Sene 1680: Osmanlı’da yaşanan ilk ve son recm cezasının hikâyesi
Ödüllü yazar Gülfem Pamuk’un ikinci romanı Kasâme geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Pamuk, “Romanımda kullandığım tarihi hikayeler, bana hem bir başlangıç noktası hem de arka plan ve atmosfer sunuyor. Doğrusal olmayan, muğlak ve puslu bir zaman algısı içinde, masalsı ve gerçek üstü öğelerin yadırganmayacağı, daha rahat ve özgürce hareket edebileceğim bir alan açıyor” dedi.
Kitab-ı Siyah Kalem ile 2016 Everest Yayınları İlk Roman
Ödülü'nü kazanan Gülfem Pamuk, son romanı Kasâme ile bir kez daha
okur karşısında.
Kasâme, 1680 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda gerçekleşen ilk
ve son recm vakasını konu eden kurgusu, dili, anlatımı ve dikkat
çekici sonuyla okuru tarihi bir atmosferle buluşturuyor.
Romanda köy köy dolaşıp hikayeler anlatan Meddah, son gittiği
köyden ayrıldığında kimliği bilinmeyen birisi tarafından öldürülür.
Olayı çözmek için görevlendirilen Kadı Efendi köydeki bütün
erkekleri sorgular. Bu sorguların sonucunda suçlu ortaya çıkmazsa
tüm köy ahalisi kan parası (diyet) ödeyecektir. Osmanlı’da yaşanan
gerçek olaya dayanan hikaye boyunca ifadeler alınır fakat gerçek
katil yerine köyde dönen dolaplar ve gizli saklı işler su yüzüne
çıkmaya başlar.
Gülfem Pamuk’la, Kitab-ı Siyah Kalem’den Kasâme’ye uzanan
edebiyat yolculuğunu ve edebiyatta tarih, toplumsal meseleler ve
gerçeklik ilişkisini konuştuk.
Gülfem Pamuk
Uzun yıllar ceza hukuku alanında çalışmış bir
akademisyensiniz. Kasâme de, bu akademik birikimin edebiyatla
buluştuğu nokta diyebilir miyiz?
Elbette, her yazarın birikimi ve gerçekliği yaratım sürecinde
önemli bir yer tutuyor. Ben ceza hukuku alanında uzun yıllar
öğretim üyesi olarak görev yaptım. Hukukun sınırları, adaletin
doğası, insanları suç işlemeye iten durumlar, mesleki açıdan benim
ilgi alanımda olan konular. Kasâme’de de gerek konu seçimi gerekse
konunun ele alınış şekli bakımından bu alakanın izlerini görmek
mümkün.
Kasâme, Osmanlı Dönemi’nde uygulanmış bir ceza hukuku kurumu.
Cinayetin failinin belirlenemediği bazı durumlarda kadı, cesedin
bulunduğu yer ahalisinden elli kişiyi dinliyor ve katil bulunamazsa
o yer ahalisinin belli bir diyet ödemesi gerekiyor.
Bu romanı yazmaya başlamadan seneler önce, bir dönem başında,
öğrencilere Ceza Hukuku Genel Hükümler dersinin tarihçe kısmını
anlatırken, Osmanlı Dönemi’nde uygulanmış bir kurum olarak kasâmeye
de kısaca değinmiş ve bu konunun bir roman örgüsü içinde güzel
olabileceğini düşünmüştüm. Bu anlamda, Kasâme gerçekten de
hukukla edebiyatın buluştuğu nokta oldu benim açımdan.
BAŞLANGIÇ NOKTASI TARİHİ VERİLER OLAN KURGU…
Kasâme tarihi bir roman olarak okunabilir. İlk romanınız
Kitab-ı Siyah Kalem de tarihsel olgular barındırıyordu. Bu noktada
tarihten nasıl yararlanıyorsunuz?
Evet, her iki romanım da tarihsel olgular barındırıyor. Ancak
her iki romanı da tarihi roman olarak sınıflandırmak yerine,
‘başlangıç noktasını tarihi verilerin oluşturduğu bir kurgu’ olarak
görmek daha doğru olur bence.
Romanımda kullandığım bu tarihi hikayeler, bana hem bir
başlangıç noktası hem de arka plan ve atmosfer sunuyor. Doğrusal
olmayan, muğlak ve puslu bir zaman algısı içinde, masalsı ve gerçek
üstü öğelerin yadırganmayacağı, daha rahat ve özgürce hareket
edebileceğim bir alan açıyor. Böylelikle, bilinçli düşüncenin az da
olsa dışına taşmaya cesaret edebiliyorum ve geçmiş zamana has ve
kendine özgü bir diyalog dili yaratabiliyorum sanırım.
ÜSLUPTA KIRILMA NOKTALARI: SİYASİ, POLİTİK VE SOSYO-KÜLTÜREL
YAPI
Romanda kurduğunuz üslup da döneme uygun. Yazarken
nelere dikkat ettiniz?
Her yazarın birikimi ve eğilimleri, kendine özgü bir roman dili
ve üslubu yaratıyor elbette. Ancak ben, özellikle dönem romanı
yazarken, o döneme ilişkin ön okuma yapmayı da önemsiyorum. Romanın
geçtiği dönemi iyi bilmek, o döneme ait toplumda yerleşik olan
değer yargılarının neler olduğunun bilincinde olmak önemli bana
kalırsa. Çünkü bir eserin yansıttığı zihniyet biraz da o eserin
yazıldığı dönemin siyasi, psikolojik ve sosyo-kültürel yapısından
zuhur ediyor.
Kastettiğim, salt anakronizme düşmemek kaygısıyla, oturup o
dönemi çalışmak değil, o döneme ait bir ritim, bir ezgi bulabilmek
maksadıyla, geçmiş zaman içinde vakit geçirmek. Ben, ancak bu
şekilde kaleme alacağım metnin kendi müziğini bulabiliyorum.
‘KASÂME BİR ÇEŞİT KÜBİZM DENEMESİ’
Çoklu anlatıcının olduğu bir roman Kasâme… Bu kadar
kalabalık bir anlatıcıda, kurgusal bağlamda nasıl bir yol
izlediniz?
Roman, yazarın esnek olanaklara sahip olduğu, durağan olmayan ve
gelişmeyi sürdüren bir tür bana kalırsa. Kasâme de kendine göre bir
nizamı olan, kendine özgü bir roman oldu. Elli kişinin tek tek Kadı
karşısına çıkması, bu çoklu anlatış, kişiler arası ilişkileri ve
bağlantıları kurmak açısından işimi zorlaştırmış olsa da Kasâme’yi
çok keyif alarak yazdım.
Kasâme, benim için bir çeşit kübizm denemesi. Kafamdaki resmi,
elli parçaya ayırarak, farklı bir nizamda tekrar bir araya
getirdiğim ve bütünlük algısını alışılagelmişin dışında kurduğum
kübist bir tablo benim için.
Edebiyatın, yazarı aynı zamanda bir ressama ya da bir müzisyene
dönüştürebilme gücü çok büyülü geliyor bana. Ben Kasâme’ye
baktığımda hem kübist bir resim görüyorum hem de arka planda çalan
bir müzik ve ritim duyuyorum. Umarım bu hissiyat, bir nebze de
olsa okura da geçiyordur.
Kasâme, bir cinayet romanı olmasının yanısıra ‘öteki’yi
ve kadın meselesini politik bir noktada irdeliyor. Edebiyatınızda
politik bakışı açısını nasıl kuruyorsunuz, nelere dikkat
ediyorsunuz?
Her anlatı, yazarın kişisel evreninin bir parçası. Onun
hayalinin, düşüncesinin, politik duruşunun bir yansıması.
Dolayısıyla, yazarın politik duruşunun temelini oluşturan öğeler,
ister istemez kaleme aldığı eserlerde de kendini gösteriyor. Bu,
yazarın, olma halinden ve gerçekliğinden sirayet eden bir
durum.
Benim politik duruşumun temelini ‘hakkaniyet’ oluşturuyor
diyebilirim. Bireylerin ve toplumların haklarını, eşitliği ve
adalet ilkesini gözeten, adil ve vicdani bir yaklaşımı
benimsiyorum. Bu da elbette yazdığım metinlere yansıyor.
Yine, roman boyunca adalet kavramını tartışıyorsunuz.
Sizin için adalet neyi temsil ediyor?
Adalet, yalnızca yasaların adil şekilde uygulanmasını değil,
toplumdaki her bireyin hak ettiğini gerek hak gerek sorumluluk
bağlamında almasını ifade ediyor benim için. Dolayısıyla sadece
eşitlik değil, aynı zamanda denge ve hakkaniyet gerektiriyor. Her
bireyin şartları, koşulları ve ihtiyaçları dikkate alınarak, ona
uygun olanın sağlanmasını, adaletin özü olarak görüyorum.
‘EDEBİYAT TOPLUMA YÖN VEREBİLECEK BİR GÜÇ’
Bir cinayetin toplumda yarattığı çözülmeyi
görüyoruz. Peki, edebiyatın toplum üzerindeki etkisi hakkında ne
söylersiniz?
Bence edebiyat, topluma yön verebilecek önemli bir güç.
Bireylerin düşünce dünyalarını genişleterek ve empati duygusunu
geliştirerek farkındalık yaratabilir. Özellikle kültürel değişim ve
toplumsal farkındalık yaratma konusunda katkı sağlayabilir.
Toplumsal meseleleri görünür kılarak, devlet politikalarını ve
sosyal reformları dolaylı olarak etkileyebilir…
Evet, edebiyat, geleceği şekillendirebilecek önemli bir güç,
ancak bu gücü etkili kılacak politikalar geliştirilmesi de şart.
Özellikle çocukların, edebiyatla olan ilişkisini güçlendirmek için
okumaya teşvik edilmeleri elzem. Bu doğrultudaki her çabanın, daha
bilinçli ve duyarlı bir toplum yaratma yolunda önemli bir adım
alacağını düşünüyorum.
Önümüzdeki günlerde okurlarınızı bekleyen yeni
çalışmalarınız neler olacak?
Yeni bir roman üzerinde çalışmaya başladım. Henüz düşünce ve
kurgu aşamasında ancak o da bir dönem romanı olacak gibi
görünüyor.