Harvard Üniversitesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra dünyanın önemli bilim merkezlerinden biri olan Cold Spring Harbor Laboratuvarında kendi araştırma laboratuvarını kuran kanser araştırmacısı, immünolog Semir Beyaz’la söyleşimizin son bölümüne buyrunuz…
Marketlerden aldığımız yoğurtların kanser riski yarattığına dair sayısız söylenti dolaşıyor. Buna dair elde edilmiş herhangi bir bulgu, bilgi, veri var mı?
Hayır, o yoğurtlarda kanserojen bir madde olduğuna dair veri bulunsaydı, bu yoğurtlar marketlerde olamazdı. Yediğiniz bir gıda mikrobiyotanızı değiştirebilir veya vücudunuzdaki bir gelişmeyle ilişkilenebilir. Bunu anlamak için örneğin köy yoğurduyla market yoğurdunu ayrı ayrı deneyip mikrobiyota parametrelerindeki değişimi gözleyerek sonuca ulaşırsınız. Ama vardığınız bu sonuç bile, yediğiniz yoğurdun kanserle ilişkisine dair bir çıkarımda bulunmanızı sağlamaya yetmiyor. Bilimle toplum arasındaki en büyük iletişim sıkıntısı bu tür çıkarımların bilimsel veriye dayanmadan, kolaylıkla yapılıyor olmasından kaynaklanıyor. Buna sebebiyet veren de işgüzar veya fırsatçı insanlar, çıkar grupları. Bilimsel araştırmaları aktaran akademik makalelerde binlerce olasılık ve husus değerlendiriliyor. Bahse konu fırsatçılar, bunların içinden bazı cümleleri çıkarıp topluma “kesin sonuç” olarak aktarıyor. “Bakın, çörekotu kansere iyi geliyor”, “K vitamini, D vitamini kansere iyi geliyor” diyebiliyorlar. Sonra da çıkıp düz mantıkla “o halde kansere karşı herkes D vitamini alsın, herkes çörekotu tüketsin, köy yoğurdu yesin” diyorlar. İmkânı olan, damak zevkine göre köy yoğurdu yesin tabii ki ama hastalara bu şekilde boş umut aşılamak çok yanlış. Bu, bilimsel ahlaktan uzak bir indirgemecilik.
Vitaminlerle ilgili de sayısız söylenti dolaşıyor. Bazı eczanelerde vitaminlerin bulunduğu raflar, ilaç raflarından çok daha kalabalık. Bu vitamin çılgınlığını nasıl yorumluyorsunuz?
Maalesef vitaminlerle ilgili bilgi kirliliği Amerika’da da var, Avrupa’da da, Türkiye’de de. Hakikaten müthiş bir vitamin çılgınlığı var. Elbette vitaminler çok önemli besin öğeleri. Vitamin eksikliği olan insanların sağlıklarını kaybetmeleri, belli hastalıklara yakalanma riski altında olmaları mümkün. Ama bu, her hastalığı vitamin takviyesiyle çözebileceğimiz anlamına gelmez. 21. yüzyılda vitamin çılgınlığı, vitamin bağımlılığı yaşanıyor. Oysa dengeli beslenirseniz zaten vitamin eksikliğiniz olmaz. Elbette belli başlı besin öğelerine erişemeyen insanlar açısından vitamin takviyesi gerekiyor. Ama günde üç öğün yemek yiyebilen, öğününde farklı besin öğeleri bulundurabilen insanların aynı esnada ilave vitamin kompleksi almalarına katiyen gerek yok. Aksine, bu türden vitamin kompleksleri veya gereksiz yere takviye haplar alındığında vücut dengesini bozabiliyor. Eczaneden içinde ne olduğunu bilmediğiniz balık yağı, Omega 3 yağı alacağınıza balık yiyin. Maalesef çağımızda bu takviye vitamin ilaçları ve besinler, milyarlarca dolarlık devasa bir endüstri, sektör halini almış durumda. İnsanlar “doğal ve sağlıklı beslenme” etiketiyle manipüle edilerek bu ürünlere yönlendiriliyor.
DERTTEN, TASADAN KAYNAKLANAN FİZYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER KANSERİN OLUŞUM VE GELİŞİMİNDE ETKİLİ OLABİLİR
Bazı kanser hastaları, “şöyle bir bitki özütü, vitamin veya ilaç kombinasyonu kansere iyi geliyormuş” diyor ve bunlara binlerce liralık paralar harcıyor. Bunlara inanmamak mı gerekiyor?
Bunlar hiçbiri bilimsel kanıta dayanmıyor ve ne yazık ki bunları alan kanser hastaları suistimal ediliyor. Onkoloji uzmanı gözetiminde bir diyetisyen, kanser hastalarına bilimsel veriler ışığında destek olabilir. Bunun dışındaki hiçbir yönteme itibar etmemek gerekiyor.
Bazen kanser sebebi olarak stres, dert, tasa da gösteriliyor. “Derdimden kanser oldum” türü deyimler de var. Dert, tasa, stres kanser yapar mı?
Evet, bunun fizyolojik, hücresel bir altyapısı var. Fiziksel ya da duygusal stres bağışıklık sistemini baskılayabiliyor. Burada bazı stres hormonları, özellikle kortikosteroidler devreye giriyor. Ama tek başına stres, dert, tasa illa kanser yapar diye bir genelleme yapamayız. Çok stresli olduğunuz zaman sinir sisteminiz veya bazı organlarınız bundan mustarip olabilir. O nedenle stres seviyesini azaltmak, genel olarak insan sağlığına iyi gelir. Zira stresten, dertten, tasadan kaynaklanan fizyolojik değişiklikler, özellikle de bağışıklık sistemini baskılayan durumlar kanserin oluşumunda veya gelişiminde etkili olabilir. Nitekim stres uyku ritminizi bozduğunda vücudunuzun normal aktivitesi sekteye uğrar. Bu da kanseri başlatan veya ilerleten unsurlara katkı sunabilir.
MEDİTASYON, YOGA, EGZERSİZ YAPIN, SİGARA İÇMEYİN, SAĞLIKLI BESLENİN AMA BUNLARIN HER BİRİ TEK BAŞINA SİZİ KANSERDEN KORUMAZ
Türkiye’de stresten, kaygı ve tasadan kurtuluşumuz yok gibi. Ne yapmalıyız?
Türkiye’de yaşayıp da fırsatı olanların stresi azaltabilecek yollara mutlaka başvurmalarını öneririm. Meditasyon, yoga, egzersiz yapın. Ama tekraren vurgulayayım ki meditasyon, yoga, spor tek başına sizi kanserden korumaz. Sağlıklı beslenme tek başına sizi kanserden korumaz. Sigara içmemek de tek başına sizi kanserden korumaz. Ama hepsini yaparsanız, kanserden korunmak için üstünüze düşeni yapmış olursunuz.
Bunlara rağmen kansere yakalanırsak, ne yapmalıyız?
Kesinlikle paniğe kapılmamak ve bir onkoloji uzmanına başvurmak çok önemli. Onkoloji uzmanları, aldıkları eğitimle, şu anda dünyada genel geçer kabul edilen tedavi yöntemleriyle sizi iyileştirmeye koyulur.
HASTALARIN PANİĞE KAPILMALARI, EVHAM YAPMALARI KANSERİN CANINA MİNNET
Bir kanser araştırmacısı olduğunuz için örneğin size başvursak olmaz mı?
Hayır, çünkü klinikteki bir hastaya nasıl bir tedavi uygulanacağına dair bilgim, onkoloji uzmanınınkinden çok daha sınırlı. Ben şu anda gece-gündüz laboratuvarda kansere dair temel bilimsel keşifler yapmak için çalışıyorum. İnsanların kısa yoldan cevaplar almak istemelerini anlıyorum ama maalesef öyle bir cevap yok. Ben de kısa yoldan cevap veremiyorum, onkoloji uzmanları da ne yazık ki veremeyecektir. Ama unutmayalım ki, son yüzyıl içinde kanseri anlama ve tedavi konusunda çok ciddi bir yol katettik. Kanser basit değil, çok karmaşık bir hastalık. Bütün vücudu esir alıyor ve ne yazık ki bu karmaşık hastalığa karşı basit, tek bir tedavi yöntemimiz yok. Araştırmalar yaptıkça ve o araştırmaları belli bir aşamada bütünsel bir sonuç haline getirebildikçe, belki kanseri kökten çözebilecek bir tedaviye ulaşabiliriz. Ama o güne gelene kadar bilime inanç, güven ve destek hayati önemde. İnsanlık kanseri çözmek istiyorsa, yeterli araştırmaların yapılması için mücadele yürütmeli. Ülkeler, devletler, toplumlar, özel sektör bütünlüklü bilimsel araştırmaları teşvik etmeyince, ortaya çıkan belirsizliği, boşluğu şarlatanlar dolduruyor.
Diyelim ki bir onkoloji uzmanına gittik ve yapılan tetkikler sonucu kanser olduğumuzu öğrendik. O andan itibaren yapmamız ve yapmamamız gereken nedir?
O andan itibaren onkoloji uzmanının anlattıkları ışığında hayatınızda değişiklikler yapmaya ve önerilen tedaviye başlamalısınız. Dengeli beslenmeye dikkat etmek, bağışıklık sistemini sekteye uğratmamak, kanseri yenme kabiliyetini arttırabilir. Paniğe kapılmak, evham yapmak strese neden olan mekanizmaları aktif hale getirip bağışıklık sistemini bastırabilir ki, bu da kanserin canına minnet. Yapılmaması gereken en önemli şey, yalana, hurafelere, bilgi kirliliğine prim vermektir. Bir kere kanser hastaları mucize ilaç aramamalıdır.
ŞU AN ELİMİZDEKİ MUCİZE, HASTANELERDE KULLANILAN İLAÇLAR
Neden?
Çünkü hastanelerde olmayan bir mucize ilaç yok. Şu anda elimizdeki tek mucize, hastanelerde kullanılan ilaçlar. Yirmi sene önce olmayan ama bugün kullanılan immünoterapi bir mucize mesela. Peki nasıl ortaya çıktı bu mucize? Bilimsel araştırmalar, klinik çalışmalar sonucunda immünoterapinin kansere çok iyi bir çözüm olabileceği keşfedildi. Ama o da kanseri tamamen çözmediği için, biliminsanları olarak gece gündüz yeni çözümler üzerinde çalışıyoruz. Belki bugün üzerinde çalıştığımız tedavi yöntemleri on sene sonranın mucizeleri olacak. Eğer hasta elimizdeki mevcut tedavilerin dışındaki yöntemlere kanar, kendi tedavisinden feragat edip bitki özlerine, şarlatanlara yönelirse büyük sıkıntılar yaşayabilir.
Yani “Filancanın dediğine, falancanın yediği bitki özüne göre” diyerek hareket etmemek gerekiyor, öyle mi?
Kesinlikle! Çünkü klinik olarak tanımlanmış 200’den fazla kanser türü, onların da çok sayıda alt türleri var. Dolayısıyla kanser her insanda, onun hayat tarzına, bağışıklık sistemine, çevresel ve genetik faktörlerine göre farklı seyredebilir. Bilimsel olarak etkinliği klinik çalışmalarla kanıtlanmamış tedavilere asla inanmamalısınız.
KANSER TEDAVİSİNDE AMERİKA’DA NE VARSA, TÜRKİYE’DE DE VAR
Peki Türkiye’de olmayıp da örneğin Amerika’da olan, bilimsel tedavi yöntemleri yok mu?
Açık yüreklilikle söyleyeyim, klinik denemeler dışında dünyadaki tedavi seçeneklerinin hemen hemen çoğu Türkiye’deki onkoloji kliniklerinde uygulanıyor. Türkiye’de eksik olan kısım, klinik araştırmalar.
Yani kansere yakalandığımızda varımızı-yoğumuzu harcayıp Amerika veya Küba yollarına düşmeyelim mi?
Hayır. Kanser tedavisinde Amerika’da ne varsa, Türkiye’de de var. Bazı kanser türlerinde farklı yaklaşımlar olabilir ama şu anda Amerika’da rutin olarak uygulanan tedavilerin yüzde 99’u Türkiye’de de uygulanıyor. Türkiye’de olmayıp da Amerika veya Avrupa’da olan şey, klinik araştırma merkezlerinde yeni geliştirilen tedavilerin denenmesi. Türkiye de bilimsel araştırmalara yatırım yaparak, sağlık sistemini buna göre düzenleyerek bu açığı kapatabilir. Örneğin benim gibi insanlar neden şu anda Türkiye yerine Amerika’da kanser araştırması yapıyor?
HASTA ANTALYA’DA, ANKARA’DA, LONDRA’DA, NEW YORK’TA MUCİZE PEŞİNDE DOLAŞIRSA TEDAVİDEN MAHRUM KALIR, TÜMOR YAYILIR
Diyelim ki kansere yakalandık ve sizi arayıp “klinik araştırmalarda denek olmak istiyorum” dedik. Bize “New York’ta bu alanda şahane araştırmalar yapan bir klinik var, seni oraya yatıralım” der misiniz?
Keşke öyle bir yol olsa ama yok. Türkiye’de bir hastanın varını yoğunu satıp Amerika’ya gelerek klinik bir çalışmaya umut bağlaması, yakınlarını kansere kaybetmiş biri olarak beni çok üzer. O çaresizliği çok iyi biliyorum. Bir kere bu, hasta açısından büyük bir ekonomik yük. İkincisi, buradaki hastanelerde uygulanan tedavi Türkiye’de de uygulanıyor. Üçüncüsü, buradaki klinik araştırmalara dahil edilen insanlar ince elenip sık dokunarak belirleniyor. Yani her gelen klinik çalışmaya alınmıyor. Ayrıca bahsettiğimiz zaten kesinleşmiş bir tedavi değil, klinik çalışma. O yüzden panik yapmayın. Türkiye’de çok iyi ve başarılı onkoloji uzmanları var ve dünyada var olan en güncel yaklaşımlar neyse, uyguluyorlar. Bunların dışında sizi fiziksel, ruhsal, maddi anlamda zorlayacak yollara girmeyin. Bu yollara düşmek yerine, Türkiye’deki bir onkoloji servisinde tedaviye başlamak çok daha etkili olacaktır. Ama hasta paniğe kapılır, bir gün Antalya’da, öbür gün Ankara’da, İstanbul’da, ardından İngiltere’de, sonra New York’ta filan mucize peşinde dolaşırsa, ne yazık ki bitap düşer ve doğru düzgün bir tedaviden mahrum kalır ve tümör yayılır.
TÜRKİYE’DE, KÜBA’DAKİ AŞIYI MUCİZE GİBİ SUNUP PANİK HALDE UMUT ARAYAN HASTALARI SUİSTİMAL EDEN BİR PAZAR OLUŞTURMUŞLAR
Peki Küba’da, başka ülkelerde olmayan alternatif kanser tedavilerinin uygulandığı doğru mu?
Hayır, hayır. Kanser alanında geliştirilen farklı aşı teknolojileri var. Küba’da bunlardan bir tanesi uygulandı ve CimaVax adındaki bu aşının klinik çalışmalarda birazcık etkili olabileceği gösterildi. Buna benzeyen başka aşılar Avrupa’da, Amerika’da da uygulandı. Ama bunların hiçbiri, bütün kanser türlerine çözüm olabilecek, devrim niteliğinde buluşlar değil. Anladığım kadarıyla Türkiye’de bazı insanlar Küba’daki aşıyı bir mucize gibi sunarak panik halde umut arayan hastaları suistimal edecek bir pazar oluşturmuşlar. Çünkü yakınımdaki insanlar da arayıp “evi-arabayı satalım, her şeyden vazgeçip Küba’ya gidelim, mucize orada” diyor. Ama bırakın Küba’yı, dünyanın hiçbir yerinde, Harvard’da da, New York’ta da, Londra’da da böylesi bir garantici tedavi yok.
Küba’da etkili olduğu söylenen tedavi hangi kanser türü için geçerli?
Akciğer kanseri için. Başarısı da çok yüksek yüzdelerde değil, araştırmalar hâlâ devam ediyor. Kübalı araştırmacılar bu konuda çok fazla yayınlar da yapmadı. Böylesi bir aşı Fizan’da olsa, “gidin, tedavi olun” derdik ama maalesef yok. Bilinmeyen bir teknoloji de değil Küba’daki. Var olan bir teknolojiyi alıp ortalama düzeyde geliştirmişler, takdir edilmesi gerekir. Ama Küba’nın akciğer kanserine çözüm bulduğuna dair bir veri yok. Her kansere iyi gelebilecek tedaviler geliştirdiğine dair ise hiçbir veri yok. Ama Küba’da olup da örneğin Amerika’da, Türkiye’de olmayan bir şey var: Herkesin eşit şekilde faydalanabildiği bir sağlık sistemi. Özetle, kanser hastaları kendilerini “mucize ilaç”, “kansere kökten çözüm” gibi cümlelerden muhafaza etmeli. “Bir doz kemoterapi aldım ama bıraktım, onun yerine bol bol sarımsak yiyorum” dediğinizde, kanserin canına minnet. Kanserin çok karmaşık bir hastalık olduğunu, mucizevi bir tedavisinin hâlâ olmadığını kabul etmezsek, boş umutlar peşinde koşar ve şu anda elimizde olan en iyi tedaviyi ıskalamış oluruz. Ben babamı kanserden kaybettim. Eğer bu dünyada kansere mucizevi bir çözüm olsaydı, inanın babamı o mucizeden mahrum bırakmamak için elimden geleni yapardım.
ESAS MUCİZE ERKEN TEŞHİSTE
“Erken teşhis hayat kurtarır” lafı kanser için geçerli ama az önce kanserin ancak kitle haline geldiğinde tespit edilebildiğini söylediniz. Erken teşhis için ne yapmalıyız?
Örneğin 50 yaşın üstündeki insanların kolon kanseri riskine karşı kolonoskopi, göğüs kanseri riskine karşı mamografi çektirmesi gerekiyor. Esas mucize erken teşhiste. Bazı kanserlerde erken teşhis durumunda çok büyük başarılar sağlanıyor.
Kanser olup olmadığımızı her seferinde gidip ayrıntılı tetkikler yaparak mı kontrol edeceğiz? Bunun evhamı bile insanı ziyadesiyle yıpratmaz mı? Kanser başladığında vücut bir sinyal vermez mi?
Senede bir genel tetkik için doktora başvurabilirsiniz. Ama göğüs ve kolon kanserinde bahsettiğim tetkikler erken tanıyı kolaylaştırıyor. Fakat örneğin yumurtalık kanserinde bu mümkün değil. Çünkü ancak kanser olup yayıldığı veya ağrı şikâyetiyle doktora başvurulduğu zaman görülebiliyor. Ama şu anda yumurtalık, prostat, kolon, göğüs vb, kanserlerin kan testi yoluyla tespiti için teknolojiler geliştiriliyor. Bunların klinik çalışmaları tatmin edici düzeyde olursa, artık kanseri daha kolay ve erken teşhis edebileceğiz.
'BİR OT ÖZÜTÜ BULDUM, KANSERLİYE VERDİM, İYİLEŞTİ' DEMEK BİN YIL ÖNCENİN BİLİMİ, ŞİMDİNİN DEĞİL
Siz bir biliminsanı olarak meseleye pozitivist yaklaşıyorsunuz ama belki de bitkisel ilaçlar hakikaten bazı kanser türleri için etkilidir ve belki bilim bunu yıllar sonra keşfedecek. Halihazırda biliminsanları, “şarlatan” dediğiniz insanlar tarafından sunulan bitkisel ilaçların etkili olmadığını kanıtlamış durumda mı?
Elbette pek çok bitkide, belki de henüz bilmediğimiz bazı moleküller kanseri durdurmaya katkı sağlayabilir. Zaten biz bitkilerden, mantarlardan sayısız ilaç geliştirdik. Doğanın bize sunduklarıyla tıp sayısız atılım yaptı. Geçtiğimiz yüzyılda bitkisel kaynaklı birçok molekül tıpta, kimyada, ilaç endüstrisinde kullanılıyor. Biliminsanları şu anda aktarda satılan herhangi bir bitki karışımındaki moleküllerin kansere yönelik etkisi üzerinde çalışmamış olabilir. Bu alanda çalışmaları teşvik edilmeli. Biz de zaten şu anda laboratuvarlarda bunların üzerinde çalışıyoruz. Olur da bir bitkisel veya mikrobiyal faktör kanser hücresini kontrol altına almada bırakın yüzde 100’ü, yüzde 50 oranında bile etkili oluyorsa, bu önemlidir. Ama şu andaki alternatif tıp endüstrisinde bunu bilimsel olarak ortaya koyacak bir sistem yok. Oysa bilim nasıl evrildi? Milattan önce bilim, nedensel olmayan ilişkilerde bile bir akıl yürütme sonucunda bazı çıkarımlar yapıyordu. Ama oradan Aydınlanma Çağı’na, Aydınlanma Çağı’ndan bugüne gelinceye kadar bilimsel bir şekilde gerçeği ortaya koyma yöntemi değişti. Bilimsel bilgi birikti ve biz bu birikimi irdeleyerek ilerleyebiliyoruz. Ayrıca bunları kritik edip hipotezler ortaya koyarak bir sonraki bilgi için merdiven yapabiliyoruz. Dahası, artık farklı katmanları ele alarak en doğru şekilde sağlıkla ilgili karmaşık meseleleri bütünsel olarak irdeleyebiliyoruz.
Yani?
Yani kanser kadar karmaşık bir olay için “bir ot özütü buldum, bir hastaya verdim ve iyileşti” diyerek mucize yarattığınızı söyleyemezsiniz. Bu, binlerce yılın birikiminden oluşan şu anki bilimsel perspektif karşısında, bin yıl öncesinin bilimsel perspektifidir. 21. yüzyılda, bin sene öncesinin bilimsel perspektifiyle sunduğunuz bir çıkarıma değer verilmesi beklenmemeli. Bin sene önceki bilimsel perspektif kendi başına değil, bin senedir biriktirdiğimiz bilgilerin içinde değerlidir. Aktarların, kırıkçı-çıkıkçıların, doktorun olmadığı köydeki ebelerin bilgileri tabii ki değerlidir. Ama mevcut bilim bunların bin yıl ilerisinde. Eğer siz bin yıl öndeki bilim yerine bin yıl önceki bilimi tercih ederseniz, eldeki kazanımları, birikimi, olanağı bir kenara atmış olursunuz. Elbette statüko veya dogmaya karşı bilimde yeni arayışlar olmalıdır. Aynı zamanda biliminsanlarının bu tarihsel bakış açısından bilimsel birikimini tartışabiliriz. Ama alternatif tıp diyerek, aktar veya bitki özütü karıştırıcısı, üç-beş bilimsel yayından işine yarayacak değerlendirmeleri cımbızlayarak “kanser hastalığına çözüm buldum” dediğinde, bunu hiçbir klinik çalışmayla desteklemediğinde, ortaya çıkacak şey sadece şarlatanlıktır, umut tacirliğidir. Madem iddialısın, madem kansere yüzde yüz çözüm olan bir bitki buldun, üç yüz hasta üzerinde klinik, faz 1-2-3 çalışmasını yapsana!
Semir Beyaz kimdir?
Hatay-Samandağlı Semir Beyaz, 2005 yılında İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde başladığı lisans eğitimi boyunca bağışıklık sistemi üzerine çalışmalar yaptı. Henüz öğrenciyken yaptığı araştırmalar nedeniyle 2007 yılında Türk İmmünoloji Derneği tarafından “Genç Araştırmacı Ödülü”ne layık görüldü. Fakülte birincisi olarak mezun olduktan sonra ABD’de, Harvard Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışmaya başladı. Kan kök hücreleri, kemik iliği nakli ve bağışıklık sistemi üzerine yaptığı araştırmalardan sonra Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Doktora Programı’na kabul edildi. Doktora çalışmalarının bir kısmını Harvard Kanser ve Kan Hastalıkları Merkezi’nde bağışıklık üzerine, diğer kısmını ise MIT kanser merkezinde kök hücre ve kanser biyolojisi üzerine yapan Beyaz’ın bilim dünyasında yankı uyandıran çalışmaları Nature ve Cell gibi dünyanın en saygın bilimsel dergilerinde yayınlandı. Harvard Üniversitesi tarafından “Jeffrey Modell Prize” ödülüne layık görüldü. Doktorasını tamamladıktan sonra, dünyanın önemli bilim merkezlerinden biri olan Cold Spring Harbor Laboratuvarında kendi araştırma laboratuvarını kurdu. Burada kanser, kök hücre, bağışıklık sistemi ve beslenme üzerine yaptığı araştırmalar Uluslararası Kök Hücre Araştırmaları Derneği, Amerikan İmmünoloji Derneği gibi çok sayıda kuruluş tarafından ödüllendirildi.