Bu adamın bu kadar sevilmesinin ardında sıradan insanın yaşadığı duyguları; sevgiyi, nefreti, aşkı; düşmeyi, kalkmayı, düşüp de kalkamamayı, hastalığı, travmayı, coşkuyu, öfkeyi ve tutkuyu sesinde barındırdığı hırıltının ve sorunlu icrasının çıplaklığıyla aktarabilmesi yatıyor sanırım. Tuhaf görüntüsü, berbat dişleri, detone şarkıcılığıyla kendini ve kendinden yitirerek bize bir şeyleri anlatmaya çalışan Shane MacGowan, bu şefkat ve masumiyet dolu sanatçıyı kucaklamaktan başka çare bırakmıyordu.
I could have been someone Well so could anyone You took my dreams from me When I first found you I kept them with me babe I put them with my own Can't make it all alone I've built my dreams around you*
– Fairytale of New York - The Pogues (1987)
***
Seksenlerin ikinci yarısında İngiltere’de hatırı sayılır başarı yakalamış, İrlanda folk müziğinin Celtic-Punk düsturlu kalıplara sığmayan temsilcisi The Pogues’un hayata sığmayan solisti Shane MacGowan, sağlık sorunlarıyla geçen bir yılın sonuna doğru Dublin yakınlarındaki evinde vefat etti. Grubun açık arayla en büyük hiti ve her sene Birleşik Krallık listelerinde bu dönemde ilk 10’a giren Noel şarkısı Fairytale of New York’un baş yaratıcısı bu sene Noel’i göremeden aramızdan ayrıldı. Noel zamanında New York sokaklarında dolaşan bir çiftin aşk ve öfke, şefkat ve şiddet dolu söz düellosunu harika bir besteyle anlatan eser bana göre tüm zamanların en romantik şarkılarından. Şarkının Noel’in yaşatılan ve pazarlanan ruhuna zıtlığı da 1957’nin Noel gecesi doğan MacGowan’ın kişiliğinin bir uzantısı gibi.
Yazım ve kayıt hikâyesiyle başlı başına bir roman olabilecek bu şarkıyı grup arkadaşı Jem Finer ile yazan Shane MacGowan’ı kaybeden yalnızca müzik değil, aynı zamanda edebiyat. Popüler ve İngiltere’nin özellikle acımasız müzik basınınca çokça serseri ve sarhoş bir punk şarkıcısına indirgenerek “etkisiz hale getirilmeye” çalışılan Shane MacGowan önemli bir söz işçisi ve şairdi. Müzik ve edebiyatın birlikteliğine gönül vermiş, sinerjilerinin temeline son derece hakim, bunlar hakkında konuştuğu ve yazdığı şeylere dikkat verilmesi gereken bir sanatçıydı. Fairytale of New York düetinin kadın solisti Kirsty MacColl’un şarkı için seçilmesi ve uyumuyla ilgili şunları söylemişti MacGowan: “Kirsty, kötülüğün, kadınlığın ve romantizmin tam olarak doğru ölçüsünü biliyordu ve çok güçlü bir karaktere sahipti ve bu büyük bir şekilde ortaya çıktı... Operalarda, çift aryanız varsa, kadının yaptığı ve gerçekten fark yaratan şey budur. Erkek yalan söyler, kadın ise doğruyu."
Bir kırık ve yaralı ruhu daha kaybetti müzik ve edebiyat. Henüz ilkokul çağında yazdığı şiir ve kompozisyonlardaki yazınsal yeteneği dikkat çeken Shane Patrick Lysath MacGowan, İngiltere’de doğmuş ve büyümüş bir İrlanda göçmeni olarak İrlanda tarihi ve milliyetçiliğinin öykülerini Londra’nın sokaklarına taşıdı. Şahsına münhasır buğulu, hatta dumanlı sesini izbe ve puslu Londra barlarından alan MacGowan nimetini de lanetini de alkol ve uyuşturucuda bulan yaratıcı ruhlardandı. Felaket ağız sağlığıyla genç yaşlarında dişlerini kaybetmeye başlayan şarkıcı, şarkıları ve sanatı kadar, belki de daha fazla, bu yönüyle İngiliz tabloid basınının ilgisini çekiyordu. Sıkça olduğu gibi, çoğu insanın muhtelif nedenlerle içeriye ve vasat hayatlarına gömdükleri melekleri ve öcüleri kendi hayatı yapmış anti-kahramanlardan biri olarak, nefret ettiğimiz ve aşık olduğumuz çok fazla şeyi temsil ediyordu.
Öte yandan MacGowan profesyonel ve ticari anlamda büyüyebilecek bir grup için kâbus niteliğinde bir liderdi. Alkol ve uyuşturucu sorunlarının yansımaları öyle boyuttaydı ki The Pogues belki de kariyerlerinin en önemli fırsatlarını kaçırıyordu. Sarhoşluktan ve uyuşturucu etkisiyle kendinden geçerek havayolu tarafından uçağa habul edilmediği için Bob Dylan ile altı bacaklı Amerika turnesini kaçıran, bunun dışında birçok konsere ve angajmana geç kalan, veya hiç gelmeyen MacGowan, önemli televizyon programları ve röportajlardaki tavırları ve sözleri nedeniyle de uslanmaz bir baş belası olmaktan asla vazgeçmedi. Benim en sevdiğim The Pogues şarkısı Thousands Are Sailing’in yazarı ve grubun gitaristi Philip Chevron tüm bunlara rağmen 1989’da “Bizim yerimizde hangi grup olsa kendisini kovardı ama biz bunu yapacak türden değiliz. Shane'in bir sorun olduğunu düşünmüyoruz. İstesek de beğenmesek de hepimiz birbirimizin sorunlarının bir parçasıyız.” dediyse de bir süre sonra bunu yapmak zorunda kaldılar. Bu da The Pogues’un ve bir açıdan Shane MacGowan’ın kariyerinin sonu anlamına geldi.
Bir şarkı, sözlerini anla(ya)madığınız zaman sizin için ne ifade ediyorsa aslında onu anlatıyordur diye düşünürüm. O nedenledir ki çocuk yaşta başka dilde söylenen ve içimize işleyen şarkılar hayat boyu peşimizden gelir veya yanımızda yürür. Şarkılar psikolojiyle derinden temas eden melodili hikâyeler olmalarıyla herkes için aynı veya apayrı anlamları taşıyabilir. Şarkı sözlerinin yadsınamaz öneminden ve onlara ilgimden bağımsız bir noktadan yola çıkarak sözel içeriği dinleyicisi tarafından anlaşılmayan veya hiç olmayan şarkılar seviliyorsa onlar büyük eserlerdir denebilir. Yazdığı nitelikli güftelere rağmen şarkı sözlerinin çoğunu sarhoşluktan veya bazen sanatsal tercihle mırıldanır gibi veya ağzının içinde yuvarlayan, dolayısıyla anlaşılmaz kılan MacGowan bu yönüyle de sanatçıların sanatçısı, şarkıcıların şarkıcısıydı.
İlk viski sarhoşluğunu sekiz yaşındayken büyüdüğü çiftlikte yaşayan ve kazların ne dediğini anladığını iddia ederek gülmekten yerlere düşen küçük Shane bu keskin zekasını ve hayal gücünü müziğinde öyle hakikâtli yaşattı ki The Pogues’un galopan nakaratlarında milyonlarca insanı ikna etmeyi başardı. Bu adamın bu kadar sevilmesinin ardında sıradan insanın yaşadığı duyguları; sevgiyi, nefreti, aşkı; düşmeyi, kalkmayı, düşüp de kalkamamayı, hastalığı, travmayı, coşkuyu, öfkeyi ve tutkuyu sesinde barındırdığı hırıltının ve sorunlu icrasının çıplaklığıyla aktarabilmesi yatıyor sanırım. Tuhaf görüntüsü, berbat dişleri, detone şarkıcılığıyla kendini ve kendinden yitirerek bize bir şeyleri anlatmaya çalışan Shane MacGowan, bu şefkat ve masumiyet dolu sanatçıyı kucaklamaktan başka çare bırakmıyordu kimseye.
Ölümünün ardından Bruce Springsteen, Tom Waits ve Nick Cave gibi devlerin kendisi için yazıp söyledikleri bu yazının anlatmaya çalıştıklarını başka bir boyuta taşır nitelikte. Birkaç alıntıyı paylaşmak bu çok sevilen yalnız adam için en yapılabilecek en doğru şeylerden.
“Benim bakış açıma göre, aslında hatırlayabildiğim ilk andan itibaren, pek çok farklı nedenden ötürü, çok farklı türde şarkı sözleri yazıyordum. Söz yazabildiğimi ispatlamak için çabalıyordum ve Shane ile benim aramdaki farkın da bu olduğunu düşünüyorum. Shane'i bu kadar harika bir yazar yapan da buydu, bütün çabasızlığına ragmen kelimeler dökülüyordu sanki onun elinden. Aralarında kötü bir tane dahi satır yoktu. Shane yalnızca çok çeşitli yetenekleri nedeniyle saygı görmüyordu, aynı zamanda sadece olduğu kişi için de seviliyordu. Kimseninkine benzemeyen bir tür saflığı, masumiyeti, cömertliği ve ruhsal zekayı bünyesinde barındıran, güzel ve hasarlı bir adam.” – Nick Cave
Tom Waits ise tercümesi biraz zor ve edebî veda tweetinde şunları söylemişti.
"Ah, lanetlilerin lütfu. Shane McGowan'ın ateşli ve kudretli sesi çamur ve güllerden oluşuyor ve havalı bir sendelemeyle delinmiş, her şeyi cehenneme çeviren eski bir özlem. Ozanların ozanı, büyüsünü sonsuza kadar hepimize yapsın.”
Shane MacGowan gibi karakterlerin en ilginç ve hayranlık uyandıran taraflarından biri, kendilerinden çok daha ünlü meslektaşlarından çok daha korunaksız ve fütursuzca yaşamış olmaları. Bir bakımdan kusursuz bir öz-söz bütünlüğü, bir bakımdan da aslını yaşa(t)manın dürüstlüğü. Sanatı güç ve paraya tahvil etme derdinden ari, başkaca dertleri dünyaya haykırma derdi olan hesapsız ve çıkarsızlardan, İrlanda’nın mücadelesini malzeme yaparak popülerliğin zirvesine kurulan en tanınmış Rock bezirgânına ilham olan özün ve sözün kaynağı olurken kendisi için “bu dünyadan geçti” denileceklerden. Mikrofonların ardından devşirilen şöhretle iş adamlarının yanına, politikacıların dibine konuşlanmak mı yoksa düşe kalka ama samimiyetle gönüllere taht kurmak mı daha kalıcı ve konforludur?
Bu ele avuca sığmaz, yaramaz, serseri, müzikal şair baş belasını The Pogues şarkısı Sea Shanty’deki adeta kendi ölümüne dair yazdığı şu sözlerle ve bıraktığı kıymetlere teşekkürlerle uğurlayalım.
“Bir adamın, adını tuvalet duvarına yazması için hırsları gerçekten küçük olmalı, ama ölmeden önce bu dünyada hiçbir bokumun kalmadığımı göstermek için yine de muhteşem karalamamı ekleyeceğim.”
(*): Yazının başındaki sözler Fairytale of New York’u seslendiren karakterlerinin ağzından; düetin tercümesi ve erkek (MacGowan) ile kadın (MacColl) arasındaki paylaşımı şu şekilde:
MacGowan: — Önemli birisi olabilirdim.
MacColl: — Herkes olabilirdi. Hayallerimi benden aldın.
MacGowan: — Seni ilk bulduğumda onları yanımda tuttum bebeğim, kendiminkilerle bir tuttum. Tek başıma başaramam, düşlerimi senin etrafında kurdum.