Yeryüzünde idam cezasından daha ağır bir ceza var mı? Türkiye’de
var! Çünkü idam cezası bile belli bir hukuki süreç işletmeyi
gerektirirken, Yeni Türkiye’de bu hukuku sistematik olarak ihlal
eden ölüm araçları siz bu satırları okuduğunuz sırada gökyüzünde
dolanmaya devam ediyor.
2014 yılında geliştirilen ve 2015’te TSK bünyesine sokulan
Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA-BAYRAKTAR) hareket halindeki
herhangi bir insanı “teslim ol” demeden, “dur ihtarı” yapmadan,
yakalayıp mahkeme karşısına getirme ihtiyacı duymadan öldürüyor.
Dolayısıyla “idam isteriz” naraları atanları görünce kimsenin
tüyleri diken diken olmasın. İdam cezasından daha ağır bir ölüm
cezası, hiçbir hukuki dayanağa ihtiyaç duyulmadan Kürtlere karşı
uygulanıyor.
Kanunlarda, havada dolaşan “insansız” bir aracın silahlı veya
silahsız, suçlu veya suçsuz herhangi bir insanı vurup öldürmesine
cevaz veren bir hüküm var mı? Eğer idam cezası yoksa, öldürme hükmü
de olamaz. Ama devlet hiçbir kanuni dayanağı olmadan insan
öldürdüğüne göre böyle bir fiil var.
Haliyle, suç oluşturan fiillerine kanuniyet perdesi çekmek için
yasa çıkarmaya alışan iktidar şu an pekâlâ “fiilen uygulanan bir
cezayı resmiyete kavuşturuyoruz” diyerek idam cezasını yasalara
sokabilir.
Fakat idam cezası bile şu anki uygulamaları kanun sınırları
içine çekmeye yetmez! Yani iktidar idam cezasını kanunlara soksa
bile, SİHA’ların infazlarını kanuni hale getiremez.
İdam cezasının uygulandığı devletleri suç şebekelerinden ayıran,
cinayetleri belli bir hukuk içinde işlemesidir. O yüzden de idam
cezasının olduğu ülkelerde bile bir kişi öldürülmeden önce, bu
cezayı sözümona meşrulaştıracak gerekçeler sunulur. Kişi yakalanır,
sorgulanır, mahkemeye sevk edilir, deliller bulunur. Delil
bulunamaz ama kişi illa öldürülmek isteniyorsa delil uydurulur,
iddianame hazırlanır ve sonra da kişi infaz edilir.
“İleri atılmak” üzere menzile odaklanmış Yeni Türkiye’nin ise bu
tür ayak bağlarına tahammülü yok. O yüzden artık “bazı suçlular”
mahkeme salonlarında değil, bulundukları yerde cezalandırılıyor. Bu
konuda devletin, iktidarın kolluk güçlerine verdiği talimatlar
hepimizin hafızasında taptaze.
HAKKÂRİLİ KÖYLÜNÜN SUÇU ÖLDÜRÜLDEKTEN SONRA
'ANLAŞILMIŞ!'
Kurban Bayramı arifesinde Hakkâri’nin Talê Köyü yakınlarında
insansızlık görünümü verilmiş bir hava aracı, köylülere bomba
yağdırdı.
Hakkâri Valiliği ertesi gün (1 Eylül) “ölüm cezasını” şöyle
gerekçelendirdi:
“Hakkâri-Merkez İlçe Oğul Köyü Kanireş
Çeşmesi bölgesinde tespit edilen (1) dinamik hedefe [(4) BTÖ
mensubu], 31 Ağustos 2017 Perşembe günü saat 15.30 sıralarında,
SIHA (BAYRAKTAR) ile (1) bomba atılmıştır. Söz konusu
atış neticesinde, (4) BTÖ mensubunun etkisiz hale getirildiği
değerlendirilen bölgede, teröristlerle toplantı halinde
bulundukları sonradan anlaşılan İbrahim
SAK ve Musa TARHAN isimli işbirlikçiler hafif
şekilde, Mehmet TEMEL ve İsmail AYDIN isimli
işbirlikçiler ise ağır şekilde olmak üzere
toplam (4) işbirlikçinin yaralandığı, kendi
imkânları ile Hakkâri Devlet Hastanesine giderek tedavi altına
alındıkları tespit edilmiştir. Söz konusu yaralanan
işbirlikçilerden Mehmet TEMEL, Hakkâri Devlet
Hastanesinde tedavi altında iken vefat etmiştir.”
Açıklamayı dikkatle okuyunca Hakkâri Valiliği’nin olaya iştiraki
alenileşiyor. Valilik, köylülerin “teröristlerle toplantı halinde
bulunduklarının” sonradan anlaşıldığını ifade ettiğine göre,
köylülere bomba yağdırıldığında henüz bir “suç tespiti” yoktu.
Ayrıca valilikler ne zamandan beridir yargı makamı gibi hareket
edip karar verebiliyor!
Hadi bunu geçelim, valilik neden köylülerin toplantı halinde
olduğuna dair hiçbir delil sunamıyor. Belli ki elinde buna dair ne
bir görüntü, ne bir kayıt ne de herhangi bir kanıt var.
Velev ki ellerinde böyle bir delil var!
Bırakın “teröristlerle toplantı halinde olmak” suçunu, “terörist
olmak” hangi kanuna göre öldürülme sebebi? Hangi kanunda öldürme
cezası var? Valilik, kısa açıklamasına köylüler için dört defa
“işbirlikçiler” sıfatı koyunca işlenen infaz suçunun
meşrulaştırabileceğini mi zannediyor!
Ayrıca devletin elinde, köylülerin “işbirlikçi” olduklarına dair
bir delil yok ama diyelim ki var! Dünyanın hangi yerinde,
Türkiye’nin hangi kanununda “işbirlikçilik” öldürülme sebebi?
YERLİ OTOMOBİL YAPAMAYAN TÜRK MÜHENDİSLER SİHA
YAPTI!
Gelelim şu silahlı ama sözümona “insansız” hava araçlarına. Bu
araçlar, idam cezasının olmadığı Türkiye’nin yeni idam
mangalarıdır. Yeni Türkiye’nin JİTEM’i SİHA değil de nedir?
SİHA’ların JİTEM’den tek farkı, faili peşinen ve profesyonel bir
biçimde meçhulleştirilmiş olmasıdır. Peki devlet bu profesyonel
akla nerede kavuştu? Elbette Roboski’de!
28 Aralık 2011 tarihinde devlet, Roboski’de 34 köylüyü,
“insanlı” hava araçlarıyla bombalayarak öldürdü. Bu katliama
yönelik büyük tepkiler karşısında Türk usülü bir “hukuk” işletildi.
O hukuk, askerle sivil yargı arasındaki git-gel oyunuyla işletildi,
TBMM bünyesindeki araştırma komisyonu katliama yönelik tepkileri
dindirmek için oyuna dahil edildi ve nihayet Roboski’nin
faillerinin izi kaybettirildi. Savaş uçağının kullanıcısı hiçbir
zaman açıklanmadı ve böylece fail, “insansızlaştırıldı.”
Fakat bu süreç devleti epey “yordu.” Bunun üzerine yeni bir
teknoloji geliştirildi. Bu tür infazlara son verilmeyeceğine göre,
failin sistematik olarak değiştirilmesi, gizlenmesi,
insansızlaştırılması gerekiyordu; öyle de yapıldı. Artık infazları
sözümona “insanlar değil”, “makinalar” yapacaktı. Yerli otomobil
bile yapamayan Türk mühendisler, havada 24 saat durabilen, pilota
bile ihtiyaç duymayan silahlı araçlar geliştirdi ve 2015’te silahlı
kuvvetlere hediye etti!
“İnsansızlaştırılmış” araçlar “yanlışlıkla” bir vatandaşı
öldürdüğünde, gerekçe çok basit olacaktı: “Teknik hata.” Yani
“makina” hata yapmış, hepsi bu!
İçişleri Bakanı’nın Hakkâri köylüsü Mehmet Temel’in
öldürülmesinden sonra dediği gibi: “Bir takım hatalar,
eksiklikler olabilir.” Ne de olsa devrede olan bir makina.
Fakat böyle bir “makinanın” kendisi yasal olamaz! Çünkü en ağır
suçları bile işlemiş olan insana “dur ihtarı”, “teslim ol” çağrısı
yapılması, o insanın yakalanması, kanun önüne çıkarılması
gerekiyor. Oysa bu araç, kanunda olmadığı için ölüm cezası
veremeyen mahkemeleri tanımamak üzere üretilmiş. Aşağıda “tespit
ettiği” insanlar hakkında hüküm verip infaz kararı verebiliyor.
TESLİM OL ÇAĞRISINDAN SİHA’YA
1990’larda devlet bünyesinde veya korumasında yasadışı faaliyet
gösteren ve sistematik olarak insan öldüren şebekeler sır gibi
saklanırdı. JİTEM o yüzden devasa bir karanlık kuyu olarak orta
yerde duruyordu. Hiçbir devlet yetkilisi bu insan kaybetme ve
öldürme şebekesinin varlığını kabul etmeye yanaşmaya bile cüret
edemiyordu.
JİTEM ve türevi yapılar eliyle örtülemeyen infazlar içinse
çeşitli klişeler hem devlet hem de onun sözcüsü olan Türk medyası
tarafından kullanılırdı. İlkin “teslim ol çağrısına silahla
karşılık veren” klişesiyle cinayetler, infazlar meşrulaştırılmaya
çalışılırken daha sonra bunun yerini, öldürenin elini daha da
rahatlatan “dur ihtarına uymama” klişesi getirildi.
“Teslim ol çağrısına silahla karşılık veren”den “dur ihtarına
uymayan” klişesine geçiş, yaşam hakkı ihlali konusunda ürkütücü bir
eşiğin daha aşılması anlamına geliyordu. Çünkü bir kişinin
öldürülmesi için artık silahla karşılık vermesine de gerek yoktu,
kaçması yeterliydi. Yani 13 polis kurşunuyla öldürülen 12 yaşındaki
Uğur Kaymaz’a yapıldığı gibi, öldürdükten sonra başucuna bir
kalaşnikof koymaya bile gerek kalmamıştı.
Fakat Yeni Türkiye ne JİTEM gibi meçhulleştirilmiş faillere, ne
de infazları meşrulaştırmak için “teslim ol çağrısına silahla
karşılık veren” klişesini kullanmaya ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla
devletin idam cezasını getirme işini yavaştan alması, olsa olsa
idamın elini yavaşlatması ihtimalinden kaynaklanıyor. Çünkü idamın
uygulanabilmesi için zanlının yakalanması, uzun bir tahkikat
sürecinin işletilmesi, güçlü ve ikna edici gerekçelerin sunulması
gerekecek.
Oysa halihazırda idam mangaları gökyüzünde rahatlıkla
dolaşabiliyor, devlete de bunun delilsiz gerekçelerini web
sitelerine koymak kalıyor.