Şiirin ince ucu

Dünya değişiyor, hayat değişiyor, toplum değişiyor, insan değişiyor, duygular, düşünceler değişiyor. Alışkanlıklar, incelikler, duyarlılıklar, farkındalıklar, usul, üslup, değişiyor. Dil değişiyor… Şiir de değişiyor elbette. Değişim bazı şeylerin yok olmasını getirse de bazı şeyleri dönüştürüyor. Modern Türkçe şiirde, zamanla dönüşse bile yok olmamış ince uçlu şiir tarzının yeni temsilcileri de çıkacaktır diye umabilir miyiz?

Abone ol

Behçet Necatigil, ünlü yazısında şiir burcundan bahsetmişti. Şairlerin hayatları boyunca üç burçtan geçtiğini belirterek saymıştı bunların ne olduğunu: Gurbet burcu, hasret burcu, hikmet burcu…

Necatigil’den de ilham alarak modern Türkçe şiirin birikimini, deneyimini acaba şiir uçları saptayıp bunun üzerinden düşünebilir miyiz? Örneğin kimi şairleri ve yapıtlarını kesik uçlu şiir, kırık uçlu şiir, ince uçlu şiir olarak sınıflandırıp değerlendirebilir miyiz? Sıraladığımız bu tarzların, şairlerin ama daha çok yapıtların, şiirlerin mizacını, haletiruhiyesini belirtme amacı taşıdığını da kaydedelim.

Örneğin kesik uçlu şiirlerin, kesik uçlu kalemler gibi olduğunu, mecazen kesik uçlu kalemlerle yazıldığını söyleyebiliriz. Buna göre Nâzım Hikmet’in birçok şiiri, Ahmed Arif’in hemen hemen tüm şiirleri kesik uçlu şiire örnek olarak alınabilir. Ancak şairlerin zaman içinde yapıttan yapıta şiir uçlarını değiştirdiklerini, bazen kesik uç, bazen ince uç, hatta bazen kırık uçlu şiirler bile yazdıklarını söylemek mümkün. İlhan Berk için bu anlamda çok uçlu denilebilir.

İnce uçlu şiir tarzı dediğimizde bizim ilk aklımıza gelen şairler Behçet Necatigil ve Metin Altıok oluyor. Buna başka nitelikleri olmakla birlikte Sami Baydar’ın da eklenebileceğini düşünüyoruz.

Şiirleri bu tanıma girecek elbette başka şairler de söz konusu. Adlarıyla andığımız şairlerin farkı, ince uçlu şiirde biraz daha ısrarlı olmaları. Aslında yapıtlarına bakarak söylersek bu isimlerle ısrar kelimesini bir araya getirmek de çok mümkün değil. Belki şöyle söyleyebiliriz: Onlar, yapıtlarında ince uçlu şiir dediğimiz tarzı daha saf, katışıksız biçimde sürdürmüşlerdir. Ancak Behçet Necatigil’in ayrı tutulmasını gerektiren deneysel arayışlarının olduğunu da belirtmek isteriz. Şiirlerindeki genel hava, baskın haletiruhiye ince uçlu şiir tarzında olsa bile Necatigil’in bazı yapıtlarında bu kategorinin dışına çıktığı da olmuştur. Şunu da belirtmek isteriz; ince uçlu şiir olarak tanımladığımız tarzda, şiir açısından ne bir eksiklik ne de yoksulluk söz konusudur.

Modern Türkçe şiirde örneklerinin çokça olduğunu söylediğimiz ince uçlu şiir çizgisinin öne çıkan şairleri arasında Metin Altıok’a ayrı bir parantez açmak gerekir diye düşünüyoruz. Bu anlamda bir parantez de şair Sami Baydar için açılabilir. Metin Altıok’la devam edelim…

İlk kitabı 'Gezgin', 1976’da yayımlanan, Metin Altıok’un ince uçlu şiirde yeri neden ayrıdır? Sorunun yanıtını düşünürken ikinci kitabı 'Yerleşik Yabancı'nın hemen ardından yayımlanan üçüncü kitabının adını da hatırlayalım: 'Kendinin Avcısı'. Konu buraya kadar gelmişken bir şiir okuyarak devam edelim. Şairin 'Kendinin Avcısı' kitabında yer alan “Yıkıcılar Geldiler” adlı şiirden bir betik paylaşalım:

Çıkıp yürümüştük kıyı boyu
Benim sıvası dökük yüzüm, senin çocuk gözlerinle.
Oysa sen yürümeyi sevmezsin.
Nasıl da değişmişti görüntüsü
Yıllardır görmediğimiz kentin!
Yürümüştük anısıyla eski cumbalı evlerin.

Yetmişli yıllarda; hayatın başka alanlarında olduğu gibi şiirde de bilhassa genç kuşakların, dolayısıyla genç kuşaktan şairlerin “ince uçlu” duyarlıklarla var olmasına uygun bir ortam yoktur aslında. Bu dönem şiirinde, bilhassa genç ve yeni kuşak şairler için kırılganlığın, yabancılığın, inceliklerin, çeşitli ayrıntıların, kişisel yaşantıda tanık olunan trajik anların izini sürmek hiç de kolay değildir. Tekrar edelim: “İnce uçlu şiirlerin” şairi olmaya, bireysel varoluşla da cebelleşen duyarlılıklarla şiir yazmaya cevaz vermeyen bir dönemdir yetmişler. Daha da açık biçimde vurgulamak için Gülten Akın’ın dizelerinde dile getirildiği gibi diyebiliriz. “İlkyaz” başlıklı o şiiri de giriş bölümünden alıntıyla hatırlayalım:

Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

Metin Altıok’un farkı tam da burada, yetmişli yılların inceliklere cevaz vermeyen koşullarında varlığının ve varoluşunun dilini eğip bükmeden yazmış olduğu ince uçlu şiirlerle ortaya çıkmıştır. Samimiyeti şüphe uyandırmayan ve mutedil bir bakış açısıyla eğilmiştir çözüm aradığı varlık ve varoluş sorunlarına. Bu sorunların içinde oluşturduğu açmazlara, çıkmazlara… Öte yandan sadece bireysel olarak varlık ve varoluş sorunlarının yarattığı kederle, yasla, sıkıntılarla başa çıkma gayretinden ibaret kalmamıştır şiirsel evreni. Birey, toplumsal bir varlıktır. Bireysel olarak görülen tüm sorunların bir de toplumsal boyutu vardır. Altıok, şiirlerinde bunu ıskalamamış, göz ardı etmemiştir. Onun toplumsal konuların biraz daha ön plana çıktığı şiirlerinde de ince uçlu şiir tarzı değişmemiştir. İster bireysel, ister toplumsal yönü ön planda olsun, şiirde konu ettiği meselelerini “şiirin ince ucuyla”, uygun deyimle söylersek, taramıştır.

Onu bu tavır, modern Türkçe şiirin içinde farklı bir duyarlılığın sesi, sözü, dili olarak ön plana çıkarır. O farklı ve içkin duyarlılık, şairin imgelerinde, şiirinde yer verdiği sözcüklerde, kısaca şiiri oluşturan tüm öğelerden, “yerleşik yabancılığının” adeta kanıtı olarak yansır. Şairin “yerleşik yabancılığıyla”, şiirlerinden yansıyan ve “ince uç” olarak tanımladığımız usul, üslup da dahil duyarlılık tarzı aslında birbirinin devamıdır. Metin Altıok’tan söz eden bir yazı, şiirsiz olmaz; ama tek bir şiirle de olmaz diye düşünüyoruz. Öyleyse bir şiir daha alıntılayalım. Aktaracağımız bölüm “Bir Gün Ölürüm” başlıklı şiirden:

Zifiri karanlıktı gece.
Mum bitti yanmadı tersine.
Beyaz mürekkeple yazdım
Bu şiiri karanlığın üstüne.

Ben derim ki;
Geçip gider zaman.
Geri alınmaz bazı şeyler.

Ömrüm, ömrüm
Ve yanan mum biter.

Soğur cehennem bile!

Şiirin son dizesi tabii ki Ülkü Tamer’in “Üşür Ölüm Bile” başlıklı şiirini hatırlatıyor. Altıok’un şiirinin son dizesiyle Ülkü Tamer’in şiiri arasında aslında bir diyalogdur söz konusu olan… Elbette bu da dikkatlerden kaçmayacaktır. Ülkü Tamer’in “Üşür Ölüm Bile” başlıklı şiirini iki dörtlük alıntılayarak hatırlayalım:

Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca...

Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle

Ülkü Tamer’de, ironi gibi melonkoli de, hüzün de şiire ince uçlu bir kalemle yazılmıştır. Ancak yine de sanki Tamer’in de tarzı saf, katışıksız değildir.

Behçet Necatigil, ince uçlu şiir tarzının saf, katışıksız şairi değildir demiştik. Usta şairin, yapıtlarının çoğunda bahse konu tarz egemen olmasına karşın farklı arayışları da söz konusudur.

Öte yandan galiba Behçet Necatigil için, ince uçlu şiirin modern Türkçe şiirdeki öncü isimlerinden biridir demekte tereddüt etmeyiz. Şairin “Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca” başlıklı şiirinden bir bölüm okuyalım:

Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Yetmişli yıllar, yükselen toplumsal muhalefeti yıldırmak, sindirmek, yok etmek üzere iktidar güçlerinden destek alan faşist çetelerce sürdürülen saldırı ve şiddet olaylarının, şoke edici cinayetlerin, katliamların, suikastların, siyasi cinayetlerin yoğunlaştığı bir dönemdir. Gündelik hayat kuşatma ve baskı altındadır. O nedenle de şiddetin ve baskının hedefi olan kesimlerin; aydınların, sanatçıların, öğrencilerin, gençlerin önceliği kendini savunmak ve direnmektir. Canı yananların sesinin daha çok ağıt, haykırış, feryat biçiminde yükseldiği; muhalefetin sözünün, söyleminin, dilinin siyasal üslupla ve direniş lügatının sözcükleriyle kurulduğu bir ortamda ince uçlu bir şiir geliştirip sürdürmüş olan Metin Altıok’un deneyimi son derece önemlidir diye düşünüyoruz.

Modern Türkçe şiirde ince uçlu şiir tarzının saf, katışıksız bir başka temsilcisi olarak ayrı bir parantez açılması gerektiğini düşündüğümüz Sami Baydar’a geçmeden önce, Altıok’tan bir şiir daha okuyalım istiyoruz… 'Kendinin Avcısı' kitabında yer alan “Evde Yoklar” başlıklı şiirin ilk betiğini paylaşıyoruz:

Durmadan avuçlarım terliyor,
inildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Sami Baydar’ın, bilhassa şiirindeki mizaç ve haletiruhiye dikkate alınarak modern Türkçe şiirin yakın döneminde, yeni kuşaklar arasından çıkmış ince uçlu şiir tarzının şairlerinden biri olduğu söylenebilir. Bunun bilhassa, iki binli yılların ikinci on yılının başından geriye dönüp bakınca edinilen bir izlenim olduğunu söyleyebiliriz.

Sami Baydar’ı da, şiirlerini de şairin, “Belki de sessizlik dünyanın dönüşünün sesidir” sözünün açıklandığını düşünebiliriz.

Baydar, kendini şiire, şiiri kendine söylemiştir. Şiirleri şiir olsun diye değil, içinden öyle geldiği için kaydedilmiş gibidir. Şairin ilk kitabı 'Dünya Efendileri'nden “Kuğular” başlıklı şiirden iki betik okuyalım:

gölün göğsünde bir süttür kuğu
çekilir göğün derinliğine
akar yeryüzünde
devrilir tarihi Narkissos gibi

(…)

bir kuğu ölse bir ay gözlerini açamaz göl
istemez içmez çocukları göğsünden süt sağılmaz
bir kuğu doğarsa gök gölde ağırlanır
kuğular yıldız takar boyunlarına
sevişirler beyaz beyaz ot kokar

Dünya değişiyor, hayat değişiyor, toplum değişiyor, insan değişiyor, duygular, düşünceler değişiyor. Alışkanlıklar, incelikler, duyarlılıklar, farkındalıklar, usul, üslup, değişiyor. Dil değişiyor… Şiir de değişiyor elbette. Değişim bazı şeylerin yok olmasını getirse de bazı şeyleri dönüştürüyor. Modern Türkçe şiirde, zamanla dönüşse bile yok olmamış ince uçlu şiir tarzının yeni temsilcileri de çıkacaktır diye umabilir miyiz?

Dile getirdiğimiz ince uçlu şiir gibi kesik uçlu şiir, kırık uçlu şiir sınıflandırması aslında şiir üzerine bir düşünme önerisi… Şiirin değişik biçimlerde okunabileceğine yönelik örnek olabilir belki…