Selim Kuneralp yazdı: Dış politikada gerçekliğe doğru mu?
Türkiye'nin dış politikasını son NATO zirvesi ve Biden görüşmesi bağlamında değerlendiren Selim Kuneralp, rotada değişiklik sinyalleri görüldüğünü ifade etti.
DUVAR - Emekli büyükelçi Selim Kuneralp Finans ve Ticaret adlı sitedeki son yazısında, toprak genişlemesi-refah ve sömürgecilik konularına değindi. Genişlemenin refah getirdiği düşüncesinin yanılgı olduğunu belirten Kuneralp, ülkeler üzerinden örnekler sundu.
Cumhuriyetle birlikte bu isteklerden vazgeçilip akılcı bir yol izlendiğini aktaran Kuneralp, AK Parti yönetimiyle birlikte bu anlayışın değiştiğini yazdı. Türkiye'nin son yıllardaki askeri-diplomatik ilişkilerini bu konu üzerinden değerlendiren ve farklı ülkelerde askeri varlık bulundurulmasını eleştiren Kuneralp, "Belli ki bu güç gösterisi asırlar boyunca küçülmeyi yaşamış ve Sevr sendromundan 100 yıl sonra dahi kurtulamamış olan halkımızın gururunu okşamaktadır" tespitinde bulundu.
Türkiye'nin rotasında değişiklik sinyalleri görülmeye başlandığını ifade eden Kuneralp'in yazısından ilgili bir bölüm şöyle:
"Son zamanlarda dış dünya tarafından yeni-Osmanlı olarak tanımlanan bu ütopik politikalardan uzaklaşılıp daha gerçekçi ve uzlaşmacı bir yöne doğru gidildiğinin işaretlerini görmekteyiz. Düşman sayısının arttırılmasının ülkeye hiçbir faydası olmadığının, boşa kılıç sallamanın da karın doyurmadığı yavaş yavaş anlaşılmaya başlamış, ayrıca Rusya ve Çin’e dayanarak bir yere varılamayacağının belli olduğu bir ortamda, ülkeyi yönetenler yüzlerini tekrar batıya doğru çevirmişlerdir.
Geçen hafta NATO zirvesi münasebetiyle Brüksel’de yapılan ikili görüşmelerde bunların işaretlerini gördük. Ayrıca, bundan birkaç hafta önce Belarus’un muhalif bir gazeteciyi taşıyan sivil bir İrlanda uçağını görülmemiş bir korsanlıkla topraklarına indirdiğinde ve tüm batı ülkeleri tepkilerini en sert dille ifade ederken, Türkiye Rusya’yı kollamak adına NATO’dan çıkacak eleştirel bildiriyi yumuşatmış ve bu uğurda müttefiklerinin antipatisini üzerine çekmiştir. Aradan sadece birkaç hafta geçtikten sonra bu defa Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde kabul edilen zirve bildirisinde Rusya ve Çin’in ağır ifadelerle hasım ilan edilmesine Türkiye sesini çıkarmamıştır. Bu iki örnek dahi birkaç hafta içinde Rusya ile ilişkilerin ne kadar bozulduğunun işaretidir. Bu arada Başkan Biden’in Avrupa’da yaptığı çeşitli temaslardan önceliğinin artık Rusya değil, Çin olduğu ortaya çıkmıştır. Bugünkü Rusya, eski Sovyetler Birliği’nden farklı olarak artık küresel değil, bölgesel bir güç statüsüne inmiştir. Ekonomisi zayıf, siyasi sistemi çürük olan Rusya’ya Biden kırmızı çizgilerini açıkça belirtmiş, Putin de bunları kabullenmiş görünmüştür. Dolayısıyla Biden dikkatlerini Çin’e çevirmekte kendini daha serbest görebilecektir. Ancak ABD’nin Çin’le mücadelesinde Türkiye’nin katkısının çok sınırlı hatta yok derece olması nedeniyle ABD için değerinin de aynı ölçüde azaldığı söylenebilir. Durumlar her zaman değişebilecek olmakla beraber, bugün Türkiye’nin ABD’ye ihtiyacının, ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacından daha fazla olduğu muhtemeldir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunun farkında olduğu ve söylemini de buna göre ayarladığı anlaşılmaktadır.
Ancak, batı ile ilişkilerin tekrar raylarına oturması, sadece birkaç batılı liderle yapılan ve alışılmışın dışında ağır saldırılara yol açmayan ve kısa süren ikili görüşmelerle mümkün olamayacaktır. İlişkiler son yıllarda o kadar bozulmuş ve Türkiye’deki iktidara güven o derece yok olmuştur ki kalıcı bir düzelme ancak somut adımların atılmasıyla mümkün olabilir.
Aslında rotanın değişmekte olduğunun en açık işaretini Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de görmekteyiz. Daha birkaç ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan 1974 Kıbrıs harekâtından beri kapalı olan Maraş bölgesini ziyaret etmiş ve bunu yakında iskana açacaklarını ilan etmiştir. Ayrıca son Cenevre görüşmelerinde Kıbrıs’ta iki bağımsız ve egemen devlet formülü kabul edilmesi üzerinde ısrar edilmiş ve Türkiye’nin bu amaçla KKTC’nin tanınması için gayret harcayacağı beklentisi yaratılmıştır. Muhalefetimizin de alkışlarla karşıladığı bu vaatlerin hepsi unutturulmaya çalışılmış ve Ermenistan’la son mücadelesinden Türkiye’nin desteği ile galip çıkan Azerbaycan dahi KKTC’yi tanımadığı gibi Cumhurbaşkanını ülkesine davet bile etmemiştir.
Aynı şekilde Doğu Akdeniz’de savaş naraları unutulmuş, yüz milyonlarca dolara mal olan araştırma gemileri kış biteli epey vakit geçmesine rağmen denize açılmamıştır.
ABD cephesinde de yumuşama gözlenmektedir. Bundan birkaç yıl önce nereden geldiği hiçbir zaman açıklanmayan bir tehditten kaynaklanan acil bir ihtiyacı gidermek için satın alındıkları söylenen S400’ler aktive edilmemiş ve ikinci partinin de bahsi edilmez olmuştur. Tersine, Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarına bakılırsa ibre yeniden ABD malı Patriot’lara veya Fransız-İtalya yapımı füzelere dönmüş durumda.
Batı Türkiye ile normal bir ilişkiye dönmek için daha fazlasını isteyecektir muhakkak. AB sadece Kıbrıs ve Yunanistan’a tehdit olarak gördüğü davranışların sona erdirilmesi ile iktifa etmeyecek, 25-26 Haziran’da yapılacak ve Türkiye’nin konuşulacağı gelecek zirvede muhtemelen insan hakları vurgusuna ve ilk adım olarak da AİHM kararlarının uygulanmasına ağırlık verecektir.
Batı ile ilişkileri kalıcı bir şekilde düzeltmek için gerekli somut adımların önümüzdeki aylarda atılıp atılmayacağını hep beraber göreceğiz. Özellikle içeride atılacak en ufak adımlar bile halkımızın yararına olacağı için ümidimizi muhafaza etmek gerekir.."