Sezai Berber: Son dönem intiharları artıran başat olgu anomi
Uzun yıllardır intihar üzerine de çalışan psikiyatri uzmanı Dr. Sezai Berber’e göre intiharı konuşup konuşmamamız değil, nasıl konuştuğumuz çok hayati. Berber’e göre son zamanlarda tanık olduğumuz intiharların temelinde, Durkheim’ın “anomi” dediği, toplumsal-siyasal çöküşten kaynaklı “kuralsızlık” yatıyor. Yine de önlenemeyecek intihar istisnaidir. O yüzden danışma ve dayanışma ağlarının güçlendirilmesi, en önemlisi de insanlardaki umutsuzluğun dağıtılması hayati önem taşıyor.
Pek çok psikiyatri uzmanı intiharı özkıyım olarak tanımlıyor. Eğer her bir intihar girişimi yardım çığlığıysa, başta yöneticiler olmak üzere bireyi “kurtaracak” tüm mekanizmaların devreye girmesini sağlamak gerekiyor. Türkiye’de son zamanlarda intihar vakalarında bir artış yaşandığı söyleniyor. Bu vakaları haberleştiren biz gazeteciler maalesef çok iyi bir sınav da veremiyoruz.
İntihar üzerine konuşmak, sağlam olmayan kazıklara uçları bağlanmış bir ipin üzerinde yürümek kadar güç ve dikkat gerektiriyor. Bazen hiç konuşmamak, yazmamak, konuşmaktan, yazmaktan daha iyi olabiliyor. Fakat bu mesele üzerine konuşmak, yazmak bir tabu olmamalı. Zira inkârın, görmezden gelmenin de çözüm olmadığı görülüyor.
Peki bu ipin üzerinde nasıl yürümeli? Türkiye’de intihar vakalarındaki artışın kökeninde ne yatıyor? İntiharları önlemek için neler yapılmalı, neler yapılmamalı? Sözü konunun uzmanına, Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu ve Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Onur Kurulu üyesi Dr. Sezai Berber’e bırakıyoruz…
Editörümüzün, intihar üzerine yapılacak bir söyleşiyi yayınlama konusunda şüpheleri var. Bu meselenin çok kritik olduğunu ve intihara meyyal insanlar açısından çok basit bir düşüncesizliğin korkunç sonuçlar yaratacağını vurguluyor. Sizce intiharı konuşmalı mıyız?
Bu son derece haklı bir çekince. Fakat mesele üzerine çalışan bir psikiyatri uzmanı olarak gereken özeni göstererek pekâlâ konuşabileceğimizi, dahası konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü medyanın, kamuoyunun, gazetecilerin intihar konusunda bilgilendirilmesi lazım. Burada çekince koyacağımız şey intiharı konuşmak değil, onu nasıl konuşacağımız.
İntihar üzerine nasıl konuşmalıyız?
Her şeyden evvel medyanın, intihara meyyal kişilerin kafalarındaki soru işaretlerini umutlu olma lehine netleştirecek, gerekirse onları yardım alabilecekleri adreslere yönlendirecek, tıkandıklarını düşündükleri noktalarda bile mutlaka yaşam lehine bir çıkar yol olduğunu gösterecek bir tutum takınması gerekiyor. İntihar üzerine konuşmanın, yazmanın sakıncalı olduğunu düşünmüyorum. Ama intiharı özendirici tarzda konuşmalar, yayınlar, haberler çok tehlikeli sonuçlar yaratabiliyor. Bu konunun hassas olduğunu bilerek, buna göre kelimeleri özenle seçmek, bakış açımızın karşı tarafta nasıl karşılık bulacağını gözeterek hareket etmek gerekiyor.
DAYANILMAZ RUHSAL VE BEDENSEL ACILAR İÇİNDE ŞAŞIRMIŞ, BOZULMUŞ BENLİĞİN BAŞVURDUĞU YOL
İntihar eğilimi patolojik ya da psikiyatrik bir vak’aya mı işaret eder? Dahası, böylesi bir eğilimde olacak kadar karamsar, bedbin, pesimist bir insan nasıl umutlandırılabilir, vazgeçirilebilir?
Burada tek bir intihar sebebinden, biçiminden bahsetmek, olayı tek sebebe bağlamak doğru değil. İntihara meyleden kişinin illa psikiyatrik tanı almış veya psikiyatrik hasta olup olmadığına dair genelleme yapamayız. Fakat bizim engel olamayacağımız intihar sayısı istisnaidir. İntihar düşüncesi olan insanlar genellikle bu eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmeme konusunda son ana kadar mütereddittir. Sürekli bir hesaplaşma içindedir. Bu insanlar için umut yolunu gösterdiğinizde, destek hatlarını genişlettiğinizde, onları intihardan vazgeçirmek büyük ölçüde mümkündür. Dediğim gibi, önüne geçilemeyecek intiharlar müstesnadır. İnsanlara umut aşılamak, onların hayata bağlanmasına büyük katkı sağlar.
Biyolojik, sosyal, siyasal, psikolojik vs, nedenleri sayarsak aşağı-yukarı 50 farklı neden sıralayabiliriz. Fakat bunların hiçbiri tek başına intihar nedeni olmayabiliyor. Çoğunlukla bu nedenlerin birçoğu üst üste geldiğinde, bunların yarattığı ağırlığın neticesinde insanlar bu olaya başvurabiliyor. Ancak bu alanda yapılmış araştırmalar, umutsuzluğun, çaresizlik duygusunun en önemli faktörler arasında yer aldığı yönünde. 1950’lerde intihar biliminin kurucusu sayılan Edwin Shneidman’a göre intihar dayanılmaz ruhsal ve bedensel acılar içinde şaşırmış, bozulmuş, gücü azalmış benliğin başvurduğu bir yol. Bu, intiharın, önüne geçilebilecek bir özkıyım eylemi olduğunu bize gösterir. Eğer insanların umutsuzluklarını, çaresizliklerini, dayanılmaz ruhsal veya bedensel acılarını dindirmeye yardımcı olabilecek mekanizmalar oluşturabilirsek, intiharı engelleyebiliriz.
KÜÇÜK DAYANIŞMA AĞLARI HAYAT KURTARABİLİYOR
“Umutsuzluk”, bir psikiyatri uzmanı olarak sizin açınızdan nasıl bir ruh haline işaret eder?
Geleceğin, gelecekte iyi bir hayatının olamayacağı düşüncesi olarak özetleyebiliriz umutsuzluğu. Bu duygu çeşitli etkenlere bağlı olarak değiştirilebilir. Bu eğilimdeki insanlara geleceğin kötü olacağına dair kanaatin pekâlâ bir yanılsama olduğunu, geleceği beklemeden bilemeyeceğimizi göstermek gerekiyor. Daha sonra bu kişileri uzmanlara yönlendirmek son derece yol alıcı bir yöntemdir.
Fakat profesyonellere, uzmanlara ulaşmak da maliyetli bir iş değil mi?
Profesyonel destek almak için illa bir psikiyatri kliniğine başvurmanız da gerekmiyor. İnternet veya telefon destek hatları, üniversitelerin, devlet hastanelerinin, eğitim hastanelerinin ilgili bölümleri var. Keza belediyelerin açtığı çeşitli kurslar, sosyal dayanışma merkezleri de bulunuyor. Bazen dikkatli bir öğretmen de pekâlâ öğrencisinin çeşitli sorunlar yaşadığını fark edip ona destek olabiliyor. Yakın çevre, eş-dost, akraba desteği, küçük dayanışma ağları hayat kurtarabiliyor.
İNTİHAR GİRİŞİMLERİNİ GÖZARDI ETMEMELİ, BİRER YARDIM ÇIĞLIĞI OLARAK ELE ALMALI VE BU ÇIĞLIĞA KOŞMALIYIZ
Bir insanın intihar eğilimi içinde olduğunu nasıl fark ederiz?
Çoğu zaman öncesinde bir veya birkaç intihar girişimi olabiliyor. Bu girişimleri mutlaka ciddiye almak gerekiyor. Onun haricinde, kişinin kendisi de intihar edeceğini söylüyor olabilir. Bu tür beyanları, mesajları, sinyalleri asla kulak arkası etmemeliyiz.
Yani “bir kişi intihardan söz ediyorsa, intihar etmez” klişesine kanmamak gerekiyor, öyle mi?
Tam tersine, bu tür sözleri de, intihar girişimlerini de birer yardım çığlığı olarak ele almalı ve bu çığlığa koşmalıyız. Bazen bizim klinik uygulamamızda, kişi 4-5 tane talcid içmiş olarak getirilir; intihar girişiminde bulundu diye. Biz bunu asla “canım talcid içmek de intihar girişimi mi” deyip küçümsememeliyiz. Bilakis, bu bir çığlıktır. Eğer kişinin bu tür girişimleri küçümsenirse, kendisini inandırmak için her seferinde bir üst yönteme başvurur, sesini ailesine, yakınlarına, kamuya, destek hatlarına duyurmaya çalışır. Bu tür girişimler ciddiye alınmadığında kişiyi ciddi intihar girişimine yönelebilir.
Bir başka klişe daha var: “Kişi, başkasını veya başkalarını, arkasında bırakacakları cezalandırmak için intihar eder.” Ne dersiniz?
Çocukluk, ilk gençlik dönemindeki bireyler için böylesi saikler söz konusu olabilir. Bir çocuk “intihar girişiminde bulunayım, ailem üzülsün, sonra geri döneyim ve sevinsinler, benden esirgedikleri ilgiyi göstersinler” gibi bir vehme kapılabilir. Fakat “başkalarını cezalandırma” saikiyle intiharın yetişkin bireylerde çok daha az olduğunu söyleyebiliriz. İntihara yönelme sebebi kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Ama dediğim gibi, başat önleyici tedbirlerden biri, kişileri içinde bulundukları umutsuzluktan çıkaracak mekanizmaların kurulmasıdır.
Bu söyleşi dâhil olmak üzere, biz gazeteciler intihar üzerine yazıp yazmama konusunda çok tereddütler yaşıyoruz. İntihar haberleri yaparken çok sayıda hata, yanlış yaptığımız da açık. Peki biz neyi yanlış yapıyoruz? Ne yapmalıyız?
Bir kere Dünya Psikiyatri Birliği’nin hazırladığı, Sağlık Bakanlığı’nın da çevirdiği bir broşür rehber niteliğinde. Söz konusu broşürde fotoğraf ve intihar notlarının yayınlanmaması, intiharda kullanılan yönteme ilişkin detaylara yer verilmemesi, intiharın kredi kartı borcu, boşanma, sevgilisinin terk etmesi, işsizlik gibi tek veya basit nedenlerle açıklanmaması gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca intihar kesinlikle yüceltilmemeli, duygusallaştırılmamalı. Bu husus özellikle gençler açısından çok önemli.
Bir insan, öldüğünde yüceltileceği, kıymetinin bilineceği vehmine kapılmamalı. Ayrıca kişilerin intiharı onurlu bir davranış olarak sunulmamalı, intihar edenler azizleştirilmemeli, kahramanlaştırılmamalı. Çünkü bu tür yaklaşımlar, ölümle yaşam arasında mütereddit olan insanların olmaması gereken seçeneğe yönelmesinde etki edebilir. Keza Dünya Psikiyatri Birliği, intihar olaylarıyla ilgili yapılacak yayınlarda dini, kültürel kalıpların kullanılmaması gerektiğini salık veriyor. Yani “öldü ve huzura erişti”, “cennete gitti” gibi basmakalıp ifadelere başvurulmamalı.
Türkiye’de zaman zaman Japonya’daki intihar olayları, örneğin skandala karışan bir siyasetçinin veya “yaptığı köprü yıkılan mühendisin” gururlu, onurlu davranışı olarak lanse ediliyor. İntihar olaylarına böylesi bir yaklaşım da çok sakıncalı, değil mi?
Ortada çok ciddi bir sorun varken bu sorunu olumlayacak bir dil kullanmak çok yanlıştır. Ama aynı şekilde intihara meyyal kişileri caydırmak adına intihar etmiş kişilerinkini de onursuz bir davranış olarak değerlendirmek, geride kalan aileleri açısından yaralayıcıdır. Burada en makul duruş, olay karşısında olabildiğince nötr kalmaktır.
15-24 YAŞ ARASINDAKİ KİŞİLERİN ÖLÜMÜNDE İNTİHAR İKİNCİ SIRADA YER ALIYOR
Bir ailede intihar hikâyesi varsa, bunun istisnai de olsa diğer aile üyelerinde intihar eğilimine neden olabildiği doğru mu?
İntihar eğilimi konusunda 50’ye yakın neden sayabiliriz ve bunların içinde 4-5 tane genetik faktör de var. Klinik olarak baktığımız zaman, intihar düşüncesiyle veya girişimiyle bize gelen hastaların bir kısmında, ailesinde daha önce intihar etmiş kişiler olduğunu görebiliyoruz. Meselenin biyolojik, genetik yanı ayrı bir çalışma konusuyken, sosyolojik yönü de apayrı bir konu. Ailede böyle hikâyelerin olması, hem genetik, hem sosyal olarak riskleri artırıyor.
İntihar aile bireyleri üzerinde ne tür ruhsal etkiler yaratıyor?
Aile bireylerinde “bir şey yapabilir miydim”, “o gün şurada olsam, bu anda şunu yapsam sonuç değişir miydi” şeklinde kendilerini suçladıklarını veya uzun uzadıya muhasebeye giriştiklerini görüyoruz. Çocuğunu intiharla kaybeden ailelerin önemli bir kısmında daha sonra boşanmaların olduğunu görüyoruz. 15-24 yaş arasındaki kişilerin ölümünde intihar ikinci sırada yer alıyor. Bu yaşlarda intihar girişimi ve intihar sonucu ölümler pik yapıyor. Bunun arkasında hormonal ve ruhsal nedenler, bireyin toplumla ilişkide yaşadığı sorunlar, yer değiştirme, beklentilerin karşılanmaması, belirsizlik gibi unsurlar olabiliyor. Neredeyse tüm toplumlarda bu yaş aralığında bir artış söz konusu. Sonraki yaşlarda istatistiksel olarak düşüş var ve yaşlılığa doğru tekrar artış söz konusu.
İntihar edenin yakınlarına nasıl yaklaşmak gerekiyor?
Bu olaydan sonra ailede neler yaşandığına, depresyona girilip girilmediğine, anksiyete bozuklukları olup olmadığına bakmak gerekiyor. Maalesef bizim toplumda komplike yas dediğimiz çözülmemiş yaslarla çok sık karşılaşıyoruz. Yas her toplumda görülen bir süreç. Kaybın arkasından yerine getirilen ritüellerin uygun yapılıp tamamlanması, kaybın belli bir şekilde anlaşılması demektir. Fakat bizim toplumda yas süreci çok sağlıklı geçmiyor. Bu nedenle de insanlar kaybın yükünü ömür boyu sırtlarında taşıyorlar, bu olayın gölgesi altında hayatlarını sürdürüyorlar. Normalde yas belli bir süre tutulup atlatılması gereken bir süreçken bizde bazen bu süreç giderek hayatın parçası haline gelebiliyor. Kaybedilen kişi hayatın tek odağı haline gelince, kötü hissetme kalıcılaşıyor. Kaybedilenin yakınlarının yas sürecini sağlıklı bir şekilde geçirmesi ve bir noktadan sonra sonlandırması konusunda destekçi olmak gerekiyor.
Fransız sosyolog Émile Durkheim, 1897 yılında yayınlanan İntihar isimli metodolojik kitabında intiharı dört ana başlığa ayırıyor: Bencil, özgeci, kaderci ve anomik intiharlar… Son dönemde Türkiye’de yaşanan intihar vak’alarına Durkheim’ın analizi çerçevesinde yaklaştığınızda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Durkheim egoistik veya bencil intiharları, bireyin toplumdan kopuşuna, toplumla bağını koparmasına bağlıyor. Özgeci intiharlar ise tam aksine, bireyin kendisini toplum adına yok saymasına bağlanıyor. Kamikazeler, intihar pilotları veya savaş sırasında arkadaşını muhafaza için bombanın üzerine atlayan insanlar mesela… Fakat şu sıralar üzerinde esas eğilmemiz gereken Durkheim kavramsallaştırmasının anomik intiharlar olduğunu düşünüyorum. Anomik veya Türkçeye çevrilmiş haliyle kuralsızlık intiharları kavramsallaştırması, son zamanlarda Türkiye’de artan intihar vak’alarını anlamamıza yardımcı olabilir.
Toplum ve devlet düzeninde kuralların ortadan kalktığı, anayasanın, parlamentonun askıya alındığı, yöneticilerin bugün söyledikleriyle yarın yaptıkları arasında bir bağın kalmadığı, mahkemelerin keyfi kararlar verdiği, istedikleri kişiyi kanuna, kurala göre değil, keyfiyete göre hapse atabildikleri bir genel kuralsızlık hali var Türkiye’de. İnsanların mallarına-mülklerine keyfi biçimde el konabiliyor. Geçmişte, Osmanlı’dan devralınmış bir gelenek dolayısıyla vakıfların mallarına dokunulmazken, Aralık ayında derneklere bile kayyum atanmasının önünü açan bir kanun çıkarıldı. Belki bu söyleşi, sosyologlarla yapacağımız bir tartışmaya vesile olabilir ama ben Durkheim’ın anladığı şekliyle bir anomi döneminden geçtiğimizi, intiharlardaki artışların ekonomik gerekçelerin ötesinde, anomiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Belirsizlik, öngörülemezlik 1990’lardan sonra bütün toplumların içine düştüğü bir vaziyet. Ama Türkiye’de ilaveten siyasetin, toplumun bazı etik değerlerinin ortadan kalkmaya başladığı bir dönem yaşanıyor. O nedenle son dönem intiharların birer kuralsızlık intiharı olduğunu tartışmalıyız.
Peki kuralsızlık intiharlarının önüne geçmenin yolu nedir sizce?
İntiharları da, toplumsal çöküşü de önleme konusunda çeşitli dayanışma hatlarının sağlanması son derece önemli. Sadece intiharları önlemede değil, insanların ayakta kalmasını sağlama, bazı ahlaki değerlerin erozyonunun önüne geçilmesi için de yan yana durmanın, dayanışmanın, birbirine yaslanmanın inanılmaz olumlu sonuçları olacaktır. Bakın, son dönemlerde bir kesimin kirliliklerine tepki gösteren kesimlerin de giderek aynı hatta yöneldiğini görüyoruz. Ahlaki erozyon giderek tüm toplumu içine çekiyor çünkü. Dolayısıyla belli ahlaki değerler üzerinden dayanışma hatlarının örülmesi, insanların dayanışma içinde bulunması intiharları önlemede de, toplumun geleceğini kurmada da hayati önemde
MESELEYİ SÜMEN ALTI ETMEK, İNİHARLARI TEŞVİK EDİCİ YAKLAŞIMLAR KADAR OLUMSUZ SONUÇLAR YARATABİLİR
Sizce intihar sayısında mı artış var, yoksa yeni iletişim teknolojileri dolayısıyla intihar olaylarından daha fazla mı haberdar oluyoruz?
Maalesef artıyor. Kendi meslektaşlarım açısından da baktığımızda, hekim intiharlarında da, Cumhuriyet döneminde hiç olmadığı kadar artış söz konusu. Bunların bir kısmı, az önce bahsettiğim toplumsal-siyasal çöküntüyle, bir kısmı sağlıkta dönüşüm programlarının etkisiyle, çalışma koşullarının ağırlaşmasıyla ilgili.
Peki biz gazetecilerin, intihar olaylarının arttığını yazması mı, yazmaması mı daha iyi?
İntihar vakalarının kamuoyuna az yansıması daha iyi ama kamu otoritelerinin bu soruna dikkatini çekmek açısından da bu soruna eğilmek gerekiyor. İntiharları önleme konusunda destek hatlarının oluşturulması, buna eğilimi olan insanlara ulaşmanın yollarının bulunması, özellikle aile hekimlerinin ve öğretmenlerin bu konudaki bilgilerinin ve farkındalıklarının artırılması gerekiyor. Ayrıca kamu otoritelerinin bu meselenin önlenmesi çalışmalarına bütçe ayırmaları teşvik edilmeli. Bu açıdan bakıldığında, meseleyi tamamen sümen altı etmek, hiç olmamış gibi yapmak da, intiharı teşvik edici yanlış yaklaşımlar kadar olumsuz sonuçlar yaratabilir.
İNTİHAR EĞİLİMİ İÇİNDEKİLER BİLSİN Kİ, KENDİLERİNE MUTLAKA YETERİ KADAR DESTEK OLURUZ
Size intihar girişiminde bulunmuş veya “intiharı düşünüyorum” diyerek başvuranlar oluyor mu?
İntihar girişiminde bulunan kişiler tıbbi müdahaleden sonra psikiyatriye yönlendirilir. Salgın sürecinde intihar girişiminde bulunmuş ama tıbbi tedavi sonrası hastanede psikiyatri servisine erişememiş bazı hastalar bize de başvuruyor. İntihar riskini değerlendirmek üzere kullandığımız soru kademeleri üzerinden durum tespiti yapıyoruz. Aile desteği, sosyal destek, gerektiğinde ilaç desteği sayesinde çok sayıda insana yardımcı olabiliyoruz. Dediğim gibi, önleyemeyeceğimiz intiharlar istisnaidir. Böylesi bir eğilimi olan insanlar bilsinler ki, her zaman için bir çözüm yolu vardır. Çözüm yolu bulamadıklarında bize o yolu gösterme fırsatı versinler. Kendilerine mutlaka yeteri kadar destek oluruz. Fırsat verirlerse çözüm yollarını beraberce araştırabilir, gerekirse ilgili kurumların desteğini sağlayabiliriz. Gerektiğinde hastaneye yatışlarını sağlayabilir, gerektiğinde sosyal destek kurumlarını harekete geçirebiliriz. Ayrıca çok sayıda dernek, pek çok belediyenin birimleri, danışma ve dayanışma hatları bulunuyor. Yapabileceğimiz çok şey var.
İntiharı zayıflık göstergesi, geride kalanlara yapılmış bir kötülük, dinen günah vs, olarak kodlamak caydırıcı etki yaratabilir mi?
Böyle bir etki yaratacağını düşünmüyorum. Aksine, geride kalan acılı insanlara da saygısızlıktır. Devletler tarih boyunca intiharları önlemeye çalışmıştır. Eski çağlarda örneğin, intihar eden kişi devletin malına zarar vermiş sayılarak bedenleri anayollara asılmış, mallarına da el koyulmuş. İntiharları önlemenin yolu, intihar etmiş kişileri aşağılamak değil. Söz konusu kişi kahraman da değil, onurlu da değil ama onursuz da değil. Bu tür yaklaşımların intihara eğilimli kişiler üzerinde nasıl etkiler yaratacağını kestiremeyiz. O yüzden başta da söylediğim gibi, nötr kalmak, sıfatlandırmamak ama bu eğilimi ortadan kaldıracak dayanışma ağlarına ağırlık vermek, insanlara umudu aşılamak gerekiyor.
Yaptığımız söyleşilerde, başlık olarak seçtiğimiz cümlelere bazen çok sert tepkiler geliyor. Bu konunun hassasiyeti dolayısıyla, siz olsaydınız bu söyleşiye nasıl bir başlık seçerdiniz?
“İntihar önlenebilir bir durumdur” da denebilir ama açıkçası anomiye dikkat çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bana göre Türkiye’de son dönem intiharları artıran başat olgu anomidir. Bunun sosyal bilimciler tarafından tartışmaya açılmasının da faydalı olacağı kanaatindeyim.