Sermaye ve iktidar savaşında yurttaşın yeri
Sermaye ailesi dışarıdan misafir kabul edemeyecek kadar kapalı bir gruptur. Bu durum da bize gösteriyor ki Koç Grubu ve AK Parti ya da daha özelde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında geçen gerginlik, iktidar ve sermayenin değil, sermayenin sermaye ile kavgasıdır.
Halil Ecer*
Yeryüzünde ilk kentler, inşa edilmeye başladığı günden beri ticaretin, sosyal hayatın ve kültürel sermayenin en yoğun olduğu alanlardı. Sanayi Devrimi ve sonrasında gelen teknolojik hamleler, küresel çapta bir kent ölçeği ile karşılaşmamıza vesile olmuştur. Kentin günlük hayat pratiğinde en fazla göz çarpan ‘şey’ kent mekânlarıdır. Kentte inşa edilen her türlü yapı inşa faaliyeti aslında iki şeyi gizlemiştir-görünmez kılmıştır-. Bunlar emek ve sermayedir. Yani eğer bir kent yapısı tanımlanacak olursa emek ve sermayenin somutlaşması denilebilir. Bu somutlaşma hali kendi içerisinde çelişkiler ve düzensizlikler barındırır. Söz gelimi bir binanın temelleri atılmadan önce yani proje aşamasında iken sermaye üstünlüğü ön planda iken bina inşa edilmeye başladığı andan itibaren görünür olan emektir. Burada emek ve sermaye arasında bir çatışma yoktur. Bilakis sermaye ne zaman nerede ön planda olması gerektiğini çok iyi bilir. Yapılış sürecinde emeğin ön plana çıkması bir sermaye oyunudur. Kentsel alanın inşasında sermayenin iktidarı, yurttaşın emeği üzerinde çeşitli manevralar yaparak kendi tahakkümünü benimsemektedir. Sermaye-emek ikilisinin tarih boyunca aynı başlıkta incelenmesi onun bütüncül ve hiyerarşik bir sınıflamaya tabi tutulmasından ileri gelmektedir. Sermayenin akışkan olduğu hemen hemen her alanda emeğin bir çeşit sömürüye tabi tutulduğu aşikardır. Peki, sermaye neyin veya kimin karşısına güçlü çıkmak için emeği sömürmektedir?
Sermayenin konumunu belirlemek için öncelikle sermaye sınıfının konumunu belirlemek gerekecektir. Yani yapı inşa faaliyeti esnasında iktidar iddiasında olan sermayenin başka iktidar mücadeleleri de vardır. Ve bunların en önemlisi devlet ile olan iktidar mücadelesidir. Sermaye sınıfı çağlar boyunca iktidarların yanında ve dolayımsal olarak birbirini besleyen, tüm çelişkilerine rağmen aynı evin sofrasında yemek yiyebilen iki ahbaptır. Bu Karl Marx’ın ön gördüğü bir durumdu. Fakat son günlerde Amerika’da (ABD) ve Türkiye’deki birkaç gelişme bunun tersi seyir içinde olabileceğimizi gösterdi. Amerika’daki orta ölçekteki şirket gruplarının Donald Trump’ı hedef alması ve ona karşı faaliyetler yürütmesi Amerika gibi sermayenin hakimiyeti olan ülkelerde taşların tam yerine oturmadığının göstergesi olabilmektedir. Öte yandan İstanbul’un belediye başkanlığı yarışının sürdüğü bu günlerde iktidar kanadının ve Türkiye’de neredeyse cumhuriyet ile birlikte en önemli sermaye sınıfı olan Koç Grubu'nun atışması ve çekişmesi, Karl Marx yanılıyor mu diye düşünmeye sevk etmektedir.
Koç Grubu Türkiye siyasal yaşamında birkaç istisna dışında mevcut iktidarlarla uyum içerisinde olmuştur. Aynı şekilde 2008 sonuna kadar AK Parti hükümeti de sermaye sınıfına çok dokunmamış ve onlarla uyum içinde politikalar sürdürmüştür. Fakat AK Parti'nin kendi sermaye sınıfını yaratma isteği her zaman olmuştur. Sermaye sınıfları arasına yeni bir sermaye sınıfının dahil olması dünya örneğinde çok kısıtlıdır. Çünkü sermayenin kendisi tekelciliğin başkentidir. Sermaye ailesi dışarıdan misafir kabul edemeyecek kadar kapalı bir gruptur. Bu durum da bize gösteriyor ki Koç Grubu ve AK Parti ya da daha özelde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında geçen gerginlik, iktidar ve sermayenin değil, sermayenin sermaye ile kavgasıdır. Söz konusu sermaye ailesine AK Parti’nin kendi sermayesini olgunlaştırıp piyasaya sürmesiyle birlikte gerginlik fitili ateşlendi. Konya, İstanbul, Gaziantep merkezli bazı sermaye kesimlerinin mevcut hükümetle aynı eğilimde olması, hükümetin elini güçlendirmiştir.
Öte yandan Koç Grubu ve benzer ideolojiye sahip olup sermayeleri gereği her iktidarla uzlaşı yolunu seçen kesim AK Parti ile birlikte artı kârı kaybetmeye başladılar. Artı kâr kavramı sermayeleri ile elde edilen kârın dışında kalan kendinden menkul kârdır. Sermayenin yatırıma dönüşmeden sadece sermayenin var olması ile ilgili olan kâr olarak da ele alınabilir. İşte son günlerde yaşanan ve iktidar-sermaye kavgası olarak görülen şey olgunlaşan muhafazakar sermaye ve laik sermayenin kavgasıdır. Ve söz konusu problem ise değinilen artı kârın kaybedilip veya kazanılmasıyla ilgili olmuştur. "Bu savaşımda yurttaşın durumu nedir?"in üzerinde durmak gerekirse; tarih boyunca sermaye emek gücü olan yurttaşı sürekli bir yere konumlandırmıştır. Bazen sermayeyi meşrulaştıran araç bazen sermaye sınıfının gerekli olduğunu ortaya çıkarmak için yurttaş arzı denilen durumun yaratılması çoğu zaman da sermayenin devamlılığı için tüketici sınıfının kendisi olmaktadır. Yani her halükarda yurttaş olmadan sermaye olamaz. Fakat burada sermayenin öyle bir kurnazlığı vardır ki bağımlı olanın yurttaş olduğu algısını ön plana çıkartmıştır ve bir alladoxia etkisi yaratmıştır. Bourdieu’nun yaklaşımı olan bu kavrama göre bir sınıfın başka bir sınıfın gırtlağını kullanması yani sermayeyi gerekli olarak görenin sermayeden en çok zarar gören kişi olmasıdır.
Yurttaşın bu yaklaşımı garip görünse de her zaman var olmuştur. Ve bugünkü sermaye savaşlarında yurttaşın konumu yine aynı olmaktadır ekonomik etkenler dışında ön planda olan şey ideolojik etkenlerdir. Yaşamıyla ters düşen fakat ideolojisiyle paralel giden bir açlığa rıza göstermektedir. Ve bu rızaya dayalı sistem içerisinde taraf olma zorunluluğunu hissetmektedir.
*Gaziantep Üniversitesi Kent Çalışmaları Anabilim Dalı