ODTÜ ormanının, o ormanda bir damla emeği olmayan, gözlerini bürüyen her neyse onun esiri olmuş bir Rektör ve bir Belediye Başkanı arasında imzalanan protokol sonucu katledilmesi sırasında bir fotoğrafı ilk defa gördüm. Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan uçsuz bucaksız bir bozkırı ağaçlandırırken neşeyle gülümsüyordu. Her ikisi de yirmili yaşlarında devlet tarafından idam sehpasında öldürüldüler, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etmekle suçlanmışlardı. Fotoğraf beni Hüseyin Cevahir’in Mülkiye’de okurken Yordam Dergisi’nde yayımladığı edebiyat eleştirilerine götürdü, tesadüfen karşılaştığım bu yazıları ilk okuduğumda böylesine duru bir estetiğin hep namlunun ucunda olacağını düşünmüştüm. Belki de hikâyeyi bildiğim için.
Bugünün hikaye anlatıcısı, yüz yıllık cumhuriyetin ömründen süzüleni ikiye yararak karanlığın dışındaki her şeyi geride bırakan AKP’dir. Hrant Dink’in o güzel sesini ve yüzünü boğan karanlığın anlatıcısı, Roboski’de köylüleri hedef alan karanlığın anlatıcısı, Berkin’in Ethem’in Ahmet’in, Abdullah’ın, Ali İsmail’in, Medeni’nin Mehmet’in katlinin anlatıcısı; Tahir Elçi’nin Sur’a son defa bakan gözlerinin neden kapatıldığının, 10 Ekim’de yeryüzünde cehennemi yaratan karanlığın anlatıcısı AKP’dir. Anlattıklarıyla yuhalatmıştır Berkin’in annesini, anlattıklarıyla Konya’da yüzlerini kaybetmiş insanlara alkışlatmıştır 10 Ekim cehennemini. Ölüm, siyasetin karanlık anlatıcısı egemenin hakkında karar verdiği eşiktir. Egemenliğin karanlık figürü, öldürmede ortaya çıkar, teröriste o karar verir; kimin dölünde düşmanlık tohumları olduğuna, kimin dölünün kime bulaştığına o karar verir. Bu yüzden soğukluğu hissedilmeyen ölüm asla tek kişilik değildir, sorumluluğu ve bir türlü tutulamayan yası hepimizin üzerinedir.
SİLAHLI-İNSANSIZ
Anlatıcılık görevini hakkıyla yapan Bekir Bozdağ aldığı hukuk eğitimini askıya alarak SİHA’ların vurduğu siviller ile ilgili hikâyenin ilk cümlesini açıklıkla söyledi, hiç sakınmadan: “Terörist bellidir, kimlik mi soracaksın?” Anlatının devamı Silahlı İnsansız Hava Aracı’nın yanılmayacağı ifadesi ile geldi. Edward Said’in Entelektüel adlı eserinde, çok etkileyici bir pasaj vardır. Said, mesleğini bilmek istediği bir öğrencisinin hava kuvvetlerinde çalıştığını öğrenince ona sorar: “Ne iş yapıyordunuz?” Verilen yanıt onu şoka sokacaktır: Hedef iktisabı. Bombalama pilotunun verdiği bu yanıtın profesyonel dili gerçekliğin nasıl saklandığının tipik örneğidir. Devlet bir ölüm makinesi haline geldiğinde, insanlar hedef, bombacılar ise hedef edinimcisi haline gelirler. Hakimler, savcılar, valiler, polisler, imamlar artık hedef iktisapçısıdırlar. Ölüm, verdiği en güçlü hissi, soğukluk hissini bile yitirir. Ölümüm kendisi anlamını yitirdiğinde siyasetin saf soğukluğu devreye girer. Modern devletin en karanlık yüzüdür bu. Onun bütün sınırlarından azade olduğu, kimin yaşamının değerli olduğuna, kimin öldürülebileceğine dair verilen kararın alanındayızdır artık. Anlatıcı Bozdağ şöyle devam eder: “Teröristlerden yana mısın, Türkiye Cumhuriyeti’nden yana mı?”
YANLIŞ SORUNUN DOĞRU CEVABI OLMAZ
Bu soru, devletin karanlık yüzünün bütün anlatıcılarının mottosudur ve tuzaktır. Yanlış bir soruya doğru cevap verilemez. Bu karanlığın adım adım örüldüğü hikâyenin her paragraf başında ana muhalefet bu soruya bir yanıt vermeye kalkmıştır. 7 Haziran sonrasında, 1 Kasım sonrasında, anayasaya aykırı dokunulmazlık anayasa değişikliği sırasında, referandum sonrasında, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, bugün 694 sayılı KHK ile parlamenterlerin bütün siyasal hakları yok edilmiş, ilk uygulaması SİHA’lar ile vurulan sivilleri gündeme taşıyan parti yöneticisi Sezgin Tanrıkulu’na yöneltilmişken bile…
7 Haziran 2015’ten beri yaşamlarımızın, canlarımızın üzerinde dolaşan karanlık hayaletin hikâyesine son vermek bu soruyu değiştirmekle mümkündür. Devletin kendi başına bir değerinin olmadığını, onun ancak yurttaşlarına eşit, özgür bir gelecek, barış ve adalet sunduğu oranda değerinin olduğunu bilerek ve şu soruyu sorarak: Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine ilişkin yeni bir hikâye nasıl yazılır? Bu karanlık hikâye nasıl tersine çevrilir? Kılıçdaroğlu Adalet Yürüyüşü ve Mitingi ile noktası konmamış yani yüklemlendirilmemiş giriş cümleleri yazdı, Demirtaş cezaevinden yaptığı çağrı ile bir ilk cümle koydu ortaya.
Bugün 14 Eylül, anlatıcısının AKP olduğu bu karanlık hikâyenin gülümsemeye devam eden iki insanı açlık grevlerinin en kritik günlerinde mahkeme önüne çıkıyorlar. Avukatları iki gün öncesinde gözaltına alındı. Onlara da kimlik sormadılar. Ölüm üreten bu karanlığa karşı… Nuriye ve Semih yaşasın…