık çünkü. Bir önceki film Venedik’’te yarışmış ama bakanlık destek vermedi.

Ekipten arkadaşlar filmin çekilmeyeceğini düşünmeye başladı. Olumsuzlıklar hayatın içinde olağan şeyler… O süreç, çok büyük tecrübe oldu tabi. Mark2’leri keşfettim ben o süreçte. “Filmi bir şekilde çekeceğim” dedim, bütçeyi düşürdük, "neyle çekeriz?" derken Mark2’leri keşfettim, lensleri ayarladık ve filmi çektim.

Hatta şöyle de bir yararı oldu o sürecin: Mark2’leri reklamda da kullanmaya başladık, kiralama da yaptık. Öğretici oldu. Her film bir tecrübe sonuçta… Bu işin zanaat tarafı da var. Yaparak öğreniyorsun. Bir şekilde varmak istediğin yere varıyorsun sonuçta. Film bitince 35’e bastık filmi.

Sonrasında da "Saklı" geliyor. En bütçeli işiniz sanırım. Afişi görüyorum, "bakanlık"ın logosu var.

(gülüyor) Evet, en bütçeli işimiz oydu. F65’le çalıştık. Orada da başka şeyler öğrendik, yeni tecrübeler kazandık.

'SİNEMA İÇSEL BİR SÜREÇ'

Sinema yapmanın sizin için nasıl bir ideolojik kaygısı var? Sosyal, kültürel, sanatsal ve ekonomik kaygılarınız nedir?

Hiçbir ideolojik karşılığı yok. Yaptığım filmlere bakarak, kendimi tanımaya çalışıyor olabilirim. Bu biraz içgüdüsel bir şey… Sinemanın bir misyonu olduğu, toplumlara yön vermesi gerektiği noktalarına çok da katılmıyorum. Sinema, çok içsel bir süreç… Üretim biçimi de öyle. Çok kapalı… İçeriden dışarıya çıkan bir şey…

Büyük laflar etmeden sözünü söylemek bana daha çekici geliyor. Sinemaya çok büyük anlamlar yüklememek lazım. Alt tarafı sinema yani… Film işte… Herkes film yapıyor, binlerce. ‘Kaç tane filmi hatırlıyorsun ki?

Filmlerinizin yönetmenliğini, yazarlığını, yapımcılığını ve kurguculuğunu yapıyorsunuz. "Auteur" kavramının sizin için nasıl bir karşılığı var?

Yapmayı sevdiğim için böyle yapıyorum ama "auteur, benim için şu demek, bu demek" gibi şeyler söylemeyeceğim.

Yapımcılık yapmayı seviyor musunuz gerçekten?

Aslında sevmiyorum. (gülüyor) Bir sonraki filmde yapımcıyla çalışacağım zaten. Ama ilk üç filmde, o sürecin sürdürülebilir olmasının temel sebeplerinden bir tanesi de, benim o filmlerin yapımcısı olmamdı. Yapımcıyla çalışmanın da zorlukları var.

Her film bir tecrübe katıyor. Artık çekim sürecini uzatmayı istiyorum. Daha uzun zamanda, deneme çekme gibi. Zamanın en önemli şey olduğunu anladım. Beş haftada çektim ben üç filmi de. Bir sonraki filmi, sekiz-on haftada çekmeyi birinci hedef haline getirdim.

Bir dönem hocalık da yapan bir yönetmen olarak, sinema okullarını nasıl buluyorsunuz?

Okul tabi yön veriyor ama iş insanın kendi içinde bitiyor. Okullar sana sadece çevre ve bakış katar. Ama asıl olan içindeki yapma isteği. Seni o götürür… Okullar faydalıdır ama çok da "okul insanı sinemacı yapar" gibi bir şey demeyeceğim.

Etkilendiğiniz bir yönetmen var mı?

Dünyadan, Türkiye’den her yerden var. Bergman, Tarkovsky, Antonioni sevdiğim yönetmenler… Yolunu takip ettiğimiz yönetmenler var tabi. Bu biraz da böyle bir iş… Senden öncekilere bakacaksın… Biz de belki bizden sonraki kuşaklara tecrübemizi aktarırız. Sanat biraz da böyle bir şey zaten…