'Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun'
Biz uzun zamandır aynı şeylere sevinip üzülmüyoruz. Aynı nedenlerle yas tutmadığımız gibi başkasının yasından kendine sevinç çıkaranları görünce de şaşıramıyoruz.
Yıldız Tozuvar*
Sosyal medyayı boy boy pozlarını paylaşmak, saatlerce sevimli kedi videolarına bakmak ya da birbirinden leziz görünümlü yiyeceklerin dekoratif sunumlarına hayran toplamak için kullananlar var. Bir de özellikle bizimki gibi, özgürlüklerin günden güne iyice serpildiği ülkelerde, sosyal medya platformlarının hem bir yarılma hem de ses çıkarma aracı haline geldiği gerçeği var.
Gün geçmiyor ki #haddinibilbilmemkim gibi bir başlığa uyanmayalım. Havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem, memlekette haddi bildirilmesi gerekenlerin sayısı bir türlü azalmıyor, ne hikmetse. Had nedir, haddini bilmek ne demek, kim haddini biliyor ya da bilmesi gerekiyor? Bunların cevabını pek az kişi biliyor ya da zahmet edip kendine soruyor.
Laf hadden açılınca, uzun bayram tatilinde yollara dökülen büyük şehirliler misali hevesli kalabalıklar aynı amaçta buluşuyor: Bu kez gidilecek yere ilk varan değil, en çok linçi en kısa zamanda yapan kazanıyor! Bazen günlerce süren linçin ardından timsah gözyaşı bile dökülmüyor. O da eskilerde kaldı…
Öbür tarafta da #bilmemkimyalnızdeğildir başlığı pek yaygın. Eğer bu başlık beliriyorsa bir anda ekranda, anlıyoruz ki yine aynı şey oldu: Okul çıkışı bir grup tarafından tenhada sıkıştırılan öğrenci misali birinin canı fena halde yandı! Yanmadıysa da her an yanabilir, en azından manevi olarak! O başlığı görünce üzülerek hatırlıyoruz ki o bilmem kim aslında fena halde yalnız. Çünkü zaten hepimiz yalnızız, istisnasız!
#Haddinibilbilmemkim’de toplananlar da yalnız aslında. Çünkü bütün toplum yalnızlaşmış. Agâh hocanın (Prof. Agâh Aydın) dediği gibi, “Toplumu toplum yapan çektiği ortak yas”sa eğer… Bu hâlâ bir toplum mu yoksa devasa bir insan topluluğu mu, belki şimdi onu bile tartışmanın zamanı!
Çünkü biz uzun zamandır aynı şeylere sevinip üzülmüyoruz. Aynı nedenlerle yas tutmadığımız gibi başkasının yasından kendine sevinç çıkaranları görünce de şaşıramıyoruz. Oysa ne garip! Bu toplumsal dokunun başka toplumlarda akla bile gelemeyecek hassasiyetleri vardı yer yer.
Mesela oyun parkında oynayan bidicik bebeğin elinde el yapımı bir poğaça varsa, diğer minik ellere de birer tane önerilirdi. Yeter ki görüp içinde kalmasın. Okula, beslenme çantasına muz konmazdı mesela, her eve muz girmiyordur diye. Ya da “göstere göstere yeme!” diye sıkı sıkıya tembih edilirdi çocuğa. Ne bileyim, ayakkabıya, üste başa pek bakılmaz, belli konular karşındaki utandırmamak adına hiç açılmazdı. Tabii ki zorbalar, kabalıklar, düşmanlıklar o zaman da vardı ama bugüne kıyasla haddini, görünür şekilde, pek aşmazdı. Arşa çıkmamıştı karşıtlıklar, zıtlıklar!
Şimdi bunları yazınca kendimi uzun beyaz saçlı sakallı Gandalf gibi hissettim. Ama topu topu 20-30 yıl öncesinden söz ediyorum. Ve bu kadarcık zaman, tarihsel ölçekte bakıldığında bırak devede kulağı, devede tüy anca eder!
Peki ne oldu da böyle oldu? Onu anlamaya ve anlatmaya çalışan; yorumlar ve çıkarımlar yapan birçok bilim insanı var zaten, farklı sosyal bilim disiplinlerinden. Kendi adıma, niye olduğundan çok ne olduğunun derdindeyim! Ve bundan sonra ne olacağının…
Gerçekten bu kadar mı çoktu ayrılık gayrılık hep? Bu kadar mı derindi kesik? Kemal Sunal’dan Zeki Müren’e birlikte seyredip güldüklerimiz, şarkılarına gözyaşları içinde eşlik ettiklerimiz… Hep mi düşman kardeşlerdik biz?
En son Sezen Aksu aldı #haddinibilbilmemkim’den nasibini… Kaç nesildir, hayatlarımızın her bir evresinde, ömrümüzün bir arka plan müziği gibi durmadan çalan Sezen… Düşünen, düşündüğünü söyleyen; hisseden, hissettiğini ifade eden Sezen…
Onu tanımam, sesinden sözünden yüreğime damıttığım kadarıyla bilirim… Ama nedense onu düşününce, kendi başına gelen bir yana, bu olan bitene en çok üzülenlerden biri oymuş gibi geliyor bana. Birer marş gibi bir ağızdan söylediğimiz, onlarcasını ezbere bildiğimiz şarkıları bile artık bizi birleştiremiyor çünkü kahkahada ya da gözyaşında! Hatta onlar bile daha çok ayrışmak, ayrıştırmak için yeni bir neden olabiliyor, bunu o da görüyor. Ve şüphesiz “bu da geçer, neler neler geçmedi ki…” demek mümkün. Ama bugünler “kurşun gibi izler” bırakacak geride, o da biliyor, biz de!
*Blog yazarı @ İçimde Kalacağına - ev (icimdekalacagina.com)