Selo Başkan’ın üç tarz-ı siyaseti
Selo, şiddetsiz, silahsız ve demokratik cumhuriyet içinde birlikte, sömürüsüz yaşamanın garantisi olan bir aydınlanmış kişisel cüret, uzlaşmacı politik dil ve Türkiye tabanlı bir sol yaratmak istiyor.
Kemal İnal*
Bir sosyalist profesörden dinlediğim anekdot aynen şöyle: Ülkücülerin egemen olduğu malum bir üniversitenin aşırı Türk milliyetçisi bir profesörü, bu sosyalist profesöre Demirtaş’ı televizyonda dinledim, sadece saz çalıyormuş (Erdoğan’a verilen bir mesaj) ve çok sevdim, oyum Demirtaş’a.” demiş. Hatırlayın, Selo o programda veya sonrasında benim çaldığım sadece saz, ya sen ne çalıyorsun diye sorar olmuştu. Edebiyatçılığı, saz çalması, esprileri, mesajları, aktif sosyal medya kullanıcısı olması, politikaya “içeri”den müdahalesiyle Selahattin Demirtaş, nam-ı diğer Selo Başkan, başka türlü bir politika yapılabileceğini son yıllarda başarıyla gösterdi. Türkiye hakikaten görmediği türden bir politikacı tipiyle karşılaştı. İmralı ve Kandil’den farklı bir perspektif çizdiği ortada. Bu derin bir tartışma konusu ve yeri burası değil ancak şu kadarı da söylenmeli: Selo başkan Alman filozof Jürgen Habermas’ın üzerine basa basa vurguladığı “sistem”in (politik yönetim ve şirket dünyası) ”araçsallaşmış akıl”ına karşı sivil örgütlerin ve ezilenlerin oluşturduğu “yaşam-dünyası”ndan türeyen demokratik “iletişimsel akıl”ı gayet iyi performansla kullanmaya devam ediyor. İletişim, konuşma ve diyalog çok önemli diyor; o yüzden iletişimi kesmemek için yazıyor, söylüyor ve uyarıyor. Demirtaş’ın aslında başka türlü politika yapma tarzı birkaç unsuru içinde barındırıyor: 1) İktidarın anti-demokratik politikalarına cepheden karşı çıkma cüreti (“seni başkan yaptırmayacağız”), 2) uzlaşmacı dili ve 3) “Türkiyeli Kürt solu” yaratma çabası. Bu yönlerine geçmeden önce Selo Başkan’ın, Gramsci’nin “organik aydın”ı ya da Sartre’ın “angaje entelektüeli”ni kat be kat aşan yeni bir aydın portresi çizdiğini söyleyebiliriz. Gramsci, “Hapishane Defterleri”yle kendini düşünsel anlamda özgürleştirdi ve bizi aydınlatan nice metin üretti. Demirtaş, Gramsci gibi içeriden teorik metin üretemese de başka türlü bir politika icra etmektedir. Akılcı, ince ve iyimser politik analizleri, öneri ve yaklaşımlarına yer verdiği yazıları, mesajları ve sloganlarıyla gerçekten düşmanı, muarızı ve rakipleri üzerinde bile empati kurup olumlu puan toplayabildi. Bir bakıma hapishaneyi özgürleştirirken bizim dışarıyı koca bir hapishaneye çevirmemizi engelledi. Öte yandan Sartre’ın sadece fikir yüklü ve teorik davranan “angaje enteleküel”ini de aşıp bir tür “kamusal aydın” olabildi. Hücresinden kendi özelinin sınırlarını zorlayarak kamuya seslendiği her defasında çok önemli mesajlar verdi; örneğin adım adım, Bilal’e anlatır gibi izah ettiği yeni başlayanlar için Kürt sorunu nedir yazısında olduğu gibi.
***
Selo Başkan aslında, yukarıda dediğim gibi üç temel şeyi yapmaya çalışıyor: 1) Anti-demokratik güçleri yıkmak, 2) uzlaşmacı, barışçıl ve birleştirici bir dil icat etmek ve 3) bir “Türkiyeli Kürt sol”u yaratmak. Üçüncüsünden başlayalım: Aslında Selo Başkan, Kürtlerin özgürleşmesinin Türkiye ölçeğinde genel bir demokrasi sorunu olduğunun farkında. HDP bu bakış açısının ürünü. Partinin amblemi olan ağaç bu açıdan çok simgesel: Sağ ve sol ellerin göğe açılmasıyla alınan oksijen ve ışık/ısı veren güneşle ağaç, ürünü olan yeşil yapraklarını açıyor ve meyve olarak yıldızları (yani yıldız derken başarıları, meyveleri) veriyor. Ağaç burada halkların demokrasi metaforudur. Başarı kabilinden yıldızlar, farklı renklerle ifade edilmiş: Tekçi zihniyete inat, ülkenin çoğulculuğuna ve çoksesliliğine atıf. Bu da Habermasyen postseküler toplumun çoğulculuğunun ve farklılıklarının bir arada, tehdit ve tehlike kaynağı olmaksızın, kardeşçe ve ötekisiz yaşamasına gönderme yapmaktadır. Partinin adı da (“halkların demokratik partisi”) zaten ülkede farklı olan yaşamsal unsurlara dikkat çekmektedir. Partide o yüzden Arap, Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Ezidi, Laz, Boşnak, Rum gibi farklı halkların temsilcileri bulunmaktadır. Türkiye, bu halkların ortak demokratik vatanı olarak temsil edilmektedir. Ülkenin coğrafi kaderini politik düzlemde hümanist hamleye çevirebilmek için politika temel enstrüman olarak görülmektedir. Demirtaş’ın en büyük başarısı, Türkiyelileşme politikalarını (farklılıkların temsili, çoğulcu yapı, müzakere ve istişare, ortak öğrenme vb.) sol/liberal değerler üzerinden demokrasi ortak paydası altında toplayabilmesidir. O yüzden demokrasiyi kurumsal temele sıkıştıran her türlü mevzuatçı, yasalcı ve bürokratik önerinin ötesinde canlı ve hayati öneriler sundu. HDP ve Türkiyeli Kürt Solu aslında demokrasi dilini yeni, farklı ve üretken kurumsallıklarla kurmaya çalışmaktadır: Tabandan itibaren istişare, eşbaşkanlık sistemi, kadın kotası, ortak öğrenme, kolektif akıl, demokratik temsil vb. Demirtaş, sol değerleri halkların, ezilenlerin ve dışlananların ortak paydası yapabilmek için “geleneği dışlamayan modernite” yaklaşımı geliştirmeye çalışmaktadır. Bu, gelenek ile modernitenin sentezine değil, ikisinin birbirini güçlendirdiği bir perspektife açılmaktadır. Newroz ile parlamento, Kürtçe ile Türkçe, aşiret ile parti, din ile laiklik/sekülarite ve daha nice unsurun birbirinin içinde garip bir senteze yol açıp kaybolmasını (her birinin kendi kimliğinin yok olmasını) engellemek için kültürün her ögesine bir arada, barışçıl bir yaşam şansı tanınmaktadır. Bu, Habermasyen “entegrasyon” (inclusion) modelinin temel hedeflerinden biridir ve sol değerler de bu şekilde gayet güçlü olarak yaşayabilir. Yani ezilen birinin kimliği de önemlidir, ekmeği de. Biri için diğerinden vazgeçmek gerekmez.
***
Demirtaş’ın iktidarla dalga geçen sarkastik dilinin, aslında yarattığı “içeri dili”nin, hükümeti nasıl da mizahi akıl üzerinden zorda bıraktığı tahmin edilebilir. Hapishaneden tweet attığını sanan iktidara şu seslenişi, aslında mizahın nasıl da içeriden vurucu bir muhalefet aracı olabileceğinin en güzel örneğidir: “Zaten biliyoruz demeyin çünkü bunu bilmeyenler var Ankara’da. Hesabımdan tweet atılınca, cezaevi odamızda rutin dışı tweet araması yapıldı. Cezaevi personelini de zan altında bırakan bu trajikomik hükümet aklını çok da yadırgamıyorum artık. Odada tweet bulunamadı doğal olarak. Çay için kettle vardı sadece, ondan da tweet atılamayacağına kanaat getirildi. Twitter’ın kuşundan bile korkuyorsanız, darı ekmeyin o zaman.” Özgürlük kuşu varsa (olmalı), darı (baskı) ektiğinizde gelip o darıyı gagalar, yer yutar. Bu dili önce, Gezi’nin sokakları mekân tutan şenlikli mizahi aklının kendini olağanüstü performansla gösterdiği slogan, yazı, resim, figür, eylem ve şarkılarında görmüştük. Hani, dans edemediğim devrim, bir devrim değildir diyen anlayışta olduğu gibi: Şenlikli bir muhalefet dili yaratamazsak, her türlü iktidarın baskıcı mekaniği ve aygıtı altında kalırız. Kara mizahın işlevi budur. Hıristiyan filozof Ivan Illich de bundan bahsetmişti. Gezi gençleri ise pratiğini yaratıcı biçimde yaptı. Her türlü baskıcı iktidar aptaldır, lafı tersinden anlar ve kendini saf duruma düşürür. Çünkü olağanüstü yaratıcı, zeki ve şenlikli dile, akla ve duygulara kapalı olduğu için giderek donar; sonunda zayıflayan “asabiye”sinden (Ibn Haldun’a atıfla) ötürü çöker gider. Asabiye, saraya, lükse ve imaja/algıya kapandığında zaten kendini üretemez. Gezi gençleri sokak ve parklardaki özgürlük oksijenini içlerine bolca çekerek asabiyelerini olağanüstü düzeyde geliştirmişlerdi. Selo da Twitter kuşu, kettle’ı, öyküleri, mesajları, sazı, türküsü, iyimser ruh hali ve dışarıdakilere moral veren duruşuyla özgürlük ateşini sürekli körükleyerek (oksijenle) harlamaktadır.
***
Selo başkanın atipik performansını yaratan ve besleyen üçüncü unsur, baskıcı AKP iktidarına cepheden karşı çıkma cüreti gösterebilmesidir demiştim. Selo, aslında Kant’ın aydınlanma nedir sorusuna verdiği cevabın zamane/asri Kürdi bir örneğidir: Aydınlanma, bilmeye cüret ederek erginleşmektir. Eğer özne olmak istiyorsanız, size belletilenlere karşı bilmeye cüret etmelisiniz. Hukuk, politika, türkü, sanat, mizah, demokrasi, özgürlük şarkısı bilmek, bunun için cüret etmek yetmez; tüm bunları baskıcı iktidara karşı da kullanabilmeniz gerekir. Selo çok yaratıcı, hücresindeki kettle’ı bile had bildiren bir nesne konumuna yükselterek aslında eşyaların dilinin nasıl da ustaca kullanabileceğinin örneğini verdi. Sizi kısıtlayanlar, özgürlüğünüzü çalanlar ve içeriye tıkanların unuttuğu şey, bilmenin bir cüret olarak sürüp kişiyi aydınlatmaya devam edeceğidir. Selo, düşünüp yazarak, mesaj atarak hem kendisini bilgilendiriyor hem de demokratik halkları aydınlatıyor. O yüzden her edebi kitabı çok satıyor, her tweeti paylaşılıyor, medya tarafından her sözü analiz ediliyor vb. Selo başkan, geçmişte Yeşilçam’ın bolca işlediği “kıro” Kürt imgesini tersine çevirdi, bir silaha dönüştürdü ve rakibini vurmaya başladı. Oradan çok yüksek bir politik akıl çıktı ve şimdi HDP, ülkenin kaderinin yeniden çizilmesinde, daha doğrusu değiştirilmesinde kilit parti haline geldi. Aslında Kürtler, çoktandır demokrasinin kilididir. O kilit açılacağına hep kapatıldı. Kürtler ne bir eşik ne de kapıdır. Kilit derken, demokrasinin ete-kemiğe büründürüleceği bir imkân, şans ve olasılıktır. Selo, aslında şiddetsiz, silahsız ve ortak demokratik cumhuriyet içinde birlikte, huzur içinde ve sömürüsüz yaşamanın garantisi olan bir aydınlanmış kişisel cüret, uzlaşmacı politik bir dil ve Türkiye tabanlı bir sol yaratmaya çalışıyor. Bunu önemli ölçüde başardı da. Şimdi Millet İttifakı’nın iktidarı alması sonrasında TBMM’den başlayarak “yaşam-dünyası”nın sivil örgüt ve insiyatiflerine değin Kürt Sorunu’nun bir demokrasi, özgürlük ve ekmek sorunu olduğunu belirterek çözmek için yeni bir halet-i ruhiye, yeni bir kavramsal alet kutusu ve yeni bir bakış açısı yaratmak zorundayız. Kılıçdaroğlu bunun için büyük bir imkandır. Bu süreçte her türlü zıtlık, karşıtlık ve çelişkiyi çözebilecek diyalektik aklı işe koşmak zorundayız. Selo’ya oy vereceğim diyen ülkücü profesörü oturup dinlemek zorundayız. Dindarları anlayabilmek için yeni bir açılıma ihtiyacımız var. Komünistleri, ekolojistleri, anarşistleri, ateistleri, LGBT’lileri, marjinalleri, rockçıları, Abdalları, romanları, Alevileri, dindarları, sosyal demokratları, ülkenin tüm renklerini bir çiçek tarlasına çevirebilmek için var gücümüzle çalışmalıyız. Bir yanımız bahar bahçe olurken, bir yanımız yaprak dökmesin diye…
*Dr., Helmut Schmidt Üniversitesi öğretim üyesi