Şiiri değiştiren yapıtlar: Çırak Aranıyor

Refik Durbaş’ın ilk şiirleri altmışlı yıllarda yayımlanmıştır ama eğer bir dönemle anılacaksa onun yerinin yetmişler olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için ilk kitabının 1971’de yayımlandığını hatırlatmak belki sayılır mı? Yetmişlerin şairi olarak anılması daha doğrudur deyişimizin nedeni elbette daha çok onun, şiirinin bu dönemde bilinir, görünür olmasıyla ilgili.

Abone ol

'Çırak Aranıyor', iki yıl önce, 30 Kasım’da yaşamını yitiren Refik Durbaş’ın üçüncü kitabı. Durbaş’ın yapıtı hem şairin zirve yapıtıdır hem de modern Türkçe şiirde şiiri değiştiren yapıtlar arasındadır. Bu yazıda 'Çırak Aranıyor'un sayfalarına eğileceğiz ama daha önce şairini saygıyla andığımızı ve selamladığımızı belirtelim…

Yetmişli yılların şiiri, daha doğrusu 12 Mart sonrasından başlayarak Onikieylül’e kadar geçen dönemde yazılan şiire ilişkin konuşmak, kırklı yılların ya da örneğin Garip şiiri, hatta İkinci Yeni üzerine konuşmaktan daha zor. (Bu arada üzerine en kolay konuşulan İkinci Yeni oldu artık… Birbirini yineleyen akademik tezler sayesinde değil ama.) Zorluğun ilk nedeni, bu dönemin şiiriyle ilgili yeterli araştırma, inceleme, eleştirinin bulunmuyor olması…

Refik Durbaş’ın ilk şiirleri altmışlı yıllarda yayımlanmıştır ama eğer bir dönemle anılacaksa onun yerinin yetmişler olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için ilk kitabının 1971’de yayımlandığını hatırlatmak belki sayılır mı? Yetmişlerin şairi olarak anılması daha doğrudur deyişimizin nedeni elbette daha çok onun, şiirinin bu dönemde bilinir, görünür olmasıyla ilgili. Refik Durbaş’ın, şiirin zirvesine 1978’de yayımlanan üçüncü kitabı 'Çırak Aranıyor'la ulaştığını da hatırlatalım.

Dönemin yükselen siyasal ve toplumsal muhalefetini, iktidarın tüm zor aygıtlarını seferber ederek bastırmaya çalışmasının neden olduğu çatışma ortamı şairleri de, şiiri de etkiler. En büyük etkisi de büyük bir olumsuzlukla dönemin yeni kuşak şairlerinin yaratıcılıklarında, üreticiliklerinde görülür. Siyasal iktidarın uyguladığı baskı ve şiddet, şiirde hem yaratıcılığın önüne geçer hem de üretimi baltalar. Yetmişli yılların şiirine ilişkin en önemli iddia, belki de suçlama demek gerekir, slogana yaslandığı yönündedir. Birçok açıdan tartışmalı olmakla birlikte ne yazık ki kabul görmüş, ortak belleğe öyle yerleşmiş bir iddiadır bu. Bu görüşün tartışmalı yanlarından biri de dönemin toplumsal, siyasal, kültürel koşullarını pek kâle almıyor oluşudur diyebiliriz. Öte yandan, dönemin genel olarak konformist, statükocu bir bakış açısıyla yorumlandığını da belirtelim.

Yetmişli yıllarda gençlerin şiiri şiir olmak yönünden birçok eksiklik içerir. Şiirin olmamışlığıyla, şiirin dışına taşma durumunu ayırmak gerekir elbette. Bu dönemin genç şairleri, içinde bulundukları koşulların da etkisiyle şiirde gerçeklikle doğrudan teması, gerçekliğin doğrudan ifadesini elzem olarak görürler. Şiirin yaratımında ve üretiminde ortaya çıkan estetik kriz de buradan kaynaklanır.

Öte yandan dönemin egemen anlayışı ve algısı, önceki kuşakların şairlerinin şiirlerinin toplumsal gerçeklikle temasının olmadığı, bu noktada makasın bir hayli açık kaldığı yönündedir. Yetmişli yılların şiirinin üzerinde aslında algı son derece önemli rol oynar.

Yetmişler, her şeyin doğrudan olduğu yıllardır. Bir yanıyla hayatın metafora, mecaza, eğretilemeye pek de imkân ve zaman tanımadığı yıllardır. Dönemin genç şairleri çoğunlukla tüm yalınlığıyla yaşadıkları gerçekliği olduğu gibi dile getirmek isterken şiiri ıskaladıklarını, ondan uzaklaştıklarını ya fark etmemişler, ya önemsememişlerdir. Söylemek, dile getirmek, ifade etmek her şeyden önemli olmuştur. Ne söylendiği, nasıl söylendiğini adeta unutturmuştur. Ağırlık ne söylendiğinde olmuştur. Dahası sözün estetik süzgeci bir tür mâni olarak görülmüştür.

Çırak Aranıyor, Refik Durbaş, 94 syf., Cem Yayınevi, 1980.

Daha önceki kuşaklardan şairlerse deneyim ve birikimlerinin ışığında dille gerçeklik arasında şiirin, şiir dilinin tabii talebi olan aradaki mesafeden ödün vermeyen tavırlarını sürdürme çabası içinde olmuşlardır. Bu dönemde de en çok okunan değil, ama ergin şiirin şairleri onlar olmuşlardır. Bu mesafeli şiir dili tepkiyle karşılanmış, eleştirilere de hedef olmuştur. Eleştirilerin hedefi aslında şiirdeki yaratıcılık, arayış, deney, avangart girişimler ve bu yönelişi benimseyen tavırdır diyebiliriz. Bu dönemde şiir adına en çok kimlerin konuştuğu, ne söyledikleri, ne savundukları, nasıl karşılık bulduklarına bakarak da bir kanaat oluşturmak mümkün. Sanat ve politika ilişkisinin daha özelde şairin, şiirin siyasetle bağının yanlış örneklere dayanarak belirlenmeye çalışılmasının, hatta dayatılmasının etkisi büyüktür yetmişli yılların şiirinde, özellikle de genç kuşakların üzerinde Yanlış örneklerden birinin, belki de en önemlisinin “Jdanovcu sanat anlayışı” olduğu söylenebilir. Yetmişli yıllar modern Türkçe şiirde pragmatist anlayışın, popülizmin sıradanlaştığı dönemdir aynı zamanda.

Şunu da belirtmek gerekir: Modern Türkçe şiirin şairlerinin yetmişli yıllara kadar büyük ölçüde kentli ve toplumun elit kesiminden olduğu gerçeği söz konusudur. Yetmişli yıllarda şiir, deyim yerindeyse tabana yayılmaya başlamıştır.

İç göçlerin hızlandığı bu dönemde büyük kentlerde, “yerleşik şehirlilerin” yanında yoğun bir yaşam mücadelesi veren bir başka toplum kesimi çıkar ortaya: Çileli, yoksul, gecekondu halkı…

Yetmişli yılların şiirinde etkili olan genç şairlerin bir kısmı büyük kentlere, başta da İstanbul’a o göçlerle, kırlardan gelenlerle birlikte gelmişlerdir. Üstelik küçük yaşlarda, henüz çocukken, çocukluklarını da alıp gelmişlerdir. Hem de çocukluklarının bir bölümünü geride bırakarak... Gelmiş ve kentlerin çeperlerine yerleşmişlerdir. Önce gecekonduların kuruluşuna katılmış, sonra gecekondulu olmuşlardır. Tabii bir de o yıllar gecekonduların henüz varoş olmadığı yıllardır.

Kentlerin yoksul gecekondu halkında, büyük kentin yaşam zorluklarının da etkisiyle kültürel yönden köklerini, bağlarını korumak, geldiği yeri unutmamak, değerlerini muhafaza etmek gibi bir anlayış gelişmiştir.

Kentleşmeye karşı, yeni yaşama, yeni ortama uyum sağlayamamayla da ilgili bir tür direniş anlamına da geldiğini söyleyebileceğimiz bu anlayışın siyasal yelpazenin solunda da, sağında da kabul görmüş olmasıysa hayli ilginç bir durumdur. Yetmişlerde arabesk müzik olarak ortaya çıkan ve daha sonra yaşamı tüm yönleriyle etkileyen kültürün arka planındaki anlayış da budur diyebiliriz. Son derece politik bir dönemde geniş halk kesimlerinin yaşamlarında bu hem sağcı hem solcu; öte yandan ne sağcı ne solcu, ama aslında “sahibinin sesi” olan ses etkili olmaya, onların hayatlarına yön ve biçim vermeye başlar. Emekçi yoksul halk kesimlerinin, işçilerin de elbette… Üretim zincirinde halkalardan biri olarak yer alan çocukların, gençlerin, kadınların, çırakların, kalfaların daha çok; ustaların daha az!

Yazının girişinde 'Çırak Aranıyor' için Refik Durbaş’ın zirve yapıtıdır demiştik. Bu tespit Yücel Kayıran’ındır. Kayıran, 'Alt Sınıfların Tinselliği' (Şiirimin Çeyrek Yüzyılı, YKY) başlıklı yazısında Refik Durbaş’ın iki ciltlik toplu şiirlerini değerlendirirken şunları söylüyor: “Durbaş çıkışını ve Türk şiirindeki yerini ‘Çırak Aranıyor’ (1978) ile edinir. Bu kitap sadece Durbaş’ın değil, aynı zamanda toplumcu gerçekçi şiirin olduğu kadar 70’li yıllar şiirinin de başyapıtlarındandır.” Atilla Özkırımlı ve Doğan Hızlan’a göre de 'Çırak Aranıyor'daki şiirler, sadece içerik bakımından değil, teknik buluşları ve onların iç dikişleri bakımından da benzersiz olarak değerlendirilir. Bu görüşlerin de etkisiyle olsa gerek kitap 1979’da “Yeditepe Şiir Armağanı”yla ödüllendirilir.

Durbaş’ın şiirinin gelişiminde ilk kitabından doksanlara kadar olan süreçte doğrusal bir yükseliş görülür… 'Çırak Aranıyor' aslında Durbaş’ın ilk kitabındaki, örneğin “Acıyla” şiirinin geliştirilmesi, derinleştirilmesi, genişletilmesidir diyebiliriz. 'Kuş Tufanı' kitabında yer alan “Acıyla” şiirinden bir bölüm aktaralım:

Bir kış günü. Yirmiiki yaşında
çimenlere yağandır kalbim
bu çiçeği açandır
dallara konandır
kuşları uçandır
ırmakları taşlayan
denizleri gözleyen
acıyı avlayandır
Odur saçlarını okşayan ölümün
bu esen rüzgâr
yıkılan gecekondu
dağlarımdan damlayan karanlık
yakılan orman
bankalarda biriken alınteri.
Ve odur elbette şiirlere yağan bu beyazlık

'Çırak Aranıyor'u modern Türkçe şiirde şiiri değiştiren yapıtlar arasına almamızın nedenlerinden biri, Yücel Kayıran’ın belirlemesiyle söyleyelim, “yoksulların tinsel dünyasını şiirin tinsel dünyasına” taşımış olmasıdır. Kitaba adını veren şiiri hatırlayalım:

elim sanata düşer usta
dilim küfre, yüreğim acıya
ölüm hep bana
bana mı düşer usta?

sevda ne yana düşer usta
hicran ne yana
yalnızlık hep bana
bana mı düşer usta?

gurbet ne yana düşer usta
sıla ne yana
yalnızlık hep bana
bana mı düşer usta?

Refik Durbaş’ın şiirinde sözü edilen aslında modern anlamda bir işçi sınıfı değildir. Daha çok güvencesiz, geleceksiz biçimde marjinal işlerde çalışan hatta çalışmak zorunda kalan emekçi kesimlerdir. O marjinal işlerin bireyleri Refik Durbaş’ın şiirinin öznesi olur. 'Çırak Aranıyor'un çırağı da öyledir.  Kitapta yer alan “Beyaz Kehribar” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

Çay hazır, ekmek sıcak, gün başladı mı usta
sokaklarda gürültü kıvılcımları
az zeytin, az ekmek, kürt böreği, çay hazır
çok insan, az uyku, örümcek bağlamış bir gün daha
az sevinç, az umut, ekmek sıcak
usta başım dönüyor gün başladı mı
kızlar geçiyor gözlerimin içinden: overlokçu, ütücü, ilikçi
ellerinde naylon torbalar, renkli gazeteler
düşleri yarım kalmış
soluk
usta başım dönüyor bakamıyorum kızlara
çay hazır
tozunu aldım acının, hüznün bir de rüzgârın
ekmek sıcak
siparişleri götüreyim mi
ibrişim kalmamış
gün başladı mı usta
dönüşte uğrarım bileyciye, daha yeni verdim bıçakları

Seksenlerden itibaren Refik Durbaş da dahil emekçiler, işçiler, kadın işçiler, çocuk işçiler; kısaca yoksul ve emekçi halk şiirden, şiir onlardan uzaklaşır. Onlar hayatı yaratmaya ve üretmeye devam eder. Ancak onca yoksulluk varken kimse şiirlerinde onlardan söz etmiyor uzun süredir. Ola ki niyetlenen olursa kaydedelim, 'Çırak Aranıyor' deniz feneri gibi yol göstermeye hazır…