Sensiz dünya asla aynı olmazdı: Erkin Koray’a veda

Anadolu rock’ın Türkiye’deki en önemli isimlerinden Erkin Koray, nam-ı diğer Erkin Baba 82 yaşında aramızdan ayrıldı.

Abone ol

Sebla Koçan

Kaset kapağını Aptülika’nın çizdiği “Dünden Esintilerle Vol 1” ve “Vol 2” serisiyle “giriş yapmıştım” Erkin Koray dinlemeye. Çocukken dinlediğim Barış Manço’nun hikayeli şarkılarından yavaş yavaş çıkıp, lisede yaşadığım ilk uçuşmaların, ilk kalp çarpmalarının, ilk hayal kırıklıklarının eşliğinde dinlemeye başlamıştım Erkin Baba’yı. Mizahla harmanladığı kıvrak şarkı sözleri, müthiş bir altyapıyla zenginleştirdiği besteleri o vakitler tam da ihtiyacım olan şeydi. “Yüzüne bakmasam da, başımı çevirsem de / Seni her gördüğümde / İnan ki senden başka kimse yok içimde” derkenki gururundan taviz vermeyen duruşu, “Kim olursan ol, ne istersen yap/ Sen de bu dünyada tek başınasın” derkenki gerçekçi bakış açısı beni çok etkilemişti.

Erkin Baba’nın pek çok meselesi vardı. Konu hiçbir zaman tek başına aşk meşk olmadı evet ama aşk şarkılarını bir başka güzel söylerdi Erkin Baba. Sevgi dilinden konuşurdu. Politik görüşlerini pek yansıtmazdı şarkılarına. Derdini kendi cümleleriyle, hatta kendi bulduğu kelimelerle ifade eder, ne demek istediğini de pek güzel anlatırdı. Anlamını hiç bilmediğimiz “Estarabim” gibi mesela. Şöyle diyordu bir röportajında: “O öyle bir nevi şahsına münhasır şarkı oldu. Estarabim’in ne demek olduğunu dinleyenin algılamasına bıraktım. Estarabim benim bulduğum bir kelime. Sözlükte yok. Herkes kendine göre algılasın.” Zaten biraz da öyle değil midir? Bir şarkının hikayesi onu dinlerken bizim ne anladığımızdır. Bu kısmı her zaman bize kalır.

“Hayat Katarı”ndaki “Çöh çöh çöh çöh”ler gibi ona yakışan ünlemler, şöyle derinlerden çekilen uzun “Fesupanallah”lar da Erkin Baba’yı Erkin Baba yapan izah halleriydi. Çok eğlenceli ve aslında büyük derinliği olan eserlerdi bunlar. Duygularımızı yansıtırdı, tam da bize özgü olan ünlemlerle, hallerle.

DİNLERKEN YORMAYAN, 'İNCE KIYIM'LI O ŞARKILAR

Benim için Erkin Koray şarkıları, en üzüntülü şeyi anlatırken bile kederinden dinleyeni boğmadığı, şakır şakır ağlamadığı için özeldi. Kendisinin de söylediği gibi tüm şarkılarında “ince kıyım” bir ayar vardı, bazen hemen görünen, bazen de ayrıntıda gizli mesajlar. Dinlerken yormuyordu. Dünyayı başımıza yıkmıyordu. Hatta çoğu zaman gülümsetiyordu.

Sadece sözler değil tabii, Erkin Koray çok iyi de bir müzisyendi aynı zamanda. Gitar sevdiği, özellikle de elektro gitar sevdiği için, şarkılarındaki o rock damarı dinledikçe benim içime işlerdi. 60’ların sonunda bağlamayı da işin içine kattı ve elektro bağlamayı sahnelere taşıdı. Amacı, konserlerde bağlamanın sesini dinleyiciye daha iyi duyurmaktı. Öncüydü, bir şeyler başlatırdı, bazı şeyler ona hastı.

Erkin Koray’a göre iyi müzik yapmanın belli bir anahtarı yoktu. “Yegane formül, bir eseri satıp kaç para kazanırım diye düşünmemektir” diyordu bu konuda ve ekliyordu: “Ben bu ülkeye bir şeyler bırakmak isteyen biriyim. Bu ülkeden bir şeyler almak değil… Arada büyük fark var. Bu bir yaşam tarzı. Ben eserler vereyim ve bu eserlerimden insanlar yararlansın, onlara bir şey katayım istiyorum. Para kazanma meselesi yaşamak için gerekli, mesleğim bu olduğu için para kazanıyorum. Ama bu işi para kazanmak için yapmıyorum. Ben bunu seviyorum. Konserlerim çok şükür, tıklım tıklım doldu. Boş da olsa o koltuklara çalardım.” Tabii hiçbir zaman boş kalmıyordu Erkin Baba’nın koltukları. O kadar çok jenerasyonu birbirine bağlıyordu ki şarkıları, katlanarak çoğalıyordu. Yıllar geçtikçe daha da değerleniyordu.

ERKİN BABA’NIN GÖZDESİ: 'ÇÖZ BENİ ARAPSAÇI…'

Çok şarkısı var, birbirinden ayıramayacağımız. Erkin Baba ise, tüm bu eserleri içinde en çok “Arapsaçı”nı ayrı bir yere koyuyordu. “Söylerken kendimden geçiyorum o şarkıyı. Gençler çok sevdiler anlaşılan zamanla. Ben bir şarkıyı iş olsun diye yapmıyorum. Şarkının büyük bir eser olduğunu anlamıştım Özer Şenay şarkıyı bana verdiğinde. Çok güzel bir stüdyoda, güzel bir atmosfer içindeydik Hollanda’da. Kayıt da çok güzel oldu. Yeniden ele alayım mı almayayım mı, düşündüm ve o sound’u değiştirmek istemedim. Onun üzerine yapılan aranjmanlar da pek olmadı sonra” diyordu, “Arapsaçı”nı anlatırken.

Sahiden de öyle. Belki de Erkin Koray şarkılarına ondan başkası dokununca “pek olmuyor” gibiydi. Erkin Baba şarkılarının ruhu, özü onun sesinde, gitarına vuruşunda, bilgelikle dolu üslubunda saklı gibiydi. Ya da işte, o yılların elektriğinde. 1997’de Roll dergisine verdiği bir röportajda “Sadece kayıt aşamasında değildi o ruh, o heyecan. O devirlerin bir elektriği vardı. O devirlerde herhalde uzayda bir elektrik hasıl oldu, bütün dünyayı kapladı, biz de büyük bir şans eseri o elektriğe denk geldik. Şimdi gitti o elektrik…” demiş ve eklemişti: “Elektrik işte. Manyetik bir alan. Hangi yıldızların bir araya gelmesinden oluştu, bilmiyorum. Ama o manyetik alan gitti. Bizim üzerimizden bile gitti.”

Düşünün öyle bir manyetik alan ki, Rolling Stones’un “Paint It Black” şarkısına bile ilham veren cinsten! Bu şarkının, Erkin Baba’nın 1966 tarihli “Bir Eylül Akşamı” şarkısından ilham aldığı çok konuşulmuştu, hatırlarsanız. Hiçbir zaman tam olarak bu konuda bir açıklama yapılmasa da, Mick Jagger’ın bir röportajında bu şarkının Türkçe bir şarkıdan esinlendiğini söylemesiyle dengeler epey değişmişti. Şüphe yok ki Erkin Koray dünya çapında bir müzisyendi ve elbette hem kendi döneminde, hem de sonrasında pek çok müzisyeni etkileyecek eserlere imza atmıştı.

Hangi yıldızlar nasıl dizildi, neden o yıllarda her şey bir başkaydı bilmiyorum. Ben 90’larda çocuktum. O zaten çoktan koskoca Erkin Baba’ydı. Onu lise zamanlarımda yakalayıp dinlemiş olmaktan, o kasetleri dinleye dinleye eskitmiş olmaktan, o vakitlerde de sonrasında da hayatıma dokunduğu ve bana kattığı tüm değerlerden çok mutluluk duyuyor ve bu büyük efsaneye minnet duyuyorum.

Sensiz dünya asla aynı olmazdı.

Güle güle Erkin Baba.