Selo

Kimileri yanlış anlıyor ancak Selo ya da Selocan, bir sevgi ifadesidir. Bu nedenle, "Selo nerede?" diye soranlara, milyonlarca kişi gönlünü işaret etti.

Vecdi Erbay verbay@gazeteduvar.com.tr

Selahattin Demirtaş'ı ilk kez kayyımın el koyup Bilgi Evi'ne dönüştürdüğü Demokratik Toplum Kongresi (DTK) binasında görmüştüm. Sene 2012 olmalı. Kürt siyasetinden 6 şahsiyet, uzun bir masada gazetecilerin karşısına çıkmış, kutlanacak Newroz bayramıyla ilgili bilgi vereceklerdi. Demirtaş en gençleriydi. Masanın öbür ucunda oturuyordu ve en son onun konuşacağı belliydi.
Ben ise iki şey merak ediyordum: Birincisi, televizyon haberciliği acemisi olarak, altı kişinin konuşmasından en fazla 2 dakikalık iyi bir televizyon haberi çıkarabilecek miydim? İkincisi, diğer siyasetçileri tanıyordum, tarzlarını üsluplarını biliyordum. Ama Demirtaş'ı ilk kez dinleyecektim.
Geçmiş zaman, haberi istediğim kadar iyi hazırlayabildim mi, hatırlamıyorum. Ancak Demirtaş'ın beni şaşırttığını gayet iyi hatırlıyorum. Kürt siyasetinin her dönem, dönemin ruhuna uygun siyasetçi yetiştirme becerisine sahip olduğunu gözlemlemiş bir gazeteci olarak, şöyle iddialı düşünmüştüm: İşte, Kürt siyasetinin yeni yıldızı.
Kendinden emindi. Bir duygu ve düşünce süzgecinden geçmiş cümleleri netti. Herkesin benimsediği ve dile getirdiği fikri, kendisine ait cümlelerle şekillendirip sunuyordu. Bu, elbette hayat tecrübesiyle, siyaset birikimiyle, yorumlama becerisiyle ilgiliydi. Demirtaş o gün, kıvrak ve ışıltılı bir zeka, berrak bir akıl gibi yer etti hafızamda.
Yine de "Dur bakalım" telkininde bulunarak temkinli olmakta kim bilir ne faydalar vardı.

*

Genç ve yakışıklıydı. Neredeyse her durumda espri yapabilme kabiliyetine sahipti. Kimi zaman muzip bir gülümseme belirirdi yüzünde. Eskilerin "Clark çekmek" dediği, Clark Gable'ın tahtını sarsmaya cüret eden cinsten. Zaman gelmiş geçmiştir, hayat başka bir yere evrilmiştir ama bu gülümseyişte Diyarbakır'ın dar kuçelerinde boy vermiş bıçkınlık ile duyarlılık kendisini faş eder.
Ezcümle, Clark çekmek afilli bir şeydir ve Demirtaş örneğinde olduğu gibi, kimi zaman siyasi rakiplerini çıldırtmak için bin cümlenin işini görür.
Geçelim. Takım elbise ve kravat, kim bilir ne zaman uymuştur üstüne ama tam yakışmıştır. Newroz bayramlarında giydiği geleneksel Kürt kıyafetlerinin bedenine yabancılık çektiği de görülmemiştir. Muhtemelen sigara içerken görmemişsinizdir. Ancak bir fotoğrafta bir sigara tutuşu var ki insanın hafızasına yerleşir, kim bilir neden, Edip Cansever'in dizesi ile birlikte: "Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de."

*

Bir "salon erkeği" mi canlandı gözünüzde? Oysa anlatmaya çalıştığım, Demirtaş'ın hiçbir ortamda eğreti, sakil durmadığıydı.

Çünkü tercih ettiği hayat, benimseyip uğruna hapisler yattığı siyasi düşünce öyle laylaylom değildir. Yukarıda yazdıklarımın gözünüzde canlandırdığı "salon erkeği"nin tomadan sıkılan suyla ıslatıldığını, gaz fişeklerinin başının üstünden geçtiğini çok kere gördüm. Bir keresinde (protesto konusu neydi, hatırlamıyorum) parti binasından İstasyon Meydanı'na yürüyeceklerdi. Bütün engelleri aşarak, kan ter içinde meydana ulaşmıştı. Görüntüler duruyordur internette. Diyarbakır'ın yaz sıcağında gerçekleşen bu meşakkatli, tehlikeli eylem, Demirtaş'ın adaletsizlik ve zorbalık karşısındaki duruşunu göstermesi açısından önemlidir. Siz buna, arzu edip şaka yapmak isterseniz elbette, Zaza inadı da diyebilirsiniz. Buna alınacağını sanmıyorum.
Ama asıl meseleyi atlamayalım: Zor zamanlarda elini taşın altına koymak, birçok şeyden feragat ederek siyaset yapmak inanmış, adanmış cesur insanların işidir.
Demirtaş'ın eli Meclis'te, Kandil'de, İmralı'da, hapiste ve hep o taşın altında. Dillere pelesenk şu dizenin hakkını vererek: "Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek" (Adnan Yücel).

*

Bana öyle geliyor ki babası Tahir bey, annesi Sadiye hanım, Selahattin Demirtaş'a hiçbir zaman "Selo" diye seslenmemiştir. Ama Kürtçe telaffuzla "Selhedin" diye seslenmişlerdir.
Ancak Diyarbakırlılar isim kısaltmayı sever. Anne babası da oğullarına kızarken ya da severken zaman zaman "Selo" demişlerdir belki.
Selahaddin'i esas "Selo" yapan ise milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine oy verenlerdir. Biliniyor, Selo'ya duyulan sevgi ve şefkatin bir adım ötesi, Selocan oldu. Kimileri yanlış anlıyor ancak Selo ya da Selocan, bir sevgi ifadesidir. Bu nedenle, "Selo nerede?" diye soranlara, milyonlarca kişi gönlünü işaret etti.
Selo, taht kurduğu gönülleri dirayetiyle, siyasi mücadeledeki kararlılığıyla domine ediyor. Mahpus olmasına rağmen bunca saldırıya maruz kalması da işte bu nedenledir. Halkının sevgisi ve düstur edindiği siyasi anlayış Demirtaş'ın etki alanını genişletiyor. Siyasi rakipleri en çok bundan korkuyor, en çok bundan dolayı saldırganlaşıyor.

*

Sözü uzatmayacağım. Demirtaş'la ilgili bu yazının nedenlerinden biri, mahpus bir insana bu denli fütursuzca saldırmanın beyhudeliğine işaret etmekti. Sonra, Kürtçede adalet anlamına gelen "Dad"ı okuyorum. Öyküleri okurken şöyle düşündüm: Öykülerin yazarı 7 yıldır mahpus. Bunu biliyorum ve bu bilgi, kitabı okuyan herkes gibi benim de öykülere edebiyat kıstasıyla yaklaşmamı engelleyebilirdi. Ancak Demirtaş, ilk kitabından başlayarak çok iddialı çıktı okurun karşısına. Ve sevenlerini mahcup etmedi, edebiyat okurunu hayal kırıklığına uğratmadı. "Dad"ı okuyunuz derim, edebiyattan alınan hazzı dimağınızda hissedeceksiniz.
Sonra işte, bugün bayram. Bu yazı, Demirtaş ve hücre arkadaşı Selçuk Mızraklı'nın bayramını kutlamaya vesile olsun istedim. Bir dönem birlikte gazetecilik yaptığım için sevinç duyduğum Gültan Kışanak'ın, sert bakışlarının sevgiyle parladığına da tanık olduğum Sebahat Tuncel'in, Van depreminde döktüğü gözyaşlarını unutamadığımız Bekir Kaya'nın, Figen Yüksekdağ'ın, Ayla Akat'ın, Ayşe Gökkan'ın ve diğer mahpusların da bayramı kutlu olsun.
Elbette, bir kez daha "gazetecilik suç değildir" diyerek, mahpustaki bütün gazeteci arkadaşlarımın da bayramını kutluyorum.

Tüm yazılarını göster