Kuşkusuz aramızdan ayrılan önemli yönetmen veya oyuncular sinema dünyasında ciddi bir boşluk bırakır. Üstelik bu isim birçok jenerasyona hitap etmiş veya film deneyimlerimizde unutulmaz izler bırakmışsa içimizdeki hüzün daha da artabilir, arkasında bıraktığı boşluk daha derinden hissedilir.
Her ne kadar bir filmin senaristi, seyirciler açısından oyuncular ve yönetmeniyle karşılaştırınca daha geri planda kalsa da, aslında bu isim filmin taşıyıcı kolonlarından, yapımın ‘gizli kahramanlarından’ biridir. Özellikle çekilmesi düşünülen filmin senaryosu çok ses getirmiş ve çok başarılı olmuş bir romanın adaptasyonu ise işin içine sadece yaratıcılık değil aynı zamanda çok ince bir ‘yorum’ yeteneği de girer.
Yazar, senarist, yönetmen ve oyuncu gibi birçok rolü üstlenebilmiş bir sanatçı olan Jean-Claude Carriere, 8 Şubat tarihinde, 89 yaşında, uykusunda aramızdan ayrıldı. Ardında eşi benzeri zor görülebilecek (özellikle) bir senarist kariyeri, başyapıt olmuş romanların beyazperdeye yansımasında üstlendiği ‘taşıyıcılık’ görevi ve birçok efsanevi sinemacının filmine kattığı ‘ruhun’ izlerini bırakarak…
Nasıl aramızdan geçen sene ayrılan büyük oyuncu Michel Piccoli, özelikle Avrupa sinemasının en önemli yönetmenleriyle, üstelik onların en iyi filmlerinde, aktör olarak bir iş birliği kurduysa, Carriere de benzer bir bağı senarist olarak kurdu.
1957 yılında ilk romanını (‘Lezard’) yazarak kariyerini başlatan Carriere ardından yönetmen Jacques Tati ile tanıştı ve beraber birçok uzun ve kısa metrajlı filmin senaryosuna imza attı. Bu arada yazarlık kariyeri de duraksamadı ve ‘takma isimlerle’ büyük bir basım evi için, birçok korku romanı kaleme aldı.
Ancak Carriere’in ‘ilk’ ve en büyük işbirliklerinden biri, yönetmen Louis Bunuel ile başladı. 1964 yılından başlayıp Bunuel'in vefatına kadar süren bu birliktelik tam 19 sene sürdü ve bu ortak çalışmadan "Le Journal d’une femme de chambre/Oda hizmetçisinin günlüğü", "Belle du Jour/Gündüz güzeli" veya "Le Charme discret de la Bourgeoisie/Burjuvazinin gizli çekiciliği’" gibi tam altı ‘başyapıt’ düzeyinde film çıktı. Aralarındaki ciddi yaş farkına rağmen Bunuel, Carriere ile ilk çalışmasından çok memnun kalmış ve bir sonraki filmi için aynı senaristle çalışmayı yapımcılara şart olarak koymuştu. İkili, filmleri ‘proje’ aşamasındayken aylarca baş başa otellere yerleşip senaryoları üzerine çok uzun süre konuşup, yönetmenin çok sert bir bakış attığı ‘sosyal sınıf farkı’ ve ‘burjuvazi’ üzerine ‘eşsiz’ yapımlar çıkardılar. Bu süreçler o kadar uzun ve yoğun sürüyordu ki Carriere, kendisini canlı olarak dinleme şansına eriştiğim bir söyleşide bu süreci, "Beraber geçirdiğimiz zamanı ve yemekleri düşününce, birçok evli çiftin geçirdiği zamandan daha fazladır!" sözleriyle tanımlıyordu.
Jean-Claude Carriere’in özelliklerinden biri de, kendisi Fransız olduğu ve birçok defa kendi ülkesinden isimlerle çalıştığı halde, birçok uluslararası yönetmenle de ortaklık yapmaktan geri kalmamasıydı. Carriere, sadece çok etkileyici değil, aynı zamanda ‘eklektik’ sayılabilecek bir kariyer inşa etti. Örneğin Çek asıllı ünlü yönetmen Milos Forman’la ilki 1970’li yılların başında ("Taking off"), ikincisi 1989’da ("Valmont") ve üçüncüsü 2006’da ("Goya’s Ghosts") olmak üzere tam üç kere çalıştı. Bu filmlerden birincisi, çatışan jenerasyonların değerleri üzerine bir komedi, ikincisi yazar Choderlos de Laclos’un klasik romanının bir uyarlaması ve üçüncüsü ise bir başyapıt olmak için her şeye sahip ancak bizce ne yazık ki her anlamda ‘duvara toslayan’, başarısız bir tarihsel filmdi.
Carriere aynı zamanda yönetmen Jacques Deray’nin en ünlü iki filmi "La Piscine/Sen Benimsin" (1969) ve "Borsalino"nun (1970) da senaryolarına imza attı. Bilindiği üzere bu filmler Alain Delon ve Romy Schneider’ı başrollere taşıyan, sağlam bir psikolojik dram ve Delon’un yine başka bir efsanevi oyuncu Jean-Paul Belmondo ile sırtladığı bir polisiye yapımdı. Carriere aslında ikinci büyük işbirliğini Deray ile oluşturdu ve onunla da pek çok filmde beraber çalıştı. Bu ortaklık neredeyse 60’lı yılların ortalarından 80’li yılların başına kadar Fransız sinemasına ciddi bir damga vurdu.
Bütün bu süreçte Carriere aynı zamanda yazar kimliğini ve tiyatroya katkısını da asla rafa kaldırmadı ve birçok tiyatro oyunu adaptasyonuna da el attı…
Senaristin diğer önemli sinema duraklarını kuşkusuz ünlü Alman yönetmen Schlöndorff‘un Altın Palmiye Ödüllü filmi "Le Tambour/Teneke Trampet"(1979), Jacques Deray’ın "Un Papillon sur l’epaule/Omuzunda bir kelebek" (1978) ve En İyi Senaryo Cesar Ödülü kazandığı "Le Retour de Martin Guerre/Martin Guerre’in dönüşü" (1982) filmleri (bu filmin fena olmayan remake’i "Sommersby"i hatırlarız) oluşturdu.
Ancak Carriere, sadece eşsiz bir senarist değil aynı zamanda bizce yaşamış en iyi senaryo uyarlamacılarından da biriydi. Birçok kişinin çekinebileceği, ‘başyapıt’ veya ‘klasik’ mertebesine ulaşmış edebiyat eserlerini de beraber çalıştığı yönetmenler için uyarlamaktan vazgeçmedi. Milan Kundera’nın ünlü romanı ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ (Philip Kaufman, 1988) ona bir Oscar ödülü adaylığı getirdi. Edmond Rostand’ın eserinden, Fransız yönetmen Jean-Paul Rappenau ile birlikte uyarladıkları "Cyrano de Bergerac" (1990) büyük bir başarı kazandı ve 2007’de yine Volker Schlöndorff’la çalıştıkları "Le Roi des Aulnes/The Ogre" (1996), yazar Michel Tournier’nin belki de en zor uyarlanabilecek eserlerinden biriydi. Aynı şeyi, yine aynı yönetmenle çalıştığı, bir Marcel Proust başyapıtı uyarlaması "Un amour de Swann/Swann’ın Aşkı" için de söyleyebiliriz.
Tabii ki 150’den fazla eser bırakmış ve Bunuel, Schlöndorff, Wajda veya Louis Malle gibi birçok önemli yönetmenlerle defalarca çalışmış bir senaristi sadece bu filmlerle sınırlandırmak yetersiz olur. Ayrıca şunu son olarak eklememiz gerekir: Jean-Claude Carriere’in oldukça sakin, mütevazi ve samimi tavrı, biraz önce değindiğimiz İstanbul söyleşisinde de dikkatimizi çekmişti. Böyle bir kariyer ve bu kadar ödül sahibi olan bir senarist (haklı olarak) bunlarla övünebilecekken, Carriere bu büyük başarıları asla ön plana çıkarmıyor, sorulmadıkça zengin kariyerinden bahsetmiyor ve bütün soruları büyük bir samimiyetle cevaplıyordu. Bu, mütevazi ve sakin büyük sanatçı, aramızdan da sessiz ve sedasız bir şekilde ayrıldı. Kesin olan şey ise bıraktığı eserlerin her zaman çok ses getireceği olacak!