Sevan Değirmenciyan: Zabel Yesayan, Klasik Batı Ermeni edebiyatının en iyi romancısıdır!

Ermeni edebiyatı tarihçisi ve Aras Yayınları Ermenice yayınlar koordinatörü Sevan Değirmenciyan, edebiyat tarihinin kıymetli ismi Zabel Yesayan’ı ve edebiyatını anlatıyor. Değirmenciyan, "Yesayan Klasik Batı Ermeni edebiyatının en iyi kadın romancısı değildir, Klasik Batı Ermeni edebiyatının en iyi romancısıdır!" diyor.

Abone ol

DUVAR - Zabel Yesayan, Ermeni tarihinde öncelikle edebiyatçı ve aydın kimliğiyle tanınıyor, ardından bir direniş simgesi olarak öne çıkıyor. Sadece Ermeni tarihi için değil, edebiyat ve kadınlık tarihi için de kıymetli bir isim olan Zabel Yesayan, maalesef ki doğup büyüdüğü bu topraklarda çağdaşı edebiyatçılar kadar anılmıyor. Kendisine dair Türkçe kaynağın çok az olduğu, özellikle internetteki vahim bilgi kirlilikleriyle hatırası yıpratılmış bir isim Yesayan. Aras Yayıncılık bir süredir Yesayan’ın eserlerini ilk önce Ermenice’de ardından da Türkçe’de basarak Yesayan’ı tekrar okuruyla buluşturuyor. Böylece Yesayan’ı hatırlamak, tekrar konuşmak, doğru sanılan yanlışları keşfedip düzeltmek için bir fırsat doğuyor. Bir edebiyatçı olarak Zabel Yesayan’ı ve kitaplarının yolculuğunu, Ermeni edebiyatı tarihçisi ve Aras Yayınları Ermenice yayınlar koordinatörü Sevan Değirmenciyan anlatıyor.

Zabel Yesayan ismi, Ermeni edebiyatı için ne ifade ediyor?

Bu ismin ne ifade ettiğine değinmeden önce Batı Ermeni edebiyatı olarak tanıdığımız Osmanlı Ermeni edebiyatının nesir değil nazım ağırlıklı olduğunu bilmemiz gerekir. “Batı Ermenicesi ile üretmiş birkaç yazar say” dediğinde insanların vereceği isimlerin çoğu şair olacaktır. Taniel Varujan, Bedros Turyan, Siamanto, Vahan Tekeyan, Medzarents, Zarifyan vs. gibi. Nesir, hele hele roman yazımı Batı Ermeni edebiyatının, tabiri caizse, yumuşak karnı. Romancı diyebileceğiniz isimler çok az. En iyi romanları yazmış kişiler, bakıyorsunuz, bir daha yazmamışlar. Tefrika romanları bu bağlamın dışında tutmak isterim (sinema-dizi film misali). Zabel Yesayan romancı işte! Öneminin kaynaklarından biri bu. Diğeri, tabii ki kadın olması.

Bunu derken çok dikkatli olmam gerektiğinin farkındayım ama. Bir erkek olarak Yesayan romanlarını okuduğumda kadının karmaşık dünyasının sarmalına girdiğimi başka hiç bir kadın yazarda hissetmediğim kadar hissederim. Dile olan hakimiyeti, bir kadın olarak kendini ifade edebilmesindeki veya kadın karakterlerinin içsel ve gizem dolu yolculuklarındaki engelsizlik farklı bir üslubu da egemen kılmış, yeni bir anlatım geliştirmesini sağlamış. O kadar ki Yesayan’ı taklit ederek yazmaya çalışan erkek yazarlar da olmuştur eminim. Ermeni yazınının eksiklerinden biri de toplumsal ve kişisel hayattır. Milli meseleler çoğu zaman toplumu ve bireyi görmeye engel olmuş. İşte Zabel Yesayan bireyden çıkıp topluma da ayna tutan nadir Ermeni yazarlardan. Eski bir amira köşkünün selamlığının nasıl döşenmiş olduğundan tutun da, ne bileyim, Üsküdar sokaklarından tarihi yarımadanın veya Boğaz’ın nasıl göründüğüne, Balat’taki eski evlerde kahvenin nasıl yapıldığından, bir yangının tulumbacılar tarafından nasıl söndürüldüğüne kadar ve fazlasını Yesayan romanlarından öğrenebilirsiniz. Bazen derler hani “bilmemne edebiyatının en iyi kadın romancısı” vs. diye… Hayır! Yesayan Klasik Batı Ermeni edebiyatının en iyi kadın romancısı değildir, Klasik Batı Ermeni edebiyatının en iyi romancısıdır!

Yıkıntılar Arasında, Zabel Yaseyan, çev: Kayuş Çalıkman Gavrilof, 320 syf., Aras Yayıncılık, 2014.

Yesayan'ın Türkiyeli okuyucu ile buluşan ilk eseri, Yıkıntılar Arasında, değil mi? Bu eserin Zabel Yesayan edebiyatı içinde nasıl bir yeri var? Yayımlamak için ilk önce bu eseri seçmenizin bir sebebi var mıydı?

Bu soruya cevaplamaya şöyle başlayayım. Zabel Yesayan’ın Türkiyeli okuyucuyla kitap formatında buluşan ilk eseri aslında 1907’de İstanbul’da Ermenice olarak yayınlanan Şınorhkov Martik (Düzgün İnsanlar) romanı. Daha sonra yine Ermenice olarak eserleri yayınlanmış tabii. Türkçe olarak ise ilk 2000 yılında Belge Yayınevi tarafından Silahtar’ın Bahçeleri adlı Jülide Değirmenciler tarafından İngilizceden tercüme edilmiş toplama bir kitap yayınlandı. Türkçe ile yayınlanmış ilk eseri Yıkıntılar Arasında (Aras Yayıncılık, Mart 2014).

'YIKINTILAR ARASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI' 

Yıkıntılar Arasında, Zabel Yesayan külliyatında bir dönüm noktası. 1909 Adana Katliamı sonrasında bölgeye Patrikhane tarafından bir heyet gönderilir ve Yesayan bu heyette bulunan kişilerden biri. Bir heyet üyesi olarak yazdığı raporlar olduğunu okumasak dahi biliyoruz. Katliam bölgesinden eşine veya dostlarına yazdığı mektuplar da mevcut. Fakat Yıkıntılar Arasında Yesayan’ın başka mecralarda yazdıklarından veya o dönem aynı konuyu merkeze alan eserlerden edebi üslüp ve içeriği bakımından ayrışan bir eser. Bugün bir tanıklık olarak adlandırsak da o yıllarda karşılığı olmayan bir niteleme. Yazarın yapmak istediği, filozof Marc Nichanian’ın da dediği gibi, Felaket’i betimleyebilmek.

Yesayan’ın sorunsalı; edebiyatın, hayal gücünün Felaket’le ölçülebilmesinin mümkünatı… Tam da bu yüzden gelmiş geçmiş tüm felaketleri, öncesinde yaşanan 1895-96 kırımlarını, sonrasında yaşanacak 1915 Soykırımı’nı dahi kapsayan içsel bir enerjiye sahip. İlginçtir: 1917’de Zabel Yesayan’ın Bakü’de Kordz (İş) dergisinde yayınlayacağı Diyarbakırlı Hayk Toroyan’ın anlattıkları Ermeni Soykırımı’nın yazılı ilk tanıklığı olacak, fakat bir röportaj olarak niteleyebileceğimiz bu eser ve hanımefendinin ileride kaleme alacakları asla Yıkıntılar Arasında’ki ruh halini yakalayamayacaktı. Belki, yitirdiği çocukluğunu, gençliğini anlattığı, Sovyet Ermenistanı’nın o en karanlık döneminde yazdığı ve 1935’te yayınladıktan sonra 1937’te tutuklanıp ölüm yolculuğuna çıkarılacağı, yani bir çeşit toplumsal da olan Felaket’i kişisel olarak yaşayacağı, Silahtar Bahçeleri kitabında farklı bir yerden de olsa tanıklık diyebileceğimiz alanı bir ütopya olarak yeniden fethedebilecekti. Fakat bu başka bir konu sanırım…

Neden bu eser?

Adana Katliamı’nın 100. yılı vesilesiyle Yıkıntılar Arasında’nın Ermenice orijinalini 2010’da yayınlamıştık zaten. Türkiye toplumunun ilgisini çekecek bir eser olduğunu düşündüğümüz için Türkçeye kazandırdık. 2014’ten bu yana üç baskı yaptı.

'YASEYAN'IN HÂLÂ KİTAP OLARAK YAYINLANMAMIŞ ESERLERİ VAR'

Yesayan'ın ilk romanı ise Ermenice olarak yaklaşık 6 ay önce yayımlandı. Neden bu kadar gecikti? Türkçe'de ne zaman okuyabileceğiz?

Sevan Değirmenciyan

Çoğu zaman yazarlarımızın adını biliyor, fakat eserlerini tanımıyoruz. Bu sadece bir Türkiye gerçeği değil maalesef, Ermeniler için de geçerli. Zabel Yesayan’ın adının bu kadar anılıyor olması hanımefendinin eserlerinin derli toplu bir baskısının dahi yapılmadığı gerçeğini maalesef örtbas etmiyor. Hala kitap olarak yayınlanmamış, eski gazete yığınları arasında uyuyan bir çok uzun veya kısa, edebi veya güncel politik olaylara değinen roman, hikaye ve yazısı var.

Yesayan’ın ilk romanı olan ve bir Paris doğumhanesinde geçen olayların anlatıldığı Ispasman Srahin Meç (Bekleme Odasında) bunlardan sadece biri. 1903’de Dzağig (Çiçek) dergisinde tefrika edilmiş olan bu romanın adı Zabel Yesayan’ın biyografilerinde geçmesine karşın, ilginçtir, bugüne kadar yayınlanmamıştı. Sebepleri çok… Zabel Yesayan insanların veya Diasporadaki yayıncıların ilgisini politik nedenlerden dolayı cezbetmiştir öncelikle. En çok yayınlanan eserinin Yıkıntılar Arasında olması bu yüzden tesadüfi değil (Ermenice baskılarından söz ediyorum tabii).

Çoğu zaman Adana olayları sonrasında değil de 1915’den sonra yazıldığını dahi düşünenler vardı, kim bilir, hâlâ da vardır belki. Ya da en çok okunan eserlerinden biri olan Silahtar Bahçeleri’nin Sovyet Ermenistanı’nda yazıldığı zikredilmezdi, zira Diasporaya hakim olan Devrimci Ermeni Federasyonu (yani Taşnaktsutyun partisi) eskiden iktidarda olduğu ülkenin (yani Ermenistan’ın) yeni yönetim tarzına (yani komünizme) muhalif bir çizgideydi o yıllarda ve orayı kötülemekten başka bir şey yapmaz, oradan herhangi iyi bir eserin gelemeyeceği yönünde bir propaganda yürütürdü. Edebiyatı politik bir araç olarak gören bir zihniyet ne yapsındı Zabel Yesayan’ın bir Paris doğumhanesini anlattığı romanını?

Aras Yayıncılık olarak Zabel Yesayan’ın tüm eserlerini Ermenice olarak basmak ve zaman içinde Türkçe çevirilerini de yayımlamak istiyoruz. Pek yakında bugüne kadar kitap olarak yayınlanmamış, Abdülhamid dönemi muhaliflerini anlattığı bir başka romanını da (Hlunerı yev Imposdnerı - İtaatkarlar ve Asiler), tamamlanmamış olsa da, yayınlayacağız. Bu ve diğer eserleri Türkçeye kazandırmak tabii ki isteriz. Zabel Yesayan’ın bazı eserleri Aras Yayıncılık etiketi ile Kayuş Çalıkman-Gavrilof ve Mehmet Fatih Uslu sayesinde Türkçede de mevcut. Bu çalışmayı aynı heyecanla sürdürüyoruz, umuyorum ki birkaç yıl içinde Yesayan’ın külliyatı iki dilde de kitap olarak elimizde olacak.

'YASEYAN VE ADIVAR BENZERLİKLERİ HAKKINDA KONUŞURKEN HEYECANIMIZI DİZGİNLEMELİYİZ'

Zabel Yesayan ile Halide Edip Adıvar, yaşamlarındaki benzerlikler nedeniyle çeşitli karşılaştırmalara özne oluyorlar. Bu, doğru bir yaklaşım mı? İki isim arasında yakalanan benzerlikleri nasıl okumak gerekir?

Haklısın… Zabel Yesayan da, Halide Edip Adıvar da bir çok parallellikleri olan yazarlar. Aynı dönemde yaşamış ve üretmişler, Osmanlı toplumunda kadın olarak kendilerine geniş bir alan açmış, eğitim hayatlarında ilklere imza atmışlar. Politik duruşları her ne kadar farklı veya zıt olsa da çoğu zaman, aynı derecede politizeydiler kuşkusuz. Hiçbir benzerliği olmasa da aynı ismi taşıyan (Ateşten Gömlek) eser dahi üretmişler. Bütün bunlara karşın tanıştıklarına, iletişim kurduklarına, birbirlerinden etkilendiklerine dair somut verilerimiz yok. Dolayısıyla Yesayan-Adıvar benzerlikleri hakkında konuşurken heyecanımızı biraz dizginlemeliyiz sanırım.

“SOYKIRIM POLİTİKASINDAN SONRA ERMENİ EDEBİYATI CİDDİ BİR GERİLEME YAŞADI'

Türkiye’de Ermeni edebiyatının durumu nasıl?

Zabel Yesayan’ın da temsilcilerinden biri olduğu ve Batı Ermeni Edebiyatı olarak tanımladığımız, bahsettiğimiz edebi birikim aslında Osmanlı topraklarında Batı Ermenicesi ile üretilen edebi eserlerden, hareketlerden, arayışlardan, denemelerden oluşmaktaydı. Özellikle 1915’ten itibaren yürürlüğe sokulan Soykırım politikasından sonra ve giderek millileşen iklim sonucunda Türkiye’deki Ermeni edebiyatı da ciddi bir gerileme yaşamaya başladı. Edebiyat sadece yazar değil okuyucu da yitirdi.

Zengin geçmişinin verdiği ivme ile Cumhuriyet döneminde de belli bir hareketlilik içinde olan Türkiye Ermeni edebiyatı uzun yıllar çağdaşı olan Türk edebiyatına yankı veriyor, mesela Garip hareketinden veya nesirde kendi gösteren toplumcu gerçeklikten nasipleniyor, dahası kendi edebi kuramlarını geliştirip bağımsızlaşmaktan da geri kalmıyor, edebi dergi ve gazetelerini yayımlarken diğer disiplinlerle kolkola bir sanat iklimi dahi az çok yaratabiliyordu. Maalesef ivme yerini giderek gerilemeye bıraktı kaçınılmaz olarak.

Batı Ermenicesi ile yapılan edebi üretim sadece Türkiye’de değil Diaspora’da dahi düşündürücü boyutta. Fakat farklı bir bakış geliştirme durumundayız, aksi takdirde bir çokları gibi ahlar ve vahlarla zaman tüketmiş oluruz. Diaspora dağılma, yayılma demek ve bu dağılım kendine has bir sanat ve edebiyat anlayışı yaratmış durumda. Bu edebiyatın dili artık klasik olarak Batı Ermenicesi değil sadece; Türkçe, İspanyolca, Farsça, İngilizce, Rusça, Arapça da bazen… Diaspora’nın yazarları içinde yaşadıkları büyük toplumlara da aitler, kendi Ermeni toplumları yanında. Lafı uzatmayayım. Bu bakış açısı her halükarda Türkiye’de de bir Ermeni edebiyatının varlığını işaret ediyor. Anadili olan Batı Ermenicesini her ne kadar zamanla yitiriyor ve bu dili kullanan yazarları, şairleri hatta okuyucuları azalıp bir elin parmaklarını geçmiyor olsa da Türkiye’deki Ermeni yazarlar diğer anadilleri olan Türkçe ile zengin, farklı, ilginç ve romandan şiire, hatırattan denemeye zengin bir çeşitlilik de barındıran bir edebiyat üretmeye devam ediyorlar.

Kitabevlerinin ve dağıtıcıların Ermeni yayınlarına karşı tavrı nasıl? Mesela şimdi D&R’ların el değiştirecek olması, Yaysat’ın hükümet yanlısı bir şirkete geçmesi Ermeni yayınlarını nasıl etkileyecek sizce?

Hiç bir zaman kabullenmek istemesem de kitap da bu tip dağıtımcılar veya kitapevleri için maalesef ticari bir meta. Ermenilerle ilgili yayınlar ne zaman geniş kitlelerin ilgisine mazhar oldu ki? Sadece Ermeniler de değil. 80 milyonluk ülkede en değerli yazarların veya araştırmacıların eserleri, güncel politik sosa batırılmış veya bu yönde reklamı yapılmış değilse, kaç satıyordur acaba? Dolayısıyla, Ermeniler hakkında olan yayınlar, araştırma veya edebi eserler, Ermenice veya Türkçe, şu an gördükleri ilgiden birşey kaybetmeyeceklerdir sanırım. İlgili okuyucu ve çevreler çağımızın iletişim imkanlarından yararlanıp istedikleri bilgiye ulaşabiliyorlar kanımca. En azından biz Aras olarak kültürel bir direniş noktası oluşturmak ve bu konuda daha fazlasını bilmek isteyen insanlara ulaşacak kitaplar üretmek konusunda kararlıyız diyebilirim.