Akbelen cinayeti, aç gözlü iki yandaş ve onları kollayan iktidarla sınırlı değil. İşlenen suçtan çıkarı olan daha geniş bir kesim var. Devrilen her ağaçtan sermayenin farklı unsurlarının payını koparıp aldığı bir besin zinciri söz konusu. Devlet-şirket-iktidar blokunun bir avuç köylüye uyguladığı şiddetin sebebi bundan işte. Affedilmez günahı işlediler. Sermaye birikimine çomak soktular.
Gelin Akbelen’de yine karşımıza çıkan besin zincirini adım adım haritalandıralım. Bunun üzerinden bir ormanı öldürmeyi zorunlu kılan cinayet konseptinin ekonomi politiğini anlamaya çalışalım. Bakın işin sonunda, “rejim” dediğimiz metabolizmanın anatomisi nasıl da berraklaşacak.
İLK HALKA: YAĞMACILAR
AKP iktidarının karakterini tanımlayan en isabetli kelime, ‘yağmacılık’ olur herhalde. Fakat öylesine siyaset zümresiyle özdeşleştirildi ki, yağmacılığın esasında sermayenin bir karakteri olduğu belirsizleşti. Oysa ekonomi politik literatüründe adı var bunun: İlkel birikim. Tıpkı tulumbaya önce suyun konulması gibi, sermaye için de bir ilk birikim şart. İngiltere’de henüz kapitalizmin emekleme çağından başlayıp üç asrı kapsayan müşterek mülklerin özelleştirilmesi ve mülksüzleştirilenlerin de ucuz emeğe dönüştürülmesi sürecini AKP, 20 yılda başardı. Korkunç bir hız! Sonuç ne oldu?
1980’le beraber ihracata dayalı ekonomi modeliyle başlayan ‘sanayisizleşme’, ilkel birikimle arşa çıktı. Sonuna kadar ‘döviz müptelası’ bir ekonomi yaratıldı. İhracat için ithalata, ithalat için dövize, döviz rekabetinin de ucuz emek ve ucuz hammaddeye dayalı olduğu bir birikim rejimi hakim kılındı. Politik iktidar da dahil bütün çarklar bu prensip üzerine dönüyor artık. Haliyle emeğe ve doğaya aynı anda, aynı baskının uygulanması sermaye birikiminin sürdürülebilirliği adına elzem.
Dolayısıyla Akbelen’de sermayenin en vahşisinin, iktidarla en içli dışlı olanının yarattığı yıkım, sanayicisinden tüccarına herkesin birikimini güvenceye alan bir ‘koç başı’ işlevi görüyor. Yıkımın dövize dönüşmesini izleyeceğiz. Önce bazı somut örneklerle ilk halkanın haritasını çıkaralım.
Şu basit uydu görüntüsü Akbelen’in ilerisindeki bir bölgeye ait:
Eczacıbaşı’nınkiler de dahil Sarıkaya, İkiztaş, Yeniköy, Oymapınar civarında açılan onlarca feldspat madeni Milas’ı yara bere içinde bırakmış. Eysim ve Kalkun gibi şirketler Çine’yi cehenneme çevirdi bile. Yasaklanmış kot taşlama işi, memleketi taşlamaya dönüşmüş. 8-10 yıl çalışan işçi, silikozisten ciğeri sönüp ‘ıskartaya’ çıkıyor. Tozun zeytinliklere, tarım arazilerine neler yaptığını varın siz düşünün. Zorlu’nun nikel madeni Çaldağı’nı bitirdi. Koç’un altın madeni Sivas’ta Alevilerin kutsal topraklarını, Nesko’nun atık havuzu Şebinkarahisar’ı, Kanadalı tekel İliç’i zehirliyor. Nurol’dan Cengiz’e, herkes Kaz Dağları’nı kazıyor zaten.
Hemen her ay Yalova kadar bir alan madencilik için dev şirketlerden mafya işletmelerine uzanan yağmacıların hükmüne açılıyor. Ölen tarımın ve artan gıda bağımlılığının maliyetinin yanında kirinin, rüşvetinin, suçunun bize kaldığı, katma değerinin dışarıya transfer edildiği, servetinin yağmacıda biriktiği durmaksızın işleyen bir yıkım makinesi...
Buradan ikinci halkaya geçiyoruz.
İKİNCİ HALKA: TÜCCARLAR
Çoğu varlığını yağmaya bağlı sürdürürken, sermaye yapısı güçlü olanlar yağmayı bir ilk birikime çevirip, kendini küresel pazara atıyor. Maden ihracatı 2022’de rekor kırdı ve 6.5 milyar dolara çıktı. Maden şirketleri 5 yılda 4 kat büyüdü, net satışları 7, ihracatı ise 6 kat arttı. Üstelik dehşet ivmelenme eve kapandığımız pandemide gerçekleşti. Fırsat bu fırsat iktidar en fazla alanı o yıl madenciliğe açtı. Metal cevherinde faaliyet kârlılığı yüzde 46, işçi başına kârlılık yüzde 68 yükseldi.
Doğaya ve emeğe zulmün bundan iyi göstergesi olur mu?
İSO 500’ye giren maden tüccarlarını da sıralayalım: İlkel birikimi özelleştirme ve ihalelere dayalı Cengiz Holding’i İngiltere pazarına taşıyan Eti Bakır, medya hizmeti karşılığında hatırı sayılır pay kapan Ciner’in Kazan Soda’sı, Cumhuriyetle yaşıt Eczacıbaşı’nın Esan’ı, krom özelleştirmesi sayesinde dünyanın en büyük liman imparatorluklarından birisini kurmuş Yıldırım Grup’un Eti Krom’u, sabunculuktan gelen tüccarlığını Çine’yi delik deşik ederek büyüten Kaltun ve her yıkımda bayrağı olan İmbat.
İkinci halkanın diğer önemli ayağını ise mobilya, kağıt ve orman ürünleri tüccarları oluşturuyor. 2015’te 4 milyar dolar olan ihracat bugün 8.5 milyar dolar. Burada önemli olan hammadde üretimi. Ömrünü ormana adamış Prof. Erdoğan Atmış hoca yıllardır bağırıyor. Diyor ki, orman kaybının son yıllardaki asıl sebebi endüstriyel odun üretimidir. 4 yılda artış yüzde 69.5. Ağırlıklı pay, lif yonga üretiminde. Artış rekoru da kimde biliyor musunuz? Yüzde 123.3 ile maden direğinde!
Türkiye, Başkanlık rejimine geçilmesiyle beraber MDF’de Avrupa birinciliğine, dünya üçüncülüğüne sıçradı. Yonga levhada ise Avrupa’da üçüncü, dünyada beşinci. “Bereketin kaynağı nedir?” diye sorsanız, “endüstriyel odun üretimini artırdık” derler. Nerede artırdınız?
Bakın Akbelen cinayetini mahkemede YK Enerji hangi gerekçeyle savundu: “Burası Orman Genel Müdürlüğü’nce 2019’da endüstriyel odun alanı ilan edildi. Linyit rezervini de ihaleyle aldım.” Akbelen’in altını üstünü paylaşmışlar. Linyit benim, odun senin! Peki kimin?
Geçen yıl yangın sonrası on binlerce tomruk AB’ye ihraç edildi. Ardından ‘yangın yolu açma’ bahanesiyle dört bir yanda ağaç kesip yine sattılar. Akbelen’de de kamyonlara yükleyip götürdüler hemen. İhalelerin adresi hakkında bir fikir vermesi bakımından, odunda parsayı toplayanları da bir haritalandıralım:
Pazarın yüzde 30’una sahip, Avrupa’nın ilk üç şirketi arasındaki Kastamonu Entegre 4 yılda 2.8, Yıldız 6, Çamsan 3 kat büyüdü. Büyümenin kaynağı sınırsız değil, memleketin ağacı. Yeri gelmişken orman yağmacılarının önünü açan bir özelleştirmeyi de hatırlayalım. Temeli 1944’e uzanan Orman ve Su Ürünleri (ORÜS) işletmeleri yararı hiç bilinmeyen KİT’lerdendi. Hem planlı ve dengeli bir orman endüstrisi oluşturulmasının, hem de ormanların korunmasının öncülerindendi. 2000’lerin başında parçalayıp yok ettiler. AKP de kalan arsalarını inşaatçılara sattı. Devlet bugün Limak için ağaç kesiyor.
Söz tekrar Limak’a gelmişken, kaotik enerji politikasının sebebi olan bir başka aşamaya, besin zincirinin zirvesindeki son halkaya geçelim.
ÜÇÜNCÜ HALKA: SANAYİCİLER
Gözlerden kaçan bir çalışmaya atıfla başlayalım. Akademisyenler Oktay Küçükkiremitçi ve Ömür Genç’in hazırladığı, AKP dönemi değişimi analiz eden İmalat Sanayiine Bütünsel bir Bakış (2003-2021) başlıklı çalışmadan iki grafik aktaralım:
20 yılda imalat sanayinin motor gücünün ana metale kaydığı görülüyor. Aslında eskiden beri sanayi, plana, programa, teknolojiye dayalı bir gelişimden ziyade döviz kazandırıcı ticaretin ihtiyaçlarına göre şekilleniyor.
Orta-düşük ve düşük teknolojiye dayalı ana metal sektörü, demir çelik üretimi ile alüminyum, bakır, çinko, kurşun, kalay ve demir dışındaki diğer metallerin işlenmesini kapsıyor. Demir cevherin yok, hurda halde Rusya ve Çin’den ithal edip içerde inşaatı ayakta tutuyorsun, dışarıda çeliği satıp döviz kazanıyorsun. Sektörün ikinci ayağı ise geçen yıl Şebinkarahisar ve Ayvalık topraklarını zehirleyen atık havuzlarına sahip maden işleme tesislerine, Bursa Kirazlıyayla Köyü’nde kadınların jandarmadan dayak yeme pahasına iki yıl direndiği şirketlere filan uzanıyor.
Tosyalı gibi kendine yakın grupları kamu kaynağıyla gönendirerek her yere demir çelik tesisi açıyorsun. Enerji nereden? Birincil kaynak taşkömürünün yüzde 32’si, kokun tamamı, doğalgazın yüzde 13’ü bu sektöre akıyor. Kirlilik abidesi linyitli santralleri kapatmak bir yana, sayısını artırıyorsun. Yenilenebilir enerji diye borsa vurguncusu, teşvik arsızı şirketler yaratıyor, üzerine bir de nükleer konduruyorsun.
Akbelen’de yine beliren besin zincirinin kabaca anatomisi böyle işte…
İlkel birikim (yağmacılık), sermayenin bütün unsurlarının nefes aldığı, tıkanan çarklarını yağladığı, servetlerin katlandığı bir eko sistem. Vitrindeki gaddarlık, geri cephedeki müttefik güçlerin güvenliğini sağlıyor. Memleket sathında emeğe ve doğaya karşı açılmış ‘iç savaşın’ en çetin muharebelerinden birisi, Akbelen’de yaşanıyor. Sermaye rejimi ile emek, çırılçıplak vuruşuyor.