Hiranur Vakfı kurucu başkanı Yusuf Ziya Gümüşel’in, 6 yaşındaki
kızı H.K.G. ile müritlerinden 29 yaşındaki Kadir İstekli arasında
bizzat kıydığı imam nikahı yoluyla evlilik birliği kurması, yazık
ki bazı Müslümanlar tarafından hala Şeriatın gereği sanılıyor.
Böyle zannedenlerin büyük çoğunluğu cehaletin esiri olduğu için
papağan gibi duyduklarını tekrarlayanlar. Pek azı ise İslam dinini
kurumsallaştırma sürecini başlatıp, geliştirenlerin yolundan
gidenler, demek yanlış olmaz. Dinin, insan eliyle
kurumsallaştırılması, bazı insanların Allah adına hüküm kurma
yetkisini ele geçirmesi demek. İnananlara “ben size şah
damarınızdan daha yakınım” buyuran Allah ile kul arasındaki o
minicik şah damarı mesafesine devasa bir kurumlar ve kurallar
bütünü sığdırıldı. O minicik aralıkta yaratılan iktidar alanı
sayesinde, Allah’ın yeryüzünden silinme, helak edilme nedenlerine
dair nice misal verdiği zorbaların benzerleri, İslam dünyasında
alim denilen Müslümanlar aracılığıyla tekrar tekrar yaratıldı. Ve
adına Şeriat denildi. Neden? Çünkü Şeriat kavramı Allah’ın
kuralları olarak geçer Kur’an’da. Şeriat adını verdiklerinde
insanın, beşer olanın koyduğu kurallar, Allah hükmü gibi sunulur
toplumlara. Ne muazzam bir iktidar alanı değil mi? Allah 6
yaşındaki kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmeyin
dedi. Alimler ise 6 yaşındaki kız çocuklarını evlendirebilirsiniz
dedi. Evlilik adı altında sistematik cinsel istismarı onaylayarak
kız çocuklarının kişiliğini, benliğini öldürme emri vermiş oldular.
Bin yıldır böylesi bir sistematik işkenceye maruz bırakılan kız
çocuklarının büyük kısmının cismani olarak, somut manasıyla
öldürüldüğünü ve kimsenin bu cinayetin hesabını vermediğini
söylemek de aşırı yorum olmaz. Tekrar edeyim Allah öldürmeyin dedi
alimler ölürse ölsün dedi, bu kadar net. Bin yıl öncesinden
kurulmuş bu tezgahı, bugün de iktidar alanı olarak kullanmayı
sürdürenler ve onlara tabi olanlar da çıkıp Meclis kürsüsünde bile
“Şeriat bizim hukukumuz” diyebiliyor. Artık cehaletten mi zorbalık
yetkisine talip olma hevesinden mi kaynaklanıyor, kendileri karar
versinler.
Belki yazının sonucunu başa alarak bir nevi tezimi ortaya koymuş
sayılırım. Şimdi düşüncelerimi biraz somutlaştırmaya çalışayım.
Şeriat kelimesinin anlamı kurallar, kanunlar, hükümler olarak
açıklanabilir. Kur’anî kavram olarak ise Allah’ın, beşere insaniyet
bilinci kazandıracak değerler bütününü içeren kuralları,
diyebiliriz. Rabbin, insanî değerleri, İslamî değerler olarak
benimsetme çabası. Ki pedagojik açıdan vahiy tarihini
düşündüğümüzde, bir nesil ömrü süren eğitim aşaması olarak
isimlendirenlere katılıyorum. Eğitim, eğitmen anlamına kullanılan
terbiye ve mürebbi, mürebbiye kelimelerinin Rab ile aynı kökten
geldiğini hatırlayınca katılmamak ne mümkün…Kur’an’da Rabbin
muradı, yarattığı insanın beşeriyetten ademiyete ve oradan kemale
erişmesi olarak görülür. Ki ademiyet yani insanlık bilinci, insani
değerler, İbrahimî dinlerin özü olarak görülür. Kaldı ki felsefî
dinlerin de bir nübüvvet rüzgarıyla, bir tevhid inancı örgüsüyle
bezeli olduğunu düşünmek için pek çok delile sahibiz. İslam’ı beş
şarta indirgeyip içinde Kur’an’ın insani değerlerine yer vermeyen
“akıl”, topluma dönüp “hadisler olmasa namazı nasıl kılacağını
nereden bileceksin?” diyerek kendisine iktidar alanı yaratanı
yaratıyor örneğin. Veya oruçta imsak vakti “siyah iplikle beyaz
iplikle beyaz iplik gözle ayırt edilinceye kadar yiyin için”
ifadesiyle anlatılmışken, alimlerce “temkin müddeti" icat edilmiş,
süre erkene çekilmiş. Yaratanla kulu arasındaki en “sır” ibadet
olan oruçta bile kendilerine bir iktidar alanı yaratıp orada
otorite kesilmişler. Hatta günümüzde Diyanet bu temkin müddetini
bir buçuk saat kadar öne çekmiş, kendi imsakiyesine uymayanlara laf
edebiliyor. “Allah mısın be mübarek?” diyenleri taşlamaya durmuş
bir de üstelik. Her inançlı insanın kendi kararını verebileceği
bunca somut ibadetler için böylesine büyük tartışma alanları
yaratılması boşuna değil elbette. Soyut düşüncenin gelişmesinin,
sistematik öğrenme süreçleri aşılarak ulaşılacak akıl yürütme
becerisinin dinin emri olduğunu gizlemek için o saçma sapan
sakız-oruç soruları gündemde tutuluyor.
Alimler kurdu bu alanı dedik evet alim denilenlerin dahli var
kul ile Allah arasındaki o şah damarı mesafesine din kurumları
oturtmakta. Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün İslam alimlerini
kastettiğim sanılmasın. İlk yüzyıllarda ortaya çıkan İslami ilimler
hadis, tefsir, kelam, içtihat ihtiyacıyla doğan fıkıh İslam
toplumlarının orta çağda parlayan yıldızlara dönüşmesini sağladı.
Ortaçağ bu nedenle Müslümanlar için parlak bir dönem olduğu kadar
insanlık medeniyetinin de hukuktan, düşünceye, toplumsal düzenden
sanata her alanda timsali olmuştu. Fakat Allah’ın, insani değerler
bütünü olan kurallarını yani Şeriat kavramını sadece hukuk yani
fıkıh kurallarına, yorumlarına, içtihatlara indirgeyen anlayışın
egemen olmasına yol açan alimleri elbette kötü anmak şart. Onların
açtığı yoldan hem İslam veya din karşıtları alaycı, aşağılayıcı
tavır ve sözlerle ilerliyor hem de onlara aynı yolda kendisini din
otoritesi sayanlar yoldaşlık ediyor. Bilenler için Allah’ın dinini
tanınmaz hale getirmeye bin yıldır devam ediyorlar. Din
karşıtlarıyla dini tahrif edenler birbirleriyle çatışma alanı
yaratarak kitleleri kendilerine bağlamakta mahirler.
Örneğin Hanefi mezhebinin müçtehit alimi İmam-ı Azam Ebu Hanife
en çok bilinen ve güya çok sevilen alimlerden birisidir ama
içtihatları en çok tahrif edilerek günümüze bozulmuş olarak
aktarılan alimlerden de birisidir. İslam’da, Kur’an’da bir devlet
modeli yok sadece belirli yönetim ve yaşam prensipleri belirtilmiş
halde. Bunlardan birisi “iyiliği emretme, kötülükten sakındırma
yani emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” olarak bilinir. Bu
prensibi hem şia hem sünni İslam devletleri hatta kendilerini
Hanefî olarak tanımlayanlar da yöneticinin halka yaşam tarzı
dayatması ve kendi otoritesini sağlamlaştıracak yasaklar koymaları
için dayanak olarak kullandılar. Oysa imam yani alim, içtihadında
bu prensibi halk tarafından yöneticinin eleştirilmesi ve emirlerine
itirazın mümkün olması olarak yorumlamıştı. Halifeye muhalefet
etmek, muhalefet edenlerin varlığını kabul ederek korumak
gerektiğini aksi halde Allah’ın bu emrinin yerine getirilmesini
önlemek olacağını söyler. Şimdi İran rejimi mollaların ve
hükümetlerin, Rehber/Ayetullah emriyle halk üzerinde baskı kurmak
için kullanıyor. İrşad Devriyelerinin kökeni bu emirden çıkarılıyor
ve Mahsa Jina Amini ve protestolarda öldürülenlere Allah düşmanı
denilmesi için dayanak olarak kullanılıyor. Bizde ne kadar farklı
derseniz milim fark yok örneğin “ümmeti böldüler” sözüyle Gelecek
ve DEVA Partilerine ağır hakaretleri hatırlayın. İmam ümmetin
içinde muhalefet olmazsa bu emir yerine getirilmiş olmaz diyor.
Cumhurbaşkanı güya dini saikle ve dini kavramları ağzında sakız
gibi çürüterek muhalefet edenlere hakareti dinin gereği gibi
sunuyor topluma.
Çok uzattığımın farkındayım ama kız çocuklarının evlendirilmesi
meselesine yeni gelebildim. Regl olmayan ya da regl periyodu
düzenli olmayan kadınlardan boşanma üzerine hüküm içeren ayetten 6
yaşındaki kız çocuğunun evlenebileceği tefsiri çıkaran alimler bin
küsur yıldır hükmünü yürütüyor. Allah’ın ayetlerini ters yüz ederek
yorumlayanların değerlendirmeleri fıkıh ilminde zamanın kesinleşmiş
hükümleri olarak uygulanmış. Fıkıh hukuk ilmi; hukuk yorum ilmi
bilindiği üzere. Yorum akıl yürütme işi elbette bu akıl yürütme
işini Kur’an, sünnet, kıyas, icma gibi bir dizi kural ile
sistematik hale getirdikten sonra müçtehidin yoruma dönüştürmesi
esasına sahip. Yani sonuçta insan aklına dayanıyor akıl yürütme
yoluyla yorum yapılıp hukuk kuralı haline geliyor. Buraya kadarı
çok normal ve olması gereken elbette. 7’inci yüzyıldan 12’inci
yüzyıla kadar böyle yapılıyor. Düşünün beş yüz yılda toplumsal doku
ve çağın şartları ne kadar değişmiş ki belki de binden fazla yeni
yorum gerekmiş. Ancak 12’nci yüzyıldan sonra içtihat kapısı kapandı
ilkesi kabul edilince işler sarpa sardı. Fıkıh yani İslam Hukuku
yeni yorumlara kapatılıp günümüze kadar eski hükümlerin lastik gibi
orasından burasından sündürülerek yeni ihtiyaçlara uyumlu hale
getirilmeye çalışıldığı bir “kitaba uydurma” riyakarlığına
dönüştürüldü. Ama be güzel kardeşim bin yıl geçti üstünden ve bu
terazi bu sıkleti çekmez oldu. Riyakarlık desen daha nereye kadar
sürebilecek sanki. Döne döne yüz seksen derece tersine döndürdünüz
Allah’ın emirlerini. Üstelik adına fıkıh deseniz tartışmaya açık
insan aklıyla yorumlanmaya muhtaç olacağını bildiğiniz için de
utanmadan arlanmadan habire Şeriat da şeriat diyorsunuz. Bunlar
şeriat değil Allah’ın kuralları değil insan aklının yorumları.
İçlerinde iyisi olur kötüsü olur, tartışılır, tartışılmaz bunlar
ayrı ama kul aklı bunlar Allah emri değil. Şeriat, fıkıh değil.
Fıkıh Allah’ın emri değil. Binaenaleyh şeriat bizim hukukumuz
değil.