Semih S. Tezcan: Sessizce Robert Kolej gitmiş, gıcır gıcır üniversite kurulmuştu

Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Semih S. Tezcan (1979-1982): Ben 1966’da geldim. Etiler’den taksiye bindiğimde “Kolej’e,” derdim. Beş yıl sonra üniversite oldu. Bu sefer okula giderken “Boğaziçi Üniversitesi’ne” deyince adam şaşırırdı. “Ha… Kolej’e mi?” derdi. Uzun yıllar, Etiler’den bindiğinizde “Boğaziçi Üniversitesi’ni” taksiciler anlamazdı. Hâlâ Robert Kolej diye biliniyordu. Halbuki sessizce Robert Kolej gitmiş, yerine yepyeni, gıcır gıcır bir üniversite kurulmuştu.

Abone ol

Aytaç Demirci

DUVAR - “Boğaziçi Üniversitesi misyoner okulu mu?” “Boğaziçi Üniversitesi arazisi Amerikalılara mı ait?” “Boğaziçi Üniversitesi’nin altında gizli dehlizler mi var?” Türkiye’nin en saygın eğitim kurumlarından birini tepeden tırnağa değiştirecek nitelikte kararlar alınırken bu kurumda yıllarca görev yapmış, Türkiye ve dünyadaki eğitim tartışmalarını takip eden, yükseköğretimin ihtiyaçlarına vakıf yüzlerce biliminsanının bir tekine bile danışılmadı. Üniversite camiasının bu keyfiyete gösterdiği tepkiye kulak verilmediği gibi ortalığa atılan ipe sapa gelmez iddialarla yoğun bir bilgi kirliliği yaratıldı. Saçmalığın kurdelesini kesmek için safrayı savdan ayırmak gerekiyor. Boğaziçi Üniversitesi rektörleriyle yaptığımız söyleşilerle hazırladığımız bu dizi, Boğaziçi Üniversitesi’nin kuruluş hikâyesine, üzerine inşa edildiği değerlere ve bu değerlerin Türkiye için önemine odaklanıyor.

'ROBERT KOLEJ'İ NE SATABİLİRLER NE BAŞKASINA DEVREDEBİLİRLERDİ'

 Semih Bey siz altı yıl öğretim görevlisi olarak bulunduğunuz British Columbia Üniversitesi’nden 1966 yılında Türkiye’ye döndünüz ve Robert Kolej’de ders vermeye başladınız. Birkaç yıl sonra da Robert Kolej Yüksekokulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmesi sürecini yaşadınız...

1971’e kadar Robert Kolej şapkası altında hizmet verdim. Ama 1970’e gelindiğinde Amerikalılar, Robert Kolej Vakfı’nın parasıyla artık Kolej'in ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuşlardı. Yılda 2,5 milyon dolar para sarf ediyorlardı. Hangi vakıf bunu sürekli, her sene verebilir? Onun da kaynakları sınırlı. Robert Kolej’i ne satabilirler, ne de başkasına devredebilirlerdi. Lozan’a göre ancak Türk hükümetine, Milli Eğitim Bakanlığı’na devretmek zorunda idiler.

Üniversite kurulmasını Amerikalılar mı istediler?

Esasen, Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesi olması fikrinin mimarı dönemin Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel’di. Şinasi Orel olmasaydı biz ya TÜBİTAK’ın Marmara’daki araştırma birimine bağlanacak ve bir araştırma kurumu olacaktık ya da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne bağlanacaktık. ODTÜ bir Amerikan üniversitesi tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla, “Robert Kolej’in en tabii geleceği ODTÜ’nün İstanbul’da bir kampüsü olarak devam etmesidir” deniliyordu. Robert Kolej bir kampüs olarak tümü ile Orta Doğu’ya devredilecekti. Kötünün en iyisi diye herkes bu fikri benimsedi. Daha sonra Teknik Üniversite’ye bağlanması için çok çaba sarf edildi. Bütün bu mücadeleler yaklaşık altı ay kadar sürdü. Robert Kolej’in devredilmesine karar verildiği günden, Boğaziçi Üniversitesi’nin kurulduğu 1971 Temmuz ayına kadar bütün akademik bir yıl boyunca bu tartışmalar sürdü gitti. Hiç kimse ne olacağını bilemiyordu.

'APTULLAH KURAN 'DAHA İYİSİNİ YAPARIZ' DEMİŞTİ' 

Boğaziçi Köprüsü açılışı öncesi inceleme. Proje direktörü Semih S. Tezcan, BÜ rektör yardımcısı Hikmet Sebüktekin ve rektör Aptullah Kuran.

Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel’in bu dönüşümde rolü nedir?

Sonunda konu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşındığında Şinasi Orel dört satırlık bir yasa teklifi verdi. Bu teklif Meclis'ten alkışlarla geçti. Aslında Meclis'te karşı teklifler de yok değildi. İsmi konusunda epey tereddüt oldu. “Hisar Üniversitesi ismini verelim” diyenler oldu. “Fatih Üniversitesi” denmesini isteyenlerde oldu. Ama genel konumu nedeniyle ve Şinasi Orel’in ısrarıyla Boğaziçi ismi galip geldi. Böylece, bir buçuk sayfalık bir kuruluş yasası kabul edildi. Geçiş dönemini tarif eden, İngilizce eğitime devam edilmesini doğal gören bir yasa idi. Eğitimin İngilizce devam etmesi büyük bir şans oldu bizim için. Çünkü eğitim sistemini aksatmadan, Amerikalı hocaları göndermeden (onlar Türkçe ders veremezlerdi) Robert Kolej aynen devam eder oldu. Bunu da kuruluş yasasına ve Şinasi Orel’e borçluyuz.

Yani okulun sadece ismi mi değişti? Burası bir Amerikan üniversitesi mi oldu?

İlgisi yok! Amerikalılar bir hafta içinde taşındılar. Ve giderken de sökebildikleri kadar eşyayı, lavaboyu, masayı, çitleri söküp götürdüler. Kurucu rektörümüz, rahmetli Aptullah Kuran’ın müsamahasıyla, yüksek alicenaplığı ile, belki biraz da Milli Eğitim bakanımız Şinasi Orel’in hoşgörüsüyle Amerikalıların sabit veya hareketli eşya taşımasına hiçbir şekilde mani olunmadı. Ben bir yerden sonra dayanamadım ve gittim dedim ki, “Sayın Rektör! Bunlar sınır tanımıyorlar. Parmaklıkları söküp götürdüler. Parmaklık sökülür mü? Tel örgüleri, çitleri, muslukları ve lavaboları söküp götürdüler!” Bana ne dedi biliyor musun? “Semih Hocam hiç üzülme, biz bunların hepsini yeniden yaparız.” Amerikalılar, götürdükleri ne varsa onları götürmekle kaldılar. Boğaziçi Üniversitesi’nde ise binalarımız yenilendi ve içleri dekore edildi. Mühendislik binasında olduğu gibi bazı binalara kat eklendi, konferans salonları yapıldı. Temel Bilimler binasında en üst katlara çatı arasına yeni yeni çalışma odaları açıldı hocalar için. Yatakhaneler, yemekhaneler geliştirildi. Tarihi binaların içleri restore ve renove edildi. Lojmanlar boyandı, tamir edildi. Kampüs birden yenilendi. Rahmetli Aptullah Kuran söylediğini yaptı. “Bırak götürsünler. Biz daha iyisini yaparız!” demişti.

Aptullah Kuran’ın rektörlüğe atanması nasıl oldu?

Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel, 1971 Temmuz'unda Boğaziçi Üniversitesi’ne ilk rektör olarak Kolej’in Türk müdür yardımcısı Aptullah Kuran’ı atadı. Çünkü Aptullah Kuran eski bir Kolejli idi. Robert Kolej'i iyi tanıyordu. Çok yumuşak tabiatlı, bir Amerikan üniversitesinin karakterini çok iyi bilen, aynı zamanda bir Türk üniversitesine dönüşmemiz gerektiğinin bilincinde, yapıcı ve demokrat ruhlu, dolayısıyla Boğaziçi Üniversitesi’ni çok seven, Üniversite'nin Robert Kolej’den miras alınan özelliklerini korumakta kararlı, sevecen ve saygın bir rektördü. Kendisi de kıymetli bir mimar olduğu için, Robert Kolej'i modern bir üniversite hâline getirecek yepyeni binaların planlarını hazırlattı. İnşaatlarına başlattı ve onları çoğunlukla bitirip görevden öyle ayrıldı. Kurucu Rektör olarak, Aptullah Kuran, Robert Kolej’den devralınan eğitim felsefesini aynen devam ettirmekte çok kararlı idi. Bunda isabetli ve başarılı oldu. Robert Kolej’in fiziki olanaklarını, devlet bütçesinden aldığı kısıtlı imkânlarla, ama büyük çabalar sarf ederek, çok önemli bir şekilde geliştirdi.

'REKTÖRLERİN SEÇİMLE BAŞA GELMESİNİ SAĞLAYAN APTULLAH KURAN'DIR'

1980 Boğaziçi Üniversitesi diploma töreni. Ön sırada Erdal İnönü, Vedat Yerlici, Semih S. Tezcan ve Özer Ertuna.

 Aptullah Bey bütün üniversiteyi tek başına mı yönetiyordu?

Tek başına değil tabii. Hep Üniversite Yönetim Kurulu’ndan geçirerek, orada tartışarak ve kurulun görüşlerini alarak, ortak görüşle yönetmelikler oluşturuldu. O tarihte üniversitemizin bir senatosu yoktu. Üç fakültenin dekanları ve birer de fakülte temsilcisi olmak üzere, rektör ile birlikte yedi kişilik bir Yönetim Kurulu senato gibi çalışıyordu. Bu da Kurucu Rektör Kuran’ın zikredilmesi gereken başka bir yönüdür. Bunlar fiziki olarak görünmez, kâğıt üzerinde şeylerdir, ama sistemin çalışmasını çabuklaştıran, idare eden, düzenleyen ve mükemmelleştiren unsurlardır. Rektörlerin, dekanların ve bölüm başkanlarının seçimle başa gelmesini sağlayan da kurucu rektörümüz Aptullah Kuran’dır. Kendisi atama ile göreve geldi, ama fakülte dekanları, bölüm başkanları hep seçimle geldi. Dolayısıyla üniversitemiz demokratik bir havaya onun sayesinde kavuştu. Bir kolej yapılaşmasından modern bir üniversiteye onunla dönüştük. Bunda çok başarılı oldu. Kuran’ı bu engin, yoğun ve isabetli çalışmalarından dolayı ne kadar hürmetle yad etsek hakkını ödeyemeyiz.

Bu her bakımdan başarılı bir dönüşüm gibi görünüyor. Var olan bir şey yıkılıp tarumar edilmiyor da, var olanın iyi özellikleri alınıp onun üzerine yeni bir kimlik inşa ediliyor...

Geleneksel olarak eski ve köklü Türk üniversitelerinde ve hatta bu üniversitelerin etkisi altında kurulmuş birçok yeni üniversitemizde takip edilen eğitim felsefesi, genellikle Orta Avrupa ülkeleri ile aynıdır. Bu klasik ve skolastik eğitim sisteminde, hiyerarşik bir çalışma düzeni, öğrenci ve hocaların birbirlerinden bir hayli kopuk olduğu, nispeten katı kalıplara oturan bir uygulama hâkimdir. Halbuki Boğaziçi Üniversitesi’ne miras kalan çağdaş Amerikan eğitim felsefesi çok esnek, çok katılımcı, bireysel gelişmeye ve kişisel tercihlere çok önem veren, bir hayli demokrat ve sınıf farkları bulunmayan bir yapıya sahiptir. Amerikan eğitim felsefesi deyince bunda bir Amerikancılık sezilmesin. Farklı bir düşünce yapısından bahsetmek için Amerikan ismini getiriyoruz, yoksa Amerikan hayranlığından değil! Diğerlerine “skolastik eğitim felsefesi” dememizin nedeni de Türkiye’deki herhangi bir eğitim kurumunu tenkit etmek için değil, kullandıkları sistemlerin farklılığını ortaya koymak içindir. Sanatımız, kılık kıyafetimiz, kültürümüz ve eğitim sistemimiz çok uzun yıllar Fransız ve Alman etkisi altında kalmıştır. Boğaziçi Üniversitesi, klasik Türk üniversitesi zihniyetinden tamamen farklı, çağdaş bir eğitim felsefesini ve yepyeni bir zihniyeti miras edinmiştir. Başarısının temelinde de bu çağdaş eğitim felsefesi vardır.

'SEÇMENE GİDEREK SEÇİLDİM'

YÖK’ün kuruluşu ertesinde YÖK Başkanı İhsan Doğramacı Boğaziçi Üniversitesi rektörü ve dekanlarını ziyaret ediyor. Soldan Sağa: Orhan Orel, Üstün Ergüder, Cevza Sevgen, Semih S. Tezcan, İhsan Doğramacı, Turan Durgunoğlu, Alpar Sevgen, Erdal İnönü, Akın Tezel ve Güven Alpay. 3 Eylül 1981.

 1976’da ilk kez rektörlük seçimleri yapıldığında Aptullah Bey yeniden rektörlük görevine, bu kez seçilerek geldi. Ve 1979’da gerçekleştirilen ikinci seçimde siz seçildiniz.

Ben Rektör olmak istediğim zaman, doğal olarak bir seçim kampanyasının içinde buldum kendimi. Seçime katılacak, benden başka dört aday daha var. Bunlar kıran kırana yarış ediyorlar birbirleriyle. Erdal İnönü, Vedat Yerlici, Baran Tuncer ve Turhan Esener. Hepsi başlı başına birer büyük isim. Erdal İnönü, Temel Bilimler Fakültesi dekanı, fizik profesörü, Orta Doğu’da rektör vekilliği yapmış, çok sevilen dev bir isim. Tarihi bir kişiliği var. Vedat Yerlici, Mühendislik Fakültesi dekanı, Kolej'in eski ağabeyi, herkesin eski bir hocası. Kolej kökenli ve okulun en eski, en sevilen ve en popüler hocası olduğu için rektörlüğe en doğal büyük bir namzet. Baran Tuncer Gümrük ve Tekel bakanlığı yapmış güçlü bir kişi. Turhan Esener, ILO Uluslararası İşçi Sendikası’nın Türkiye temsilcisi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığı yapmış, aynı zamanda dört dilde ders verebilen, eşi bulunmayan muhteşem bir hoca; İngilizce deyin İngilizce ders versin, Fransızca deyin Fransızca ders versin, Almanca deyin Almanca ders versin... Bir de Semih Tezcan; hiç tanınmayan, gariban bir İnşaat Mühendisliği hocası. İnşaat Mühendisliği’nde, hem de bodrum katta bir ofisim var. Yağmur yağınca kitaplar ıslanır falan. Küçük sıkışık bir ofisteyim. Eski Robert Kolejli değil, İTÜ kökenliyim.

Peki seçilmeyi nasıl başardınız?

Seçmene giderek! Üniversitedeki herkesten randevu aldım, herkesle tek tek görüştüm. “Eğer müsaade ederseniz, Üniversite’nin sorunları konusunda sizdeki birikimi öğrenmek, anlamak, bunlardan yararlanmak istiyorum.” O kadar. Kesinlikle kendimi de tanıtmıyorum. Sadece oturup not alıyorum. Böylece Üniversite’nin bütün sorunları ortaya çıkıyordu. Önceden randevuyu alıp, beş dakikalık da buffer zone’lar koyuyordum görüşmeler arasına, uzarsa ötekine ayıp olmasın diye. Günde en az sekiz, dokuz kişiyle görüşüyordum. Bir hafta, on gün kampanya yaptım; doksan kişi ediyor. Bütün seçmen kitlesiyle birebir konuştum. Seçime zaten seksen beş kişi katıldı, çoğu tatile gitmiş. Rey vermeye hakkı olan seçmen sayısı 125’ti. Onun 85’i seçime katıldı. Seçim turlu sistem esasına göreydi. Seçilmek için gerekli oy oranını yüksek tutmuşlardı ki seçilen aday büyük bir destekle gelmiş olsun.

Boğaziçi Üniversitesi'nin tarihçesi-1

1863 yılında Bebek’te üç katlı bir konakta eğitime başlayan Robert Kolej, ileride Boğaziçi Üniversitesi’ne devredilecek olan Rumeli Hisarı’ndaki araziye 1871 yılında taşınmıştı. (1) Hisar surlarına yaslanarak gündoğusu istikametinde Boğaz’a uzanan bu arazi 1862 yılında, Reşat Ekrem Koçu’nun tarifiyle “dil bilgini ve edip, san’at hâmisi, Türk tiyatrosunun kurucularından ve Türk tiyatrosu tarihinin orijinal hüner sahibi Molière mütercimi” (2) Osmanlı devlet adamı ve ilk Meclis-i Mebusan’ın reisi Ahmet Vefik Paşa’dan satın alınmıştı. Bir asra yakın ortaokul ve lise seviyesinde eğitim veren Robert Kolej’in yöneticileri, İkinci Dünya Savaşı ertesinde Türkiye’nin Batı bloğu içinde yer almak yönündeki iradesinin ve 1950 sonrası girdiği hızlı kalkınma sürecinin etkisiyle ve Demokrat Parti hükümetinin teşvikiyle, lisans ve lisansüstü eğitime yönelik yatırım yapmaya başlamış ve nihayet 1959 yılında ilk öğrencilerin kaydolmasıyla Robert Kolej Yüksek Okulu faaliyete geçmişti. (3) Ancak kısa sürede Yüksek Okul’u sürdürmenin maliyeti Kolej Vakfı’nın karşılayamayacağı boyutlara ulaşmış, Kolej yönetimi 1968 yılından itibaren bazı okulları kapatarak içinde bulundukları ekonomik darboğazdan çıkmanın yollarını aramaya başlamıştı. (4) 12 Ocak 1971’de Anayasa Mahkemesi’nin özel yüksekokulları Anayasa’ya aykırı bulan kararıyla Robert Kolej Yüksek Okulu hukuki zeminini kaybetmişti. (5) Aynı yıl, Hisar kampüsünde yapılan ilk dersten yüz yıl sonra, Kolej’in lise kısmı Arnavutköy’e taşınacak ve Yüksek Okul Türkiye Cumhuriyeti devletine devredilerek Boğaziçi Üniversitesi kurulacaktı. Devir teslim töreninde Robert Kolej Mütevelli Heyeti başkanı James F. Lawrence’ın Milli Eğitim bakanı Şinasi Orel’e hediye ettiği gümüş çerçeve içindeki kampüs fotoğrafının altında “Amerikan halkının Türk milletine bir armağanı” yazıyordu. (6)

Semih S. Tezcan kimdir?

Prof. Dr. Semih S. Tezcan, 1954 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun olmuş, 1960’ta İTÜ’de doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra 1961’de Vancouver, Kanada’da bulunan British Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamıştır. 1966 yılında Robert Kolej Yüksek Okulu kadrosuna katılan Prof. Tezcan, 1979’da Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne seçilmiş, YÖK’ün kurulduğu ve üniversite rektörlerinin cumhurbaşkanı tarafından atandığı 1982 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. Deprem Mühendisliği Araştırma Enstitüsü ve Türkiye Deprem Vakfı’nın kurucuları arasında yer alan Prof. Tezcan, University of California, Berkeley ve University of New York, Bufallo’da misafir profesör olarak ders vermiştir.

(1) John Freely, A Bridge of Culture: How An American College in Istanbul Became A Turkish University (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2009), 80-81.

(2) Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi (İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kolektifi, 1958), 477.

(3) John Freely, A Bridge of Culture, 317-324.

(4) John Freely, A Bridge of Culture, 354-355.

(5) Mehmet Altun, Dünden Bugüne Boğaziçi Üniversitesi (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2013), 49, 80-83.

(6) Aptullah Kuran, Bir Kurucu Rektörün Anıları (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2002), 43.