Bankaların önünde uzun kuyruklar oluyordu. İnsanlar -daha çok orta sınıf- kendi paralarını çekebilmek için haftada en az bir iki gününü burada harcıyordu, Arjantin’de. Banka sahipleri kasaların içini boşaltıp Miami’ye doğru gittiklerinden, haftalık en fazla 50 dolar çekebiliyordu herkes. 4-5 çeşit para vardı ortada. Her eyalet kendi parasını basmıştı neredeyse. Ufak, manasız kağıt parçaları gibiydi çoğu. Hani havalı resimleri olanlardan, ama karınlarından her ne kadar filigran geçiyor olsa da, pek sahte basılma arzusu vermiyordu insana.
Çaresizlik içinde elden ele dolaşmayı bekliyordu paracıklar…
-Korona günlerinde yağmur gibi yağan, kısa videolardan birinde vardı. Bir adam kahvede oturmuş çay içiyor: “Valla ben çalışmasam da olur. Benim param, ben ölene kadar bana yeter. Bugün hesapladım, iki gün bana rahat rahat yetiyor ama iki gün sonra ölmezsem, b.ku yedik” diyordu.-
Bir uzak eyalet parasıyla, yere dökülen mateyi siliyordu Fabian, anarşist yönetmen yan komşum. Elimdeki biranın bir parçasını üstüne döküyordum ben paranın, mate çayı tanelerini saksıya akıtıyordum ve balkona koyuyordum, sıcak ocak güneşinin altına. Cezaevinden kalma bir alışkanlık bu, ‘belki işe yarar’ hali. “Boşver.” diyordu Fabian ve bir mukavva kutuyu gösteriyordu bana, ağzına kadar aynı paradan dolu. “Olsun.” diyordum ben, ne bileyim balkonda kuruyor işte, üstünde önemli bir devlet adamı resmi -sanırım- güneşte biraz garip bakıyor, ıslak ıslak…
'Çökmüş bir ekonomide nasıl yaşarız?' pratikleri doluydu her yer. Yazıyorum, belki bir süre sonra dünyanın bir yerinde lazım olur size.
-Kesinlikle Türkiye’de değil.-
Sonra 4-5 çeşit paradan cebimize koyup, alışverişe çıkıyorduk. Bir de ‘kredi’ler vardı cebimizde. Arjantin’nin en büyük ‘troque’ -takas- pazarında geçiyorlardı. Ekonomik kriz sırasında artık ortada para kalmayınca ya da tam aksi bir sürü para olunca, insanlar takas yapmaya başladılar. Birisi süt getirdi köyden mesela ineğinden sağdığı, bir diğeri elma getirdi kendi ağacından topladığı ve değiştirdiler ilk zamanlarda. Sonra kalabalıklaşınca bir deftere yazdılar. Mesela süt getirenin sütünü aldılar ama karşılığında bir şey veremediklerinde ‘kredi’ yazdılar. Böylece süt getiren istediği zaman bunu kullanabilecekti. Sonra her şey için geçerli olmaya başladı kredi. Araba bile satın alınabiliyordu bir ara. O kadar çok kullanılır oldu ki bu yüzden sahteleri basıldı. O yüzden artık filigranlıydı cebimizde taşıdıklarımız.
-Öbür paralardan iyiydi ‘kredi’, vergisi yoktu en azından üstünde. Neden bir saray mensubu, elimdeki ekmeğin çıtır kenarından koparıp alsın zaten anlamıyordum. Kendisi yese neyse diyeceğim, bir de savaşlara falan harcıyordu. Toplar, tanklar, tüfengler -Kaptan Swing deyişiyle- alınmasına yardım ve yataklıktan vicdanım sızım sızım sızlardı hep zaten.
Bazen Fabian’a eskiden yaşadığı gecekondu mahallesinden haber geliyordu. Hadi biz de gidelim diyordu. Mahalleden toplu halde çıkıyorduk. Kadınlar, erkekler, çocuklar, uzun demir çubuklar, fitilleri bir eyalet parasından molotoflar ve mutlaka açlık, yoksulluk. Bir dev marketin önünde durup içeri giriyorduk.
Ve şenlikli bir ‘alışvermeyiş’ başlıyordu.