Şenliksiz belediyeler, Dersim'deki devinim
Kalıcı nüfusu orta halli bir sitenin yekûnundan, ektiği arazi ise Bismilli ya da Konyalı bir toprak ağasının toprağından fazla olmayan Ovacık’taki belediyecilik modeli ülkenin her bir yöresindekini heyecanlandırdı. Heyecanın sebebi ne iki adımlık ilçe yolunda otobüsün ücretsiz oluşuydu ne her yerinde su fışkıran ilçede suyun bedava olmasıydı ne de kooperatiften elde edilen gelirin kullanım alanlarıydı. İşin içinde neşe vardı.
Miraz Rusipi mirazruspi@gmail.com
Konuşurken aniden durdu ve düşündü. Durdu ve düşündü. Durdu: Seçim dışında neden hiç bir şey konuşamıyoruz? Ev sahibinin yüzüne baktı. Duvara asılı resme baktı. Cep telefonuyla oyun oynayan çocuklara baktı ve konuştu; 'Aslında HDP...'
Bilmem farkında mısınız? (Değilseniz bu daha fena) Çok uzun zamandan beri kimse seçim ve siyaset dışında bir şey konuşamıyor. Nicedir sıradan insanlar televizyona uzman diye çıkan profesör ve doçent karikatürlerinden daha iyi politik analizler yapar oldular. (Tabii bu politik analizler ne kadar özgün ayrıca tartışılır. Sonuçta her gece televizyonu açıp gün boyu da internetten haberleri takip ederek şarj olmaktalar.) Sivil politikacıya dönüşen halk, siyasetle ilgilendiği oranda birbirlerine düşmanlaşmışlar. Sadece karşıt gördükleri siyasi partililerle değil kendi partisindekilerle de çatışmalılar. Seçim insanlar arasına hançer gibi giriyor. Bu kan davası ya da başka partinin liderine duyulan öfkeyi onun taraftarı olan komşunun burnundan getirme ideolojisi.
Hayatı kolaylaştırmak için icat edilen siyaset, yaşam enerjimizi emiyor, geriye gündelik hayat bilgisinden yoksun, dayanışmayı, paylaşmayı unutmuş, birlik olmanın aynı partiyi ya da takımı tutmaktan ibret olduğunu sanan insan güruhu kalıyor. Milyonlarca insan bir sandığın önünde buluşabiliyorlar ama üç kişi ortaklık dahi yapamıyor. İkili ilişkilerin dahi içinde bin türlü politik hesap…
Bunca devinimin bakiyesi ise parti mitinglerine zoraki bir coşkuyla sürüklenen neşesi kaçmış bir halk oluyor.
Her seçimin ertesinde yeni bir seçim icat ediliyor. Seçim dediğimiz şey de artık seçmekten ziyade ayrıştırmaya hizmet eden bir aygıt. Ayrıca öfke tohumlarını bu kafalara daha sık ekmeli ki kimse bunca yıl oy ve yetki istediniz bizden de peki ne yaptınız, diye sormasın. Sahi bunca yıl ne yaptı bu adamlar? Yirmi yıl önce seçimin en gözde vaadi İstanbul’a yeni yollar yapmaktı ki hâlâ öyle. Dört beş şeritli yollar yapıldı. Yapılıyor, yapılacak da deniyor. Ellerinden gelse tüm evleri yıkıp yerine yol yapacaklar ama sorun çözülmüyor, çözülmeyecek çünkü senin benim için yapılmıyor o yollar. Sen kime oy verirsen ver, seçimin kazananı Ford, Mercedes, Renault güruhu oluyor. Otomobil merkezli kent anlayışı tam da bunu gerektiriyor. Sadece araba satıcıları değil onlarla birlikte alışveriş merkezleri de kazanıyor. Yeni yapılan üst geçitlerin bir ucu her ne hikmetse alışveriş merkezlerine çıkıyor. Eski çarşıların çevresinde park yeri bulmak imkânsızken alışveriş merkezlerinin dibinde ücretsiz otopark bulunuyor. Özellikle yeni inşa edilen bol siteli semtlerde otomobilin yoksa ekmek alacak dükkân dahi çok uzakta olunca pek tabii daha çok otomobil almak gerekiyor ve haliyle yol ihtiyacı yeniden doğuyor. Seksen iki vilayeti çizgili pijama gibi saran onca yol varken hiçbir kenti bir ucundan diğer ucuna salınarak gezeceğin bol ağaçlı, keyif verici refüj alanı kadar yer kaplayan spor salonlu, hobi alanlı yürüyüş ya da bisiklet yolu var mı? Yok, tabii. Dedim ya senin benim için yapılmıyor bu yollar. Tam da bu yüzden yeni yollara, köprülere milyarlar harcanırken toplu ulaşım ağırdan alınıyor. Bu şehirliyim diye gerinerek dolaşanlar, memleketine özel ilgi, alaka ve proje bekleyenler farkında mı bilmem hiçbir kentin diğerinden farkı kalmadı. Hem kent dediğin yer uzun bir zamandan beri; evden, işyerine, işyerinden alışveriş merkezine araçla sevk edildiğimiz yarı açık bir mekândan başka ne ki! Kent doğayı tüketerek büyürken insan doğasının da genleriyle oynuyor. Bizler neşesiz tüketim, neşesiz üretim arasında gidip gelirken vücudumuzda biriken negatif enerjiyi seçimler vasıtasıyla en yakınımızdakilere yönlendiriyorlar. Dedim ya seçim üzerinde incelikle düşünülmüş bir ideoloji. Roma İmparatorluğu'nda da yapılırdı bu, tabii seçim meydanlarından ziyade arenalarda. Yaralı birlikteliğimiz seçim dönemlerinde bin parçaya bölünüyor. Sonunda öylesine dağılıyoruz ki örgütlenme, dayanışma, paylaşma ihtimalimiz ortadan kalkıyor.
Tam da bu yüzden kalıcı nüfusu büyük şehirlerdeki orta halli bir sitenin yekûnundan, ektiği arazi ise Bismilli ya da Konyalı bir toprak ağasının toprağından fazla olmayan Ovacık’taki belediyecilik modeli ülkenin her bir yöresindekini heyecanlandırdı. Heyecanın sebebi (en azından benim için) ne iki adımlık ilçe yolunda otobüsün ücretsiz oluşuydu ne her yerinde su fışkıran ilçede suyun bedava olmasıydı ne de kooperatiften elde edilen gelirin kullanım alanlarıydı. İşin içinde neşe vardı. Üretimden, birliktelikten, dayanışmadan yayılan şenlik.
Bu şenlikli umut dahi seçimlere kurban ediliyor. Kurmak istedikleri belediyecilik anlayışı birbirine yakın olan iki hareket SMF ve HDP eskiciye satsan yüz lira etmeyecek bir koltuk yüzünden Dersim’de iktidar mücadelesine girdi. Anlaşmak, kentin en az yüzde altmışı arasında şenlikli dayanışma ve paylaşma ruhunu örmek varken her iki taraf da iktidar derdine düştü. Sanki kenti fay hatlarından ikiye ayırıp şenliğinden ettikten sonra yerinden yönetim mümkün olacakmış gibi ya da kurulacak şenliksiz kooperatifler bir işe yarayacakmış gibi…
Belediye dediğimiz tuğladan, sıvadan, boyadan ibaret bir bina. Dersim’de yakın zamanda HDP belediyelerine kayyum atanınca binalara bel bağlanarak örülmüş yapılar ve örgütlenmeler elden çıkmamış gibi davranılıyor. Oysaki şenlikli bir topluma kayyum atanamaz. Kayyum belediye binasını ele geçirse ne olacak ki; bir kahvehane yeter toplaşmaya ve yeni yaşamları örmeye…
Yazarken durdum ve düşündüm. Yine politikaya mı daldım diye ama işte bir yol bulmak lazım…