Aman kimse görmesin
Odadaki filleri
Kimseler anlatmasın
Koparalım dilleri
Beş bin köyün yolu kardan kapanmış olsa tek semtine kar serpiştirdiğinde daha büyük yaygara koparılan İstanbul’umuz “İzlanda kışı”nı beklerken, hâlihazırdaki Türkiye siyaset ortamının bugününü tasvir eden, yakın geleceğini tekinsizlik ve belirsizlik mağarasının derinliklerine sürükleyen sözler edildi. Hayır, “İzlanda’nın kışını değil de ilmini, fennini alsaydık” muhabbetini kastetmiyorum. Zaten o durumda ahlâkı ne olacaktı, onu da almalı mıydık, bu kısmı açıkça kalıyordu.
Sözler herhangi bir şeyi oradan oraya sürükler mi? Sürükler. Zaten sürükler de, bizim kulağımıza, yanağımıza, alnımıza, artık neremize isabet ederse, bol virüslü tükürük misali yayılan dünkü sözler, tabancaya bıçağa dönüşme kabiliyetine sahip taarruz unsurlarıydı.
Gün, sinesinde barındırdığı İzlanda tehdidiyle bağdaşmayacak şekilde, yumuşak başladı. Bir ara okkalı yağmur indirdi, ama akşamüstüne gelmeden, bırakın İzlanda’yı bizim ıslak İstanbul soğuğundan bile sözedilemezdi. Sonra hava dönmeye, caddeler dolmaya başladı. Kar da, trafik polisleri ve TV muhabirlerinin dillerinden düşürmedikleri o deyişle, giriş yaptı. Öğrenebildiğime göre, girişi Silivri’den yapmış. Sembolizmi arşa çıkan böyle bir gün için şaşırtıcı değil.
Köşe yazarınız şu okuduğunuz satırları kaleme almaya giriştiği sıralarda iki söz ve ifadesi oldukları iki tavır, güne damgalarını vurmuşlardı. Biri en yüksek resmî yerden geldiği ve sahneyi kapladığı için, öbürünün damgası gözükmüyor olabilir. Lâkin onun da mürekkebi sabit. Şimdilik silik kalsa bile, hafızalarda hiç mi hiç silik olmayan o kadar çok şeyi hatırlatıyor ki…
Neymiş bu iki laf?
'Sİ'
İlki, muhalefetin birinci kemanı İYİP’in genel sekreterine ait. TV100’deki “Sağlı Sollu” programına katılan genel sekreter Uğur Poyraz, “Partiniz HDP’nin kapatılması konusunda ne düşünüyor?” sorusuna şöyle cevap verdi: “HDP’nin kapatılması sürecinde, terör ile irtibat ve iltisakına ilişkin süreçler yargıya intikal etmiş, yargı en doğru kararı verecek. Kapatılması gerekiyorsa ki bana göre HDP’nin kapatılması gerekir…”
“Güçlendirilmiş parlamenter sistem” sloganında içerilen demokrasi, hukuk ve güçler ayrılığına dönüşten, üstelik bunların eski entipüften haline değil, “güçlendirilmiş” bir hale geçişten muhalefetin ikinci büyük partisinin ne anladığına dair ölçü saymak istemeyiz herhalde, genel sekreterinin dilinden dökülmüş bu sözleri. “HDP’nin kapatılması” gibi devâsâ meseleyi bu hafiflikle ortaya sürüp, üstüne üstlük böyle bir adımın henüz uzaklarda, ufacık gözüken demokrasi ve hukuk zerreciklerini şimdiden dağıtmak ve onlardan vazgeçmek anlamına geldiğini ya idrak edememek -şuursuzluk- ya da umursamamak -alışılagelmiş faşistlik-, İYİP’in “demokrasi cephesi”ne nasıl bir katkıda bulunacağını anlamayı çok zorlaştırıyor. Veya aksine, fazlasıyla kolaylaştırıyor. Ama ikinci şıkta, ortada demokrasi cephesi falan kalmıyor.
Gerçi “Demokrasi Cephesi”ne bir vakitler MHP’nin de iştiyakla davet edildiği ve katılmadığı için Devlet Bahçeli’ye küsüldüğü, yaşlı gözlerle sitemler edildiği hatırlanacak olursa, şu demokrasi cephesi lafının ciddîye alınabilir tek kısmının sondaki iyelik eki olduğu söylenebilir. Si’yi alıp nota diye tek başına kullanmak mümkün en azından. Bemolü var, ondan da katar, tatlandırırsınız…
Herhangi bir demokrasi-hukuk cephesini gülünçleştirmek bakımından İYİP’in Bahçeli MHP’sinden pek farkının olmayacağı anlaşılıyor. Zira 5-6 milyon arası oy alabilen bir parti için “bence kapatılmalı” rahatlığında konuşabilen genel sekreter, “yüce Türk adaleti”nin bugünkü hali hakkında daha da sinir bozucu rahatlık içerisinde. Uğur Bey, “HDP’nin kapatılması sürecinde,” diyor, “terör ile irtibat ve iltisakına ilişkin süreçler yargıya intikal etmiş, yargı en doğru kararı verecek.”
Kim neyi verecekmiş? Yargı karar verecekmiş. Hem de en doğrusunu. En doğrusu da, Uğur Bey’e göre, öğrendik ki, HDP’nin kapatılması! İYİP’in en üst düzey yetkililerinden birinin Türkiye’nin şu anki mahkemelerinden siyasete uzanan hat üzerinde kurduğu denklem bu.
Böyle bir laf duyulduğu anda, haydi, diyelim isim anmadan, genel olarak “parti kapatmaya karşıyız” yollu bir cevabî çıkışı dahi yapmayan -göze alamayan, gerek görmeyen, umursamayan…- öbür muhalefet unsurları -özellikle CHP-, HDP kapatılırsa oylarının kendilerine paylaştırılacağını mı umuyorlar? HDP seçmeninin oyu olmaksızın seçim kazanmaları gibi bir ihtimalin varolmadığının farkında mı değiller? Yoksa HDP’nin kapatılmasını gerektiren devlet politikalarının yürütülmesi için yolları açma ve temizleme işlemlerinin sekteye uğramaması, güçlendirilmiş parlamenter sistem, güçler ayrılığı, hukuk devleti vs.’den daha mı önemli?
DİL KOPARMA
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu hafta Cuma namazını Büyük Çamlıca Tepesi’ne yapılan kudret abidesi dev camide kıldı ve namaz sonrasında cemaate konuştu. Cumhurbaşkanı, “Hazreti Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz,” diye girişti. “O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir.”
Açık ki, dilini koparmayı görev kabul etmek gereken somut kişi, Sezen Aksu’ydu. Biliyorsunuz, kendilerine Milli Bekâ Hareketi ismini koymuş birileri, Sezen Aksu hakkında, “dini değerlere hakaret ve tahrik veya aşağılama” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş, Sezen Aksu’nun malvarlığına elkonmasını talep etmişlerdi. Bunlar gidip Sezen Aksu’nun evinin dibinde gösteri de yaptılar. Planlı sözde infiale yolaçan, Aksu’nun dört-beş yıl önce yaptığı şarkıda Adem ile Havva’ya “cahil” demiş olmasıydı.
Bütün bir dinler âleminde aşağı yukarı aynı şekilde anlatılan Adem-Havva öyküsünün başlıbaşına, öyküdeki bu ilk kadınla ilk erkeğin o sıradaki bilmezliğine, bu yüzden işledikleri ilk günaha dayanıyor oluşu, haydi, tamamen gözardı edilmişti. Aklın, mantık zincirinin, bütünlük duygusunun âdetâ yasaklanmış olduğu bir eğitim sistemine sahip ülkede bunu garipsemiyoruz. Fakat parça yapılalı da dört-beş sene geçmişti! Yani birden ayağa fırlayıp tepki gösterilecek vesile bile yoktu ortada. Demek ki, birileri aramış, bulmuş, “Gençler, alın, bunun üzerinde tepinin!” diye Sezen Aksu’nun şarkı sözlerini kurbanlık kılmıştı.
Ancak cumhurbaşkanının, cumhurbaşkanı sıfatıyla, birilerini birilerinin dillerini koparmaya sevk etmesi, bunu görev ilan ederek, yerine getirilmemesi ihtimalini devreden çıkarması, pek öyle olağan karşılanacak cinsten hadise değil. Yöneticilerin her türlü yargılanma tehdidinden ırak, bize her türlü tehdidi savurabilmelerini sineye çekmeli miyiz?
Peki ya AKP-MHP destekçisi kitle içerisinde, Sezen Aksu’nun dilinin koparılmasını isteyecek olanlar sahiden ezici çoğunluk mudur?
Ve şu soru: Burada önerilen, basit bir haddini bildirme eylemi mi? Yoksa, topluca kalkışılacak şiddet içermesi nedeniyle arz ettiği toplumsal tehlikenin yanısıra, bir büyük sembolizmin de ifadesi mi? Çünkü şarkı söyleyen birinin dilini koparmak, onun kolunu bacağını kırmaktan veya küfreden bir muhalifin dilini koparmaktan çok farklı. Ayrıca Sezen Aksu gibi popüler sanatçılar genellikle toplumun her kesiminden insanların gönlüne yerleşir, yüreğine dokunurlar. Dolayısıyla, onun dili koparılası münafık-hain ilan edilmesi, zihinlerden sonra gönüllere de devlet eliyle set çekilmesi anlamına gelir. Bundan böyle, hayatında yer tutmuş Sezen Aksu parçasını mırıldanan, dili koparılası günahkârla saf tutmuş sayılacak, ve bakalım, şarkıyı mırıldanmaktan mı, kafasının içinde bir yerlerde döndüre döndüre dinlemekten mi vazgeçecek yoksa başka şeylerden mi?
İkinci ihtimalin ağır basacağı, ilkininse ancak zorla, baskıyla sürdürülebileceği, Anadolu ve Rumeli Talibanı yaratmaya, din istismarcıları ve müteahhitlerin kitle partisiyle devletin vazifeli faşist teşkilatının asabiyelerinin yetmeyeceği görülecektir. Cumhuriyet tarihinin özel koşulları, siyasî hasımlarının temelde kendileriyle çok önemli suçları ve sırları paylaşıyor oluşu, karşılarına sahici alternatif dünya görüşü ve kültürün konamamış oluşu gibi sebeplerle iktidarı ele geçirebilen Türk-İslâmcı, kendisini var etmiş toprağı napalmle yakıp mutlak bereketsiz hale getirmeye devam ediyor.
Ha, bu arada dibe gömülürken bize eziyet etmeyi sürdüreceklerdir. Eziyet ede ede batacaklardır.
Artık konuşacak, tartışacak halleri, bizzat kendi korkunç pratiklerine ilişkin sorulara verecek cevapları kalmadığı için de, görebildikleri tek çare, kimsenin konuşmaması. Bu yüzden başkalarının dillerini koparmak istiyorlar.