Türkiye’nin buluşma noktasıdır Sezen Aksu. En zengininden en
fakirine döner dolaşır Sezen Aksu ile eğlenir yahut hüzünlenir.
Masalarda hangi popçu yüceltilirse yüceltilsin rakı açıldığında,
çay demlendiğinde yahut istek yazmak üzere ele peçete alındığında
Sezen Aksu devreye girer.
Müziği çok bana göre değildir. Bir Sezen Aksu manyetik bandı
olsun almışlığım yoktur. Ama birçok şarkısını ezbere bilirim. Bir
yerde çalınca rahatsız olmam. Nitekim benim gibi “hep belgesel hep
caz” snobları için bile Sezen Aksu Türkiye’dir. Hem de Türkiye’nin
sevdiğimiz yüzüdür.
Bu kadar da değil. En tehlikeli yıllarda, 1990’larda Cumartesi
Anneleri’nin yanında durmuştur. Böyle birçok hareketi vardır.
Ezileni kollamıştır.
Başka bir sevdiğim müzisyen olsa yazıya böyle girmezdim. Sezen
Aksu başka. Ona o kadar fazla kere haksız yere aynı ezberle
hakaretler ettiler ki, onların aralarına karışmak istemem. Sütü
kesilse “liberaller yaptı” diyen, kendisini solda zanneden ve sesi
çok çıkan insan grubundan bahsediyorum. Türkiye’de bütün fenalıklar
Sezen Aksu, Orhan Pamuk, Ali Nesin gibi bir avuç insan yüzünden
oluyor zanneden birileri yaşıyor maalesef. Liberal değilim. Ama bu
isimlere fatura çıkarmanın irrasyonelliğini görebiliyorum çok
şükür.
Çünkü Sezen Aksu’nun yaptıklarını anlamlandırmak zor. Sosyal
medya paylaşımları yaptım bu konuda, Susma Platformu'na görüş
verdim. Kaç tane telefon geldi: “Metin be bilmiyordur. Haberi
yoktur. Mümkün değil.”
Hayır. Maalesef biliyor. En az bir uzun telefon görüşmesi
yaptığını biliyorum bu konuda.
Hemen hikâyeyi anlatayım: Sezen Aksu, YouTube’a özel bir albüm
hazırladığını duyuruyor. Kültür Servisi de bunu haber yapıyor.
Resmi sayfasında yayımladığı şarkının resmi embed kodunu resmi
olarak alıp sayfaya şarkının videosunu koyuyor.
3 yıl sonra Emniyet Müdürlüğü, Kültür Servisi’ni arıyor.
Haklarında şikâyet varmış. Gidip ifade veriyorlar. Önce
önemsemiyorlar. Koskoca Sezen Aksu üstelik haksız yere Kültür
Servisi ile uğraşacak değil ya. Uyarmamış, kaldırılmasını istememiş
bile.
Sonra bir arabulucu arayıp 11 bin TL para isteyince iş ciddiye
biniyor.
Kültür Servisi teslim olmuyor.
Biraz da çaresizlikten bugün ilk duruşma görülüyor. Duruşma
erteleniyor. Bilirkişi atanacak ve o bakacak konuya. Duruşmadan bir
şey çıkmasına olanak yok. Ama durum nahoş.
Yapılan "şey" mendili burun silmek için kullanmak, makarnayı
tencerede yapmak, hapşıran birisine çok yaşa demek kadar
normal.
YouTube’a video yüklerken YouTube ile muhatap olur, onlarla bir
sözleşme imzalarsınız. İmzaladığınız sözleşmede de açık seçik der
ki embed kodunu kullanıma açarsan o, kullanıma açılmış olur. Adı
üzerinde kullanıma açılmış olunca da alır kullanırlar.
Bu noktadan sonra kimsenin Sezen Aksu’dan izin alması
gerekmez.
Hadi bunlar “teknik şeyler”. Şimdi işin daha akıl almaz yanına
gelelim.
Milliyet’ten BirGün’e onlarca gazetenin sitesi aynı şarkıyı
bütünüyle aynı şekilde yayınlamış. İzin filan da almamış hiçbiri.
Onlar mahkemeye verilmiş mi? Hayır. Nereden biliyorum? Sordum.
Milliyet’i şuradan, BirGün’ü buradan tetkik
edebilirsiniz.
Daha da saçması NTV bakın aynı şarkıyı nasıl yayınlamış. Kendi
sunucusuna yüklemiş. Kendi çalıcısından yayınlamış. Yani kendi
reklamını koymuş içine. Gelir elde etmiş. Bu kadarla kalmamış. Bir
de logo basmış klibin içine. Klibin etinden sütünden tek başına
faydalanmış yani. NTV’ye dava açılmış mı? Hayır. Ne yapıldığını
şuradan kontrol
edebilirsiniz.
Ama Kültür Servisi gibi düşük trafikli bir dizi site mahkemeye
verilmiş, para istenmiş.
Sezen Aksu çıksa dese ki “Kardeşim Milliyet Gazetesi benim için
yok hükmündedir. Ben embed kodunu da kaldırmıyorum. Çünkü şarkımı
yayınlamasını istediğim yerler var. Ama Milliyet’te yayınlanmasını
istemiyorum. Kaldırın dedim kaldırmadılar. Mahkemeye
veriyorum.”
Böyle yapsın hemen Aksu’nun yanında saf tutalım.
Yahut desin ki Kültür Servisi’ni sevmiyorum, yayınlansın
istemiyorum. Keyfimin kahyası mısınız? Tamam biraz gülerim. Ama
yine hak veririm. Bana ne? Kaldırsın Kültür Servisi.
Ama bu durumun tutulacak yanı yok. Her köşesi dökülüyor. Kültür
Servisi’ni uyarmıyor bile. Kaldırın bile demiyor. Doğrudan para
istiyor.
Bu işin başka bir boyutu daha var. Bu yapılanlara Batı’da telif
hakları trollüğü deniyor. Hikâye daha önce patent trollüğünde
anlattığıma benziyor. Bir avukatlık firması yalan yanlış bir konuda
telif haklarını çiğnediğinizi söyleyip şikayetçi oluyor. Sonra
uzlaşmak için para istiyor. Siz kazanacağınızı bilmenize rağmen
savunma masraflarını ve sizden gidecek zamanı düşünerek
anlaşıyorsunuz. Burada yapılan tam olarak bu.
Başka alanlarda ve değişik şekillerde de yapılıyor bu. Mesela
Digitürk beni yıllarca aramıştı (trollemişti), tehdit dolu
mektuplar yazmıştı. 12 liralık kablomuzu vermedin o 50 lira oldu.
Masraflarla 250 lira ver yoksa seni sürüm sürüm süründürüz. Her
telefonlarına hakaretle cevap verip beni mahkemeye vermezseniz
alçaksınız, haysiyetsizsiniz dememe rağmen bana yazmaktan
bıkmadılar. Bir yığın insanı bezdirip tırtıklıyorlar
çünkü.
Prof. Yaman Akdeniz’e danıştım, bu tip troll hukuk firmaları
2007 gibi İngiltere ve bazı başka ülkelerde ortaya çıkmış. İlk
başta korsan porno ile başlamışlar. Arkasından film ve müzik devam
etmişler. Akdeniz hakaret için de yapıldığını anlattı: “Hakaret
için de yapmaya başladılar. Gelip sana ‘size hakaret edenleri
şikâyet edelim veya dava açalım, uzlaşma/kazanma gelen parayı
paylaşalım’, sizden de bu işleri takip etmek için ek ücret
istemiyoruz."
Son olarak şunu söylemek zorundayım. Aksu'yu dolaylı olarak
tanırım. Bildiğim kadarıyla zarif birisidir. Ama her ne olursa
olsun izin verdiği şey yazıda tarif ettiğimdir. Sezen Aksu konuya
istemese de taraftır.
Bu konuyu toparlaması gereken Sezen Aksu’nun avukatları değil
kendisidir. Kendisine yakışan budur.