Mümkünse dört beş çocuk istiyor bir de. “Erkeği bulana kadar devam edeceğim,” diyor. Çünkü ailede soyadını taşıyacak varise ihtiyaç var. Alişan’ın soyadı ne bu arada?
Farklı renk ve desenler gelir geçer, magazin dünyamızın egemenleri hep, muhazakâr erkek bireylerdir. Her zaman konuşmazlar ama lafı ortaya bir kodular mı kolektif böğrümüze oturturlar. Böyle puntolardan fışkırmalı, kendinden desenli bir “erk-ek” özgüveni, testesteronu saldım çayıra hâlleri gırla gider. Bu şahlanma anlarında lafı budaktan sakınmaz, hayatlarındaki kadını kırmamak için olsun, dillerini muhafaza etme gereği duymazlar. Yiğidin malı da potu da meydanda olur ne de olsa, yersen.
Magazin muhafazakârı tabir edebileceğimiz erkekler, ruhen +/-50 dereceye dayanıklı, her dönemde bir şekilde yolunu bulan, sadece hayatta değil yatta katta kalmayı da becerebilen adamlar. Lazer işlemez cinsten kalın tüylü bir ruhları var. Ecdada, kültüre, örf-adete bağlılıkları dalgaların aşındıramadığı sert kayalar gücünde.
Her türlü ortama girip çıkıyor, her kültürden kadınla birlikte olabiliyorlar mesela. Ama bir eşte aradıkları nitelikler hiç değişmiyor. Flört aşamalarında bir George Clooney muzipliğine, Cary Grant beyefendiliğine yaklaşmaları mümkün. Mevzu ciddileştiğindeyse delikanlı gibi hoop fabrika ayarlarına geri dönüyorlar. Babadan dededen ne gördülerse, o. Fazla kafa yormaya gerek yok, ecdat onların yerine düşünmüş. Muhteşem genlerin aktarılması gibi kadim bir görev söz konusu ne de olsa. Aktar ya da öl.
Magazin dünyasında uzun yıllar gündemde kalabilenlerin çoğunun ortak özellikleri: Resepsiyonda devletçi, kokteylde beyefendi, evlilikte derebeyi, röportajda ise bunların bir toplamının yanı sıra bir nevi potminatör, ‘pot’emkin zırhlısı oluşları. Çamları üstümüze deviriveriyorlar. (Aynı türün kadın versiyonları da çekilir dert değil de, onlar başka yazıların konusu olsun.) Gün geçmiyor ki ündar bir erkek, gündemimize 41 pare gaf atışı düşürmesin. İşte birkaç gün önce Alişan listelere bu kontenjandan hızlı ve terlikli bir giriş yaptı.
ALİŞAN’IN YOLU
30+ herkes Alişan’ı çocukluğundan, ilk gençliğinden beri tanıyordur. O hep vardı. Ailemizin arabeskçisi, erkekliğin kitabını yazmış kadın programı sunucumuz, ‘efendi’ olduğu kadar da işbilir türkücü. Ne çok yetenekli ne yeteneksiz, ne yakışıklı ne yüzüne bakılmaz cinsten. Efendi ama külyutmaz. Romantik komedilerdeki, her an jön de olabilecek en iyi arkadaş tarzında hani.
Bir nevi Tatlıses varisliği durumu konuşuldu hep. Dönemdaşı Mahsun, Özcan alıp başını yürüdüyse de Alişan da en azından yerinde kalmakta az rastlanır bir beceri gösterdi. Ne fazla yükseldi, ne çerçeve dışı kaldı. Kibar Feyzo’nun meşhur repliğini yazı başlığına uyarlamamın nedeni de TV-magazin dekorumuzun demirbaşlarından olmasının verdiği bir tür “samimiyet”. Yoksa amacım hakaret etmek değil elbette.
İşte böyle bir Alişan, 41 yaşında bekarlığa veda edeceğini duyurdu. Gürültü koparan mesele, bu gözde bekarın sonunda evlenmesi değil. Bu acıya katlanabilirdik. Alişan sadece evlenmiyor, konuşuyor. Her cümlesinde de eril-muhafazakar vasatlık ormanımızda yeni fidanlar serpiliyor.
Posta gazetesine verdiği, birkaç gündür gündemden düşmeyen röportajının her cümlesi ara başlık tadında.
Evleneceği kadın için, “Çok güzel, seksi ve alımlı olsa evlenmezdim,” demiş.
“Erkek çocuğum olana kadar çocuk yapmaya devam edeceğim,” demiş.
Kafi miktarda sinir ucuna dokunmamış olabileceği düşüncesiyle, “Eda tabii ki terliklerimi ayağıma getirecek,” diye eklemiş.
Her şey Alişan’ın verdiği sözle başlamış. Hani Yeşilçam filmlerinden dizilerimize başarıyla aktarılan bir hikâye çizgisi vardır. Otuzlarını devirmiş yakışıklı, tuttuğunu koparan, çaptığını çapan erkek kahramanımız hâlâ bir yuva kurmamıştır. Dedesi ya da babası verir sonunda ültimatomu: Altı ay içinde ya evlenecek ya da mirastan mahrum kalacaktır. Bekarlığın sultanlığı bir yere kadar, baba-ata sözü çiğnemek delikanlılığın kitabında yazmaz. Kahramanımızı saran telaş kaderin türlü cilvesi sponsorluğunda tatlı bir izdivaçla son bulur. Çapkın bal arısını iki boyun kırış, üç dudak büküşle pervaneye çeviren simyacı hanım kızımız da hayattaki yerini bulmuştur: Erkeğinin dizinin dibi. Ne de olsa kültürümüzde erkeğe biçilen rol her şeyi elde etmektir, kadına biçilense, erkeği.
İşte bu hikâyede, aile büyüğünün yerinde doğrudan Cumhurbaşkanı var. (Sen Alişan’sın, büyük düşün.) Yıllardır çeşitli davetlerde kulağı yuva kurma yönünde bükülen Alişan, sonunda altı ay içinde evlenme sözü vermiş. Sürenin dolmasına on beş gün kala da kızı bulup parmağına yüzüğü geçirmiş. Bu açıklamalarından ötürü kendisine yalaka denirse de densinmiş. Tertemiz kalbinin sadece vatan millet aşkına çarptığını Allah biliyor. Yıllardır Demirel döneminde olsun, Ecevit döneminde olsun sektirmeden katıldığı davetlerdeki halıların dili olsa da konuşsaymış.
Röportajı yapan Oya Çınar, gayet usturuplu hatta cesur davranarak ifade özgürlüğü konusunda Türkiye’yi nerede gördüğünü sormuş, 150’yi aşkın gazetecinin tutuklu olduğundan dem vurmuş. Oralarda çene kilit: “Benim haddime değil ki bunları eleştirmek…” Ben ekmeğime bakarım diyor yani. 90’ları hatırlatıp şu an ona göre her şeyin süper olduğunu da ekliyor. Konu yerli ve milli kız seçim kriterlerine gelinceyse, aslan postuna bürünmüş bülbül gibi şakıyor.
YERLİ VE MİLLİ EŞ SEÇİM KRİTERLERİ
Bir kere evlenme falan teklif etmemiş. İstemeye gidip tak almış kızı. Niyet belli. Görücü usulü tanışmışlar. Müstakbel eşinin ablası, ünlü evlilik programı sunucusu Esra Erol tanıştırmış onları.
Derinden muhafazakâr her erkek gibi, duygulara şüpheyle yaklaşıyor. İşin içine duygudur cinselliktir böyle pis pis insani şeyler karışmadan, kafasındaki kalıba uygunluğunu ölçmüş önce eş adayının. Eda tam not almış. Öncelikle, temiz biri olduğu için. Temizin tanımı: Aile yapılarının benzer oluşu, Esra Erol’un kızkardeşi olmasına rağmen basında hiç yer almamış olması. Yani imkânları olduğu halde görece mazbut bir hayat süren, göz önünde olmayan bir kadın.
Bu noktada “evlenip ayrılmış (bile) olabilirdi ama çocuklu kadın istemezdim” kriterini koyuyor masaya. Buradaki, boşanmış - çocuklu hayranlarını kırıp kırmayacağını stratejik olarak bile ciddiye almayan kabalık, dikkate değer. E adam “bakire kız isterim,” demiyor, daha ne demesin. Ne kadar da modern bir maço erkek, birazdan feminist.
İkinci gaf ya da “akım derken zakkum deme” hali de, fiziksel özellikler konusunda geliyor: Önce, “uzun boylu olmasını istemezdim. Hep derdim, elini tutunca göğüs hizamı geçmesin…” Müthiş bir netlik, pırıl pırıl bir kafa. Ne istediğini öyle iyi biliyor ki nerdeyse oturup evde gelinini kendi yapacakmış, dışarda içine ne koyuyorlar belli değil.
“Çok güzel, çok alımlı, seksi, herkesi dönüp baktıracak bir kadın istemezdim. Yanımdaki kadın daha normal olmalı,” diyor. Şükür istediği gibi biri de çıkmış karşısına.
Burada insan bir üzülüyor ama tanımın romantikliğinden değil, Eda Hanım adına. Düşünsene, aşıksın, evlenme planları yapıyorsun. Sevdiğin adamın hakkındaki düşüncesi: “Normal.” Standart yani, TSE’ye uygun. Bir yemek esnasında karşı masaya uçarak göz oymalı cinsten bir alımlılık, güzellik yok. Adamı katil edebilecek bir çok bilmişlik falan da yok. Herhangi türden bir iddia yok.
Mesele, bunların olmaması değil. Alişan’ın seçimini tam da bu olmayan özellikler nedeniyle yapmış olması. “Ünüm dışında ben de saydığım niteliklerde biriyim ki zaten” de demiyor. O Alişan. Binlerce ihtimal arasından çocuğunun anası olacak kadını seçiyor. Net.
Eda Hanım konservatuvarda klasik Batı müziği eğitimi almış, çok iyi piyano ve keman çalıyormuş. “Bir ara oyunculuğa merak sarmış.” Bundan sonra tabii oyunculuk falan söz konusu değil. Niye? E evleniyoruz dedi ya adam, şaka mıyız. Çocuklarının anasına sokakta bakılması riskini bile almak istemiyor, ekranda milyonlarca kişinin göz dikmesi, rol icabı da olsa elin herifleriyle “karı koca gibi” öpüşmek, koklaşmak ne demek… Çocuklarının. Anası.
DURMAK YOK, ERKEK ÇOCUĞA KADAR DEVAM
Mümkünse dört beş çocuk istiyor bir de. “Erkeği bulana kadar devam edeceğim,” diyor. Çünkü ailede soyadını taşıyacak varise ihtiyaç var. Alişan’ın soyadı ne bu arada?
Eda Hanım iyi bir okuldan mezun, belli niteliklere sahip bir kadın. Ki öyle olmasa bile her insan sevdiğinden “normalsin işte”den fazlasını duyacak kadar özeldir, en azından bu dünyada biriciktir. Yine aynı sebeplerden, Eda Hanım’a uzun uzun üzülemiyoruz. Belli nitelikleriyle kendi ayakları üstünde durabilecekken kendisine biçilen bir role girmekte pek beis görmemiş gibi görünüyor.
İkilinin birbirlerine pekala karşılıklı, tutkuyla aşık olabileceklerini düşünüyorum. Bu yine de evliliğin proje niteliğini değiştirmiyor. Alişan’ın böyle konuşmasında, müstakbel eşinin de bu sözleri sineye çekmesinde başka bir şey var: Bir gelenek-görenek ve ikbalde uzlaşma hâli… İki insan gayet bilinçlice, ecdadın onlar için biçtiği rollere uygun olarak dünya evine adım atmak istiyor ve düğün takvimlerini de Cumhurbaşkanına göre ayarlıyorlar.
Günü gelince kapıyı herkeslerin üstüne örtüp hayatlarına güle oynaya devam edecekler muhtemelen. O vakte kadar da etimizden sütümüzden beslenecekler, isimleri hep bu tür beyanlarla dolaşımda olacak. Daha bu yazıyı yazarken gördüm. Alişan düğüne rağbet nedeniyle ön sıralara bilet kesmekten bahsediyormuş şimdi de, al işte.
Bitirirken kadın okurlara minik bir tavsiyem olacak. Beraber olduğunuz bir erkek size laf arasında “Babam hep der ki… Biz babamızdan böyle gördük…” tarzında bir kriter belirtiyorsa, bunu ciddiye alın. Muhtemelen o, söylediğini ciddiye alıyordur çünkü ya da bir noktada, alacaktır.
İçe işlemiş bir muhafazakârlık, hangi kılık altında ortaya çıkarsa çıksın, öyle aşkla meşkle giderilecek bir şey değil, bir dünya algısıdır. Kendinin ve benzerlerinin hayatını garantiye almak için kalıba uymayan her şeyi kritik noktada dışarıda bırakacak, cehalet ya da aptallıktan değil, bilinçlice kör bir algı. “Alişanlar ve müstakbel eşleri yolunu bulur, olan yine sana olur,” da diyebiliriz.
Kıssadan hissemizi de çıkardığımıza göre, kafamızı kaldırıp işimize bakalım. Etraf giderek kararsa da üretmenin, çalışmanın yaydığı bir minik ışık vardır. Işığı olanlar da birbirini er geç bulur. Devam.