Selim Temo Horasan yollarında...
Selim Temo’nun da kendine özgü ve okuru sarıp sarmalayan bir üslubu var. Daha doğrusu ‘Horasan Yollarında’ adlı gezi notlarını okuyana kadar öyle düşünüyordum. O notları okurken şaşırdım kaldım. Çünkü her zaman alışık olduğum bir çizgide değildi anlatımı. Sanki farklı bir Selim Temo vardı karşımda. O gezi notlarında neşe içinde ve olabildiğince coşkulu bir dil kullanmıştı ama tam da bu dil onu biraz zorlamış gibiydi.
Zerrin Oktay
DUVAR - Selim Temo Horasan Kürtleri kitabını hazırlarken çok ama çok uzun bir araştırma sürecinden geçti. Horasan’a gidip hemen her taşın ve ağacın altına bakıp bulduklarını dikkatle inceledi. Selim Temo’nun yapmış olduğu bu son derece meşakkatli araştırmaları nereden bildiğim merak konusu olabilir. Aslında yaklaşık bir buçuk yıl öncesine kadar bu konuda herhangi bir bilgiye sahip değildim. Derken bir gün sayfasında ‘Horasan Yollarında’ adında bir yazısını paylaştı. Bu yazı gezi notlarını içeriyordu. Dileyen arama motorlarına başvurup bu gezi notlarına kolayca ulaşabilir.
Devamını anlatacağım ancak burada kısa bir ara verip öncelikle Selim Temo ile ilk karşılaşmamı anlatmak istiyorum. Geçmiş bir tarihte KHK ihraçları ile ilgili yeni bir haber daha okuyordum. “Doymamışlar” diye içerleyerek okuduğum bu yeni haberde verilen isimler arasında Selim Temo’nun da ismi vardı. Okudum ve geçtim. Ne ki istem dışı olarak bu ismi tekrar okudum, tekrar ve bir daha ve yeniden... Okuduğum herhangi bir cümle içinde anlamadığım bir sözcük varsa genellikle buna benzer bir tutulma yaşarım. Ne ki bu kez okumakta olduğum bir cümle değil, alt tarafı isim listesiydi. Birkaç tekrardan sonra Selim Temo isminin neden ilgimi çektiğini en sonunda anladım. Onun için açıklama olarak kullandıkları ‘Edebiyat’ ibaresi takılmış meğer gözüme. Eh… Edebiyat denince akan sular işte tam da böyle duruyor. Bunun üzerine onu araştırma isteğine kapıldım ve neler yazıyormuş, neler yapıyormuş, incelemeye başladım. Neyse ki Google bu konuda oldukça cömert davrandı ve karşıma şiirlerini çıkarttı. Dürüst olmam gerekirse ben, evet, şiir okuyorum ama klasik anlamda bir şiir-sever sayılmam. Yani şiir okumak için yanıp tutuşmadım bugüne kadar. Bununla birlikte okuduğum ilk iki ya da üç şiiri de beni bilemeyeceğim zamanlara ve diyarlara götürdü. O günden sonra internetin altını üstüne getirdim. Selim Temo şiirleri avcısı olup çıktım. Bu arada bazı düzyazılarına da denk geldim ve her zaman önceliğim olan üslup konusunda da beni kıskıvrak yakaladı.
Benim için üslup her şeyden önce geliyor. En sevdiğim yazarlardan Amin Maalouf da beni en başta üslubuyla büyülemişti. Yirmi yıldan fazladır onun yazıp yayınlattığı her kitabını alıp okumuşumdur. Bugün adını vermeden ve daha önceden okumadığım bir romanından (yok ama neyse) herhangi bir kesit okutsalar üslubundan hemen tanırım onu. Onun gibi çok sevdiğim birkaç yazar var ve sevdiğim tüm yazarların, yazmış ya da yazmakta oldukları hemen her kitaplarını alıp okumaya gayret ederim. Bu beni fanatik yapıyor, farkındayım ama kendimce mazeretim var. Eğer Kathy Bates’in 1990 yapımı ‘Misery’ adlı filmini izleyenler varsa ne demek istediğimi iyi bilirler ve ben o filmi, korku-gerilim türünde olmasına karşın gülerek izlemiştim. Amin Maalouf, kendisini keşfettiğim yirmi küsur yıldan bu yana yaşıyor mu? Yaşıyor. Sağlığı yerinde mi? Yerinde. Demek ki ben zararsız fanatiklerdenmişim, Kathy Bates’in o filmde canlandırdığı sakıncalı türden değil.
Şimdi asıl yazmak istediğim konuya dönebilirim. Selim Temo’nun da kendine özgü ve okuru sarıp sarmalayan bir üslubu var. Daha doğrusu ‘Horasan Yollarında’ adlı gezi notlarını okuyana kadar öyle düşünüyordum. O notları okurken şaşırdım kaldım. Çünkü her zaman alışık olduğum bir çizgide değildi anlatımı. Sanki farklı bir Selim Temo vardı karşımda. O gezi notlarında neşe içinde ve olabildiğince coşkulu bir dil kullanmıştı ama tam da bu dil onu biraz zorlamış gibiydi. Onun neşeli yazılarına alışkın değildim henüz. Bu yüzden yadırgadım. Elbette benim yadırgamış olmam, onun edebiyattaki ustalığından bir şey eksiltmiyor. Sonuçta betimlemesi hiç de kolay olmayan o hüznün en yalın halini kimse onun kadar iyi anlatamıyor belki de.
Zaman içinde o ‘neşeli’ üslupla kaleme aldığı başka yazılarını da okudum ve giderek, çift üsluplu olabileceği fikrine kapıldım. Benim ilk bakışta anlayamadığım başka bir etken olmalıydı işin içinde. Bunun ne olabileceğini saptamam epeyce zamanımı aldı ama sonunda gerçeği görmeyi başardım. Yalnızca Selim Temo değil, tanıdığım, çevremde yaşayan ya da sosyal medyada karşılaştığım tüm Kürt arkadaşlarımda aynı manzarayı gördüm.
Sevincin ve mutluluğun doğası, içinde, o an kendiliğinden ortaya çıkan ve az ya da çok belirgin olan bir şımarıklık payı barındırır. Ben şımarıklık diyorum, dileyen buna haylazlık ya da içimizdeki çocuk da diyebilir. Çünkü sevinçliyken kendimizi her zamankinden daha çok severiz. Bu gayet doğal ve anlaşılır bir durumdur. Bu sevinci, neşeyi yaşayan ve yansıtan kişi, elinde olmadan o şımarıklığı da yansıtmış olur. Kürt insanı o şımarma payını ne çocukken, ne ergenlik döneminde ve ne de yetişkinken hiç tatmamış olmalı. Bu nedenle, evet, sırf bu nedenle onların sevincinde bu olağan şımarıklığın izine hiç rastlamadım. Çünkü hep bir burukluk var içlerinde. Onlara bu güzel ruh halini yaşatmayan, bu küçücük özgürlüğü bile daha en başından çok görüp engellemiş olan sistem – siyasi kanat – toplum üçlüsü bunun hesabını nasıl verecek…
Sanki Selim Temo’yu anlatırken gerçekle bağdaşmayan bir tablo çizmişim. O hiç de asık suratlı biri değildir. Buna, geçen yıl katıldığım bir etkinlikte bizzat tanık oldum. Söyleşi sırasında zaman zaman yaptığı esprilerle salonu kahkahalara boğmuştu. En çok da ben gülmüş olabilirim. Ölmeden önce görmek istediğim iki yer vardı aklımda. Biri Srilanka’da çok ama çok özel bir göl. Belki bir gün o göl hakkında öğrendiklerimi anlatırım. Görmek istediğim ikinci yer de İrlanda’ydı ama artık üçüncü bir yer daha eklendi dilek ağacıma: Tüm halklarıyla birlikte gülebilecek ve sevinçten doğan o minik şımarıklıkların da doyasıya keyfini çıkarabileceğimiz bir diyar olarak kendi topraklarımız. Bunu başarabilecek miyiz? Bence başarabiliriz. Yeter ki isteyelim.
Horasan Kürtleri adlı kitabına gelince… Kendisinin de zaman zaman belirttiği gibi, uzun yıllar ve yoğun emekle ortaya çıkarttı bu eserini. Hak ettiği karşılığı bulacağından ve bol okuru olacağından hiç kuşkum yok.