İhsan Sabri Çağlayangil’in anıları dışında, Seyid Rıza hakkında hazırlanan iddianamede, duruşma tutanağında ve mahkeme kararında ne yazıldığı, gizleniyor; naaşı gibi. 87 yıllık sır… 1937’den bugüne, mezarın nerede olduğunu bilmeyen ailelerdir. Devletsiniz, yargıladınız ve idam ettiniz; naaşını ailesine neden vermezsiniz? Bu, ailenin kuşaklar boyu cezalandırılması değil midir?
Seyid Rıza’nın 87 yıl önce Elazığ’da yargılandığını ve idam edildiğini biliyoruz. Naaşı ailesine verilmedi, ‘esir’ hâlâ. Şahit, o günün Emniyet Genel Müdür Yardımcısı İhsan Sabri Çağlayangil’dir. Hatta Elazığ’da, Ankara’nın emrini ilgililere ileten, mahkeme heyetini ve savcıyı ayarlayan da O’dur. Kararın verildiği son duruşmayı ve kurulan darağaçlarını yazan da O’dur.
15 Kasım 1937’te Elazığ’da Seyid Rıza, oğlu Hüseyin, Seyhanlı Aşireti Reisi Haso Seydi, Yusuf Hanlı Aşireti Reisi Kamer oğlu Fındık, Demirelli Aşireti Reisi Cebrail oğlu Hasan, Kırişanlı Ulihiyer oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Ali peş peşe darağacına çıkarıldı.
İdam edilen yedi Dersimli’nin her biri TC vatandaşıydı.
Toprağa veren de yedi Dersimlinin ölüm cezasını infaz edendi.
87 yıldır mezarların nerede olduğu bilinmiyor değil, açıklanmıyor. TC nerede toprağa verdiğini bilmez mi?
1937’den bugüne, mezarın nerede olduğunu bilmeyen ailelerdir.
Devletsiniz, yargıladınız ve idam ettiniz; naaşını ailesine neden vermezsiniz?
Bu, ailenin kuşaklar boyu cezalandırılması değil midir?
Cumhuriyet, ikinci asrına girdi; artık ailelerin bu tür cezalandırılmasına son verilmelidir.
Seyid Rıza’nın idamı sonrasında Dersim Harekâtı’nda ‘harp’ safhasına geçilmiştir.
Öncesinde Seyid Rıza dâhil, ‘aşiret lideri ve toplumun ileri geleni’ olarak bilinenlerin yani ‘liderlik yeteneği olanların’ listesi hazırlanmış; bir kısmı yakalanmış, bir kısmı da öldürülmüş ve Seyid Rıza idam edilmiştir.
Liderlik yeteneği olanların tasfiyesinin ardından, ‘kitlesel tasfiye’ aşamasının planlanmasına başlanmıştır.
22 yıl önce de benzer plan uygulanmıştı. Ermenilerin liderlik yeteneği olanlar 6 Eylül 1914’ten(1) itibaren izlenmiş, 24 Nisan 1915’te tutuklanmış(2) ve ardından Ermeniler kitlesel olarak yerinden-yurdundan (sürülmüş değil) kovalanmış, demografik yapıdan tasfiye edilmiştir. İzleyen, tutuklayan ve kovalayan İttihatçı hükümettir.
4. Umumi Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın 1 Haziran 1938 tarihli şifresinden(3) sekiz gün sonra hazırlanan iki kararnameyle, Dersim’de ‘devletin dâhili harbi’ kararlaştırılmıştır.(4)
Harekât planı, 6 Ağustos 1938 tarihli kararnameyle belirlenmiştir.(5)
Dersim’de 7. Kolordu, 8. Kolordu ve 9. Kolordu birliklerinin planlamasıyla; 1 no’lu, 2 no’lu ve 3 no’lu yasak bölgesi taranmış,(6) yakalananlar sürülmüş, dağda-taşta ‘mezarsız’ yatan binler yılana-çıyana, kurda-kuşa yem olmuştur…
15 yıl sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nuri Yamut’un raporundaki tespit, harekâtın özet beyanıdır: “[Dersim’de] harp hükümleri cari[ydi].”(7)
Değinmekle yetineceğim; Dersim, sadece 1930’ların değil, evveliyatında 1880’lerden beri Sünni İslam ve Türk milliyetçiliğinin hedefindeydi, Abdülhamid’in (Sultan Hamid’in) de ‘meselesi’ydi.
Sultan Hamid’in ‘Sünni İslam milliyetçiliği’ yıllarında Ermeni/Arap Hıristiyanlar, Kürt Ezidiler, Türk/Kürt Kızılbaşlar, Arap/Türkmen Şiiler, Arap Nusayriler Sünnileştirmek amacıyla hedeflenmiş(8) ve Dersim için 16 rapor hazırlanmasıyla(9) birlikte askeri seferler de yapılmıştır.
Sultan Hamid’in başlattığı Dersim planına, 1930’larda devam edilmiştir.
Sultan Hamid’in ve Atatürk’ün Dersim politiğinin özü birdir: Türkleştirmek ve Sünni İslamlaştırmaktır, ötesi laf-ü güzaftır!
“Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiyemizde tek bir sünniye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı. […] Eğer Yavuzun Dersimin yalçın dağları içine girebilmiş olaydı her halde Dersimi de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük. […]
Gelberi gelberi gündüzlü dostum/Uydun el sözüne selamı kestin
Ben o Kürdü almam/Ayağı çarıklıdır. […]
İkincisine gelince; tahlile değer bir mevzudur. Bunu söyleyen erkek söylediği kadının gündüzlüsüdür, oynaşıdır. Oynaş ve gündüzlü tutmak demek haftanın bir gündüzünü sevdiği bir erkekle geçirmek kızılbaş kadının kakkıdır [hakkıdır] işte buna oynaş tutmak derler. Kadın ancak gündüz oynaşmaya mezundur. Gece oynaş tutamaz Kadının bu hareketi kocasına ve kızılbaşlarca günah sayılmaz. Kızılbaş itikadınca gün ve güneş ziyasi [ışığı] karşısında hayır işlerler. Bu ziyalar yalnız hayır işlemeği emir eder, şer yapanları çarpar.”(10)
Böylesine nefret söylemiyle hazırlık yapılan ve ‘isyan var’ denilen Dersim’de, ’38 harekâtının sonucunu, İçişleri Bakanı Faik Öztrak açıkladı: 13.160 Dersimli ve 122 asker ölmüş, 821 kişi teslim olmuş ve 2107 kişi yakalanmıştır.(11)
‘İstiklal Harbi’ olarak bilinen Türk Kurtuluş Savaşı (1919-1922) yıllarında, ’38 Dersim harekâtındaki kadar insan hayatını kaybetmemiştir. Sabahattin Selek’e göre, dört yılda “9167 kişi şehit” olmuştur.(12)
Devletin 1919-1922’deki harici ve 1938’deki dâhili harbidir!
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girdiğimiz bugünlerde, hâlâ aynı ırkçı lakırdıyı tekrarlamak, en basit anlatımla niye huzura eremediğimizin de beyanıdır!
ADALET BAKANLIĞI’NDAN SES SEDA YOK
İhsan Sabri Çağlayangil’in anıları dışında, Seyid Rıza hakkında hazırlanan iddianamede, duruşma tutanağında ve mahkeme kararında ne yazıldığı, gizleniyor; naaşı gibi.
87 yıllık sır…
Seyid Rıza’nın yargılandığı dava dosyası hakkında bilgilenmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER’e) başvurdum. CİMER aracılığıyla muhatabım, Adalet Bakanlığı’ydı.
Bilgi edinme hakkı kapsamında, 9 Ekim 2024’te CİMER’e gönderdiğim mesajım şudur:
“Sayın Adalet Bakanlığı,
11 Eylül 1937’de tutuklanan Seyid Rıza, yargılandı ve 15 Kasım 1937’de idam edildi.
Seyid Rıza’nın yargılandığı dava dosyasından bir kopya almam mümkün olabilir mi?
Gereğini rica ederim.
Saygılarımla.”
Aynı gün başvurum, Adalet Bakanlığı’na gönderilmiştir.
“Dava dosyası var, kopya alabilirsiniz” veya “dosya yok” denilmemiştir.
Bu mu, adalet?
Geçmişte bir ara umutlanmıştık, o kadar; anlaşıldı ki hesap başkaydı.
13 yıl önce Başbakan Recep T. Erdoğan, Çağlayangil’in kitabından Seyid Rıza’nın darağacı altındaki sözlerini aktardı ve olanlardan, o yıllardaki CHP hükümetinin sorumlu olduğunu belirtti ve “özür diliyorum” dedi.
Sonrası mı?
Dersim’in kangrenleşen yarasına bir pansuman dahi yapılmamıştır.
Ve o yılların umutlandıran bir diğer politikası, ‘çözüm süreci’nde kurulan Dolmabahçe Masası’ydı…
Fakat masanın devrilmesinin ardından, ‘çözüm’den ‘kanlı’ sürece geçilmiştir: IŞİD, Suruç’ta 22 fidanımızı kırmış ve 10 Ekim’de 103 canımızı hayattan kopartmıştır…
‘Özür’ün ve ‘çözüm’ün baharı kısa sürmüş, zemheriye yakalanmıştık!
Bugünlerde de bir kez daha sahneleniyormuş gibi yapılan ‘çözüm’ün vizyonunda, belediyelerde milyonların oyunu çöpe atıp, memuru kayyum atamakta olduğu gibi Saray’daki koltuktan ötesi karanlıktır!
DAVA DOSYASI ‘DEVLET SIRRI’ MI?
Tutanağını istediğim yargılama, 87 yıl önce Elazığ’da yapıldı.
87 yıldır, idam edilen yedi Dersimli’nin naaşının nerede olduğu açıklanmadığı gibi, dava dosyasıyla ilgili okuyabileceğimiz tek sayfa resmi evrak da yoktur.
Buna, adalet mi diyeceğiz?
Dava hakkında, bugüne kadarki bilgilenme kaynağımız, gazete haberleri ve anılarda yazılanlardır.
Türkiye Cumhuriyeti, yargıladığı, ölüm cezası verdiği, idam ettiği yedi kişinin naaşını ve dava dosyasını neden gizliyor?
İlk değil.
29 Haziran 1925’te Diyarbakır’da idam edilen Şeyh Said’in naaşı da ailesine verilmemiş ve nereye defnedildiği açıklanmamıştır.
Şeyh Said’in dava dosyası hakkındaysa bilgilenmek mümkündür.
Diyarbakır’da faaliyet gösteren Şark İstiklal Mahkemesi savcısı (Karesi/Balıkesir Mebusu) Ahmet Süreyya Örgeevren, ‘Şeyh Sait İsyanı’ adıyla anılarını, 1957’de Dünya gazetesinde (14 Nisan-26 Temmuz 1957) yazdı. Anılar, 2002’de kitaplaştırıldı.(13)
TBMM de Şark İstiklal Mahkemesi’ne (1925-1927) ait evrakları beş cilt olarak yayımladı. Birinci ciltteki 72 karardan, 69’uncusu ‘Şeyh Said ve Rüfekası Haklarında Zabıtname’dir ve 365 sayfadır. Şeyh Said dâhil 48 kişi hakkında verilen ölüm cezası, bir gün sonra 29 Haziran 1925’te infaz edilmiştir.(14)
İki yıl öncesinde Mahmut Akyürekli de Şark İstiklal Mahkemesi’nin kararlarını, günümüz Türkçesiyle iki cilt olarak hazırlamış ve yayımlamıştı. 28 Haziran 1925 tarihli Şeyh Said davasıyla ilgili 69 no’lu karar birinci cilttedir.(15)
Her şeye rağmen Şeyh Said’in Dava Dosyası’nın bazı evrakından bilgilenmek önemlidir. TBMM’nin dosyanın tamamını, tasnif ettiğini ya da etmediğini bilemiyorum.
Bildiğim, 1937’de yargılanıp idam edilen Seyid Rıza’nın Dava Dosyası’nın tamamen gizlenmesidir; ‘devlet sırrı’ mı?
12 yıl önce umutlanmıştık. Birkaç ay öncesinde de Başbakan Recep T. Erdoğan, “Dersim için özür diliyorum” demişti. TBMM Dilekçe Komisyonu’nda oluşturulan alt komisyona, dilekçeler gönderilmeye ve kurumlardan Dersim evrakları gelmeye başlamıştı. 2012 sonunda CHP Dersim/Tunçeli Milletvekili Hüseyin Aygün açıkladı ki, komisyon adına ‘Dersim’i dahi koyamamıştır, ama bazı sorunlara rağmen çalışmasını sürdürmektedir. 2013 ortasında komisyonun pek çalışmadığını öğrenmemizden bir ay sonra, komisyona 46 bini Genelkurmay’dan olmak üzere toplamda 140 bin sayfalık evrakın geldiği açıklanmıştır. Sonuç mu? Mayıs 2023’te komisyon, dilekçe yazan 5233 kişiye cevaben, “işlem yapamayacağız” demiştir. ‘Özür’ komisyonu çalıştırmaya yetmemiştir.
Peki, Dersim’le ilgili 140 bin sayfalık evrakın tasnif işlemi bitmiş midir ve araştırmacılara açılmış mıdır? Adalet Bakanı’nın sessizliğinden iyimser olmak mümkün mü?
İdamdan 87 yıl sonra bile, Seyid Rıza’nın ‘idam dosyası’ neden gizleniyor? Bu, resmen sansürdür; bilgilenme hakkının ihlalidir!
NOTLAR:
(1) BOA, DH.ŞFR, 44/200, 24 Ağustos 1330 (6 Eylül 1914).
(2) BOA, DH.ŞFR, 52/96, 97, 98, 11 Nisan 1331 (24 Nisan 1915).
(3) Dördüncü Um. Mf. Alpdoğan’ın 1.6.938 tarih ve 1/2020 sayılı şifresi, BCA-F: 30.10/K: 111, D: 746, S:8.
(4)9.6.1938 tarih ve 2/8973 sayılı kararname: “Bir aydan fazla devam edeceği tahmin edilen Tunceli harekâtının muharebe ve müsademeleri [harp etmeyi ve çarpışmayı] istilzam edecek [gerektirecek] mahiyette ve ehemmiyette olduğu […]” (BCA-F: 30.18.1.2/K: 83, D: 51, S: 13). 9.6.1938 tarih ve 2/8974 sayılı kararname: “Tunceli [Tunçeli] harekâtına iştirak edecek kara, hava ve jandarma birliklerine mensup erata kuvvetli tayın verilmesi için bu hareketin sefer mahiyetinde mühim hareket olduğu […]” (BCA-F: 30.18.1.2/K: 83, D: 51, S: 14).
(5) 6.8.1938 tarih ve 2/9409 no’lu kararname, BCA-F: 30.18.01.02/K: 84, D: 73, S: 8.
(6) Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Basımevi, Ankara-1972, s. 410-480.
(7) Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Orgeneral Nuri Yamut’un 20.3.1953 tarihli ve 351115 sayılı yazısı ile Başbakanlıktan TBMM Dilekçe Komisyonu Başkanlığı’na gönderilen 4.1.1950 tarihli ve 5084/6-68 sayılı yazısı ile Millî Savunma Bakanlığı’nın Başbakanlığa gönderdiği 21.12.1949 tarih ve 31934 sayılı yazısı, BCA-F: 30.10/K: 112, D: 755, S: 18, s. 3-5, 13-18.
(8) Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji, II. Abdülhamid Dönemi 1876-1909), çeviren: Gül Çağalı Güven, Doğan Kitap, İstanbul-2014; Selim Deringil, Simgeden Millete, 5. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2019; Selim Deringil, İhtida ve İrtidad, çeviren: Ayşen Anadol-Taciser Ulaş Belge, İletişim Yayınları, İstanbul-2017.
(9)Cihangir Gündoğdu-Vural Genç, Dersim’de Osmanlı Siyaseti, 1880-1913, Kitap Yayınevi, İstanbul-2013.
(10) Jandarma Umum Kumandanlığı, Dersim, kitap içinde, Tarih Vakfı-Necmeddin Sahir Sılan Arşivi-2, Doğu Anadolu’da Toplumsal Mühendislik, Dersim-Sason (1934-1946), Tarih Vakfı Yurt Yayınları (hazırlayan ve yayınlayan), İstanbul-2010, s. vııı, 37-40 (altını ben çizdim, NO).
(11) Dahiliye Vekili Faik Öztrak’ın Başvekâlet’e gönderdiği 2.11.1939 tarih ve 2470-11184 sayılı yazısı, BCA-F:030.10/K: 111, D: 751, S: 30, s. 2.
(12) Sabahattin Selek, Milli Mücadele, cilt: 2, Örgün Yayınları, 2. Baskı, İstanbul-1982, Ek: 19.
(13) Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, Osman Selim Kocahanoğlu (hazırlayan), Temel Yayınları, İstanbul-2002.
(14)Şark İstiklal Mahkemesi, cilt: 6/1 (Karar 1-72), TBMM Basımevi, Ankara-2016, s. 11, 275-639.
(15)Şark İstiklal Mahkemesi Kararları, cilt: 1, hazırlayan: Mahmut Akyürekli, Nûbihar, İstanbul-2014, s. 36, 343-354.