Shuggie Bain: Aile bazen cehennemdir

Douglas Stuart'ın kaleme aldığı ve dünyada yankı uyandıran ilk kitabı Shuggie Bain Can Yayınları tarafından Duygu Akın çevirisiyle yayımlandı.

Abone ol

Yeni yıl dikkat çekici kitapları beraberinde getirdi. Shuggie Bain de bunlardan biri. Kitap 2020 Booker Ödülü başta olmak üzere pek çok ödüle layık görüldü ve pek çok listede yer aldı. Başlangıçta kimsenin umursamadığı, farklı yayınevlerince yaklaşık otuz kez reddedilen bu romanın serüvenine geçmeden, yazarı Douglas Stuart’tan bahsetmekte fayda var. Zira Shuggie Bain otobiyografik ögeler içeren bir roman.

1976’da, İskoçya’nın Glasgow şehrinde doğan Stuart işçi sınıfına mensup bir ailede büyüdü. Babası onları terk ettiğinde çocuk denecek yaştaydı. Aile ekonomik olarak zaten kötü durumdayken, bir de babanın onları bırakması işleri hepten zora soktu.

Annesi alkolikti. O da genç yaşında hayata veda edince Stuart imkânsızı başarmakla Glasgow’un yoksul sokaklarında kaybolmak arasında keskin iniş çıkışlarla dolu bir eğitim hayatı geçirdi. Kitaplarla arası çok iyi olduğundan edebiyat okunmak istiyordu, ancak öğretmeni onu bu sevdadan vazgeçirdi, çünkü Stuart’ın bunu gerçekleştiremeyecek kadar yoksul olduğunu düşünüyordu. O da moda eğitimi alıp İskoçya’dan çıktı, önce İngiltere’ye, sonra da Amerika’ya yerleşti ve çeşitli şirketlerde moda tasarımcısı olarak çalışmaya başladı. Kendi hayatından yola çıkarak yazmaya başladığı Shuggie Bain de işte bu sıralarda ortaya çıktı.

Cem Alpan’ın aktardığına göre; Stuart, “Yoksulluğu, işçi sınıfını anlatan bir roman yazabilmem için ne yazık ki yoksul olmaktan çıkıp bir üst sınıfa, orta sınıfa terfi etmem gerekti,” der bir röportajında. Romanı okuyunca Stuart’ın neden böyle dediğini anlarız. Zira “onca yoksulluk varken” insan bütün enerjisini hayatta kalmaya harcıyor.

Shuggie Bain geçtiğimiz günlerde Can Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kitabın çevirmeni ise Duygu Akın.

Shuggie Bain, Douglas Stuart, çeviri: Duygu Akın, 536 syf., Can Yayınları, 2022.

'YANLIŞ HAYAT DOĞRU YAŞANMAZ'

Stuart’ın yaklaşık on yılda yazdığı Shuggie Bain beş bölümden oluşur. 1981 ile 1992 arasında geçen roman, okuru Glasgow’un pek de tekin olmayan işçi sınıfı sokaklarına götürür. Şiddetin, yalnızlığın ve çıkarın iç içe geçtiği bu sokaklarda yaşayan insanların en büyük ortak paydası da kaybetmek ve “daha iyi yenilmek”tir sanıyorum.

Kitaba ismini veren Shuggie Bain on altı yaşında, bir markette üç kuruşa çalışan, kötü bir pansiyonda yaşayan, hayattaki tüm zorluğa tek başına direnen kuir bir gençtir. Birden fazla cephede savaşır; gelecek kaygısı ve yoksulluk belinin ne kadar bükerse, gerek marketteki orta yaşlı kadınlar gerekse pansiyondaki kat komşusu olan bir erkek tarafından uğradığı taciz de o kadar büker.

Devam eden bölümlerdeyse 1981’e, Shuggie’nin beş yaşındaki günlerine gideriz ve bütün kitap boyunca onu bu hale getiren nedenlerin izini sürmeye başlarız. Yer yine İskoçya, yine Glasgow’dur. Shuggie’nin annesi ve romanın esas başkarakteri Agnes otuz dokuz yaşında, işsiz, alkolik bir kadındır. İlk eşinden olma kızı Catherine, oğlu Leek ve taksicilik yapan ikinci kocası Shug ile baba evinde yaşamaktadır. Aslında buna sığınmak demek daha doğru.

Agnes için sadece bu bile kendisini “kaybeden” olarak nitelemeye yeter. Sürekli eski günlerini hatırlar; genç kızken kurduğu hayalleri, eğlendiği anları... ve bütün bunlar üzerine öyle bir yük bindirir ki Agnes çıkar yol olarak içkiye sarılır. Hatta bir gün kontrolünü tamamen yitirir ve odanın perdesini sigarayla tutuşturup kucağına küçük Shuggie’yi alarak ölmeyi bekler.

Bu ve buna benzer pek çok nedenden sonra, Shug onu ve çocuklarını alır ve madende çalışan işçiler için yapılan toplu konutlardan kiraladığı bir daireye taşınır. Böylece herkese “ikinci bir şans” daha verilmiş olur. Ne var ki bu, her şeyi daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramaz.

TOPLUMSAL GERÇEKLİK FAKTÖRÜ

Shuggie Bain’in sert bir roman olduğunu belirtmek gerek. Glasgow’un yoksul semtleri ve oradaki işçi sınıfı olanca gerçekliğiyle karşımıza çıkar. Zaten Stuart’ın otuz küsur yerce reddedilmesinin sebeplerinden biri de bu; romanı beğenen editörler, konuyu ve bunun işleniş biçimini “keskin” bulduklarından dolayı ikileme düşüp oylarını olumsuz yönde kullanmışlar.

Beri yandan kitabın en dikkat çekici tarafı ise karakterleri. Stuart karakterleri iyi-kötü şeklinde ayırmamaya özellikle dikkat etmiş sanki. Herkesin hem iyi hem kötü, hem haklı hem haksız, hem suçlu hem güçlü olduğunu kısa sürede anlarız. Öyle ki küçük çocuğunu öldürmeye çalışan ve alkolizm yüzünden başka kendi hayatını, akabinde çocuklarınınkini ateşe atan Agnes’i lanetleyemediğimiz gibi, cuma günleri maaşını alır almaz bara gidip pazar akşamına dek ortada görünmeyen diğer işçi kocaların aksine, hemen eve gelip ailesiyle vakit geçiren, çocuklarını ilgiyle şımartan büyükbabayı ve ilk kocayı da iyilik koltuğuna oturtamayız. Belli bir yerden sonra derdimiz bu olmaktan çıkar, romandaki atmosfer ve olaylar o kadar kirli ve karanlıktır ki orada “temiz” kalmanın mümkün olmayacağını düşünmeye başlarız.

Bunun en büyük sebebi de atmosfer yaratma başarısıdır sanıyorum. Stuart 1980’lerden itibaren Glasgow’u toplumsal yapısı içerisinde sunar bize. Karşımıza ilk çıkan resim işçi sınıfının durumudur kuşkusuz. Yoksulların yaşadıkları küçük evler ve dolaştıkları tekinsiz sokaklar, eğlendikleri ucuz ve kirli barlar, orada kurulan ilişkilerde ana belirleyici görevini üstlenir. Herkes bir üst basamağa çıkmak için birbirini ezmeye çalışır. Bunu besleyen bir diğer durumsa ekonomik kriz ve artan işsizlik meselesidir. Pek çok iş kolunun, koca tersanelerin, maden ocaklarının birer birer kapandığını ve insanların ancak devlet yardımıyla geçinebildiklerini görürüz. Kendi içlerindeki çatışmaları besleyen diğer bir unsursa mezhep çatışmasıdır. Bir yanda Katolikler, diğer yanda Protestanlar vardır ve bunların birbirleriyle evlenmeleri uygunsuz görüldüğü gibi, her iki kesimin yaşadıkları, dolayısıyla çalıştıkları yerler de farklıdır.

Diğer bir değişle sokaklar çatışmaya her zaman meyillidir. Hatta Catherine, kardeşi Leek’i aradığı sırada bir grubun tacizine ve bıçaklı tehdidine maruz kalır ve ona, “Glasgow Rangers mı Celtic mi?” diye sorulur. Doğru cevabı veren Catherine -belki de- ölmekten, yaralanmaktan kazara kurtulur.

STUART’IN YENİ ROMANI DA YOLDA

Shuggie Bain işte böyle bir atmosferde çocukluğunu geçirir. O da yaşıtı olan diğer çocuklar kadar benzer şansızlıklara maruz kalmıştır, ama onu diğerlerinden ayıran bir şey daha vardır: Shuggie kuir bir çocuk olduğu için akranları tarafından “nonoş” diye dışlanır ve böylece evde kendine bir yer bulamadığı gibi, dışarıda da yapayalnız kalır.

Ayrıca babası Shug’tan sonra, kardeşleri Catherine ile Leek’in Agnes’den uzaklaşıp kendilerini kurtarmak için evden ayrılmaları da Shuggie Bain’i yalnızlığa iten etmenlerden biridir. Böylece Shuggie Agnes’le baş başa kalır. Onun dibe batan hayatına, içki parası için her şeyi yapmasına rağmen Shuggie annesinin yanında durmaya ve onu kurtarmaya çalışmaya devam eder. Bu yönüyle roman, onca kötülüğün ve imkânsızlığın içinde açan masum bir çiçeği andırır.

Bitirirken şunu da ekleyeyim; Cem Alpan’ın Kıraathane’deki kitap sohbetinde belirttiği üzere, Stuart’ın yine Shuggie Bain’e benzeyen ve yine Glasgow sokaklarında geçen yeni romanı “Young Mungo” da Duygu Akın’ın çevirmenliğinde Can Yayınları’nın yayın programına eklenmiş. Akılda tutmakta fayda var.