Şiirin sinemacı şairleri

Sinema da bir sanat türü olarak şiir gibi hayata duyarlılığın yanı sıra usul, nezaket ve zarafet sunar. Gerçek sanat ve sanatçı insan onuruna aykırı davranış içine girmemiştir, girmez...

Abone ol

Davranış tarzında ortaya çıkan estetik ve etik boyut hayata usul, üslup, nezaket ve zarafet olarak yansır. Bu tutum ve tavırların oluşmasında sanatın diğer türleri gibi şiirin de payı vardır. Örneğin yeni duyarlılıkların gelişmesinde, yeni farkındalıkların belirmesinde şiir de önemli rol oynar.

Modern çağda gelişen bir sanat türü olarak sinemanın da hayatı etkilemek, duyguları biçimlendirmek, derinleştirmek, düşünceleri genişletmek, yönlendirmek bakımından şiirden aşağı kalır yanı yoktur. Sinemayla şiir arasındaki bağı şöyle de tanımlayabiliriz: Şiirin sözle, sesle, yaptığını sinema ışık, hareket, jest, mimik ve hikâyeyle kaydeder ve perdeye aktarır.

Modern Türkçe şiirin geçmişine göz gezdirildiğinde, sinemanın henüz gelişmekte olduğu süreçte şairliklerinin yanı sıra sanata bu türde de katkıda bulunmuş, filmlerde rol almış isimlere rastlanıyor. Şiirin sinemacı şairlerini, sinemanın erken dönem filmler yönetmiş, rol almış karakterler yaratmış, onları canlandırmış isimlerinden ikisini yazımıza konu etmemize vesile olan önemli bir olay yaşandı geçen günlerde. Sanatçının usulün, üslubun, nezaketin, zarafetin temsilcisi, timsali olduğu inancını sarsan, insan onurunu inciten bir olay.

Olayı özetleyelim: Antalya’da düzenlenen 58. Altın Portakal Film Festivali’nin ödül töreninde, En İyi Kadın Oyuncu seçilen Nihal Yalçın’a ödül vermesi için sahnede bulunan Tamer Karadağlı, Yalçın konuşma yaptığı sırada adeta “kes sesini” anlamına gelecek biçimde müdahale etti. Kamuoyu, hangi niteliğiyle sahnede olduğu anlaşılamayan Karadağlı’ya gereken tepkiyi gösterdi. Bizim tepkimiz de dilin inceliğiyle filmlerin işçiliğini, aktörlüğün emeğini bir potada eritmiş; hem sinemanın hem sanat, edebiyat, şiir kültürünün gelişmesine katkıda bulunmuş erken dönem şair sinemacılarından ikisini selamlayarak olsun istedik.

O sinemacılardan ya da başlığımızda yazıldığı gibi söylersek şiirin sinemacı şairlerinden ilk akla gelen isim Orhon Murat Arıburnu’yla başlayalım.

Arıburnu’nun özgeçmişinde 15 Aralık 1916’da Eskişehir’de doğduğu 11 Nisan 1989’da İstanbul yaşamını yitirdiği bilgisi yer alıyor. Yaşam öyküsünde şairliği ilk sırada ve burası bizce önemli. Sonra sinema ve tiyatro yönetmeni, yapımcı, oyuncu, senarist, oyun yazarı, fotoğraf sanatçısı ve ressam olduğu belirtiliyor.

Kovan, Orhon Murat Arıburnu, 61 syf., Güven Yayınevi, 1940. 

Orhon Murat Arıburnu’nun şiirleri 1936 yılından itibaren Yeni Edebiyat, Servet-i Fünun, Varlık, Yeni Ses dergilerinde yayımlanmaya başlar. Sonraki yıllarda da Gün, Yeditepe, Küçük Dergi, Yenilik ve Gelecek gibi dergi ve gazetelerde de şiirlerini yayımlamaya devam eder. Arıburnu’nun ilk kitabı 'Kovan' 1940 yılında basılır. Sonraları şiirleri Rusça dahil birçok dile çevrilerek yayımlanır. Garip dalgasının şiire getirdiği değişikliğin ve yeniliğin yadırganmayı sürdürdüğü süreçte, Şubat 1947’de İstanbul’da, dünyanın ilk “resimli şiir sergisi”ni açar. Amacı, şairle okuyucu arasındaki uçurumu kapatmak halkın ayağına giderek uzaklığı aşmaktır. “Şiir sergisinde kurdele kesilmez, altından geçilir” sözü de dönemin gazetelerine manşet olur. Garip şiirinin ortak özelliği olan toplumsal eleştiri, siyasal düzene itiraz, yergi, mizah, alay onun şiirinde de yer bulmuştur. Deyimleşmiş olan “umut fakirin ekmeği” onun bir dizesidir ve “Umut” adlı şiirinde yer alır. Şiirin tamamını hatırlayalım:

Dünya döndükçe
Umut, fakirin ekmeği
Ye Mehmet ye
Ye Mehmet ye!...

Arıburnu’nun sinemaya girişi ise 1947’de “Seven Ne Yapmaz” adlı filmin başrolünde oynayarak olur. 1953’te senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendiği “Kanlı Para” filmiyle üç ödül birden alır.

Şairin ikinci şiir kitabı 'Bu Yürek Sizin' 1982’de, üçüncü kitabı 'Buruk Dünya' 1985’te okurla buluşur. Orhon Murat Arıburnu’ndan bir şiir daha okuyalım…

Karıncalar atlara binmiş
Arılar bal yapıyor kovanda
Bir sağır dünya üzeri
Herkes kendi avında
Sen sadece şiir yaz
Aziz böcek
Ağustosböceği.

Arıburnu’nun şiirindeki ses, dil, biçim, biçem, yergi, ironi Garip şiirinin döneminde ne kadar önemli ve etkili bir çıkış olduğunun da göstergesi olarak yorumlanabilir. Onun için Garip’in etkisinde kalmakla birlikte dalganın gerisine düşmemiş, güçlenip yükselmesine katkıda bulunan şairlerden olmuştur da denilebilir.

Şair olmakla birlikte sinemanın erken döneminde filmlerde rol almış ve aktör olarak da ünlenmiş şairlerden biri de Cahit Irgat’tır.

Irgat’ın özgeçmişinin parantez içine alınmış kısmında 21 Mart 1916’da Lüleburgaz Kırklareli’nde doğduğu ve 5 Haziran 1971’de İstanbul’da yaşamını yitirdiği yazıyor. Ferhan Şensoy’un dizesini, biraz değiştirerek söyleyelim: “Şairler ölür mü hiç.” Söz konusu olan şairler ve onların hayatlarıysa parantez içine alınan sadece sayılar olabilir.

Bu Şehrin Çocukları, Cahit Irgat, 64 syf., Arpad Yayınevi, 1945. 

Irgat’ın ilk şiirleri 1 Nisan 1935 Varlık dergisinde çıkar. Yalnız bu şiirin altındaki imza Cahit Saffet’tir. Irgat, kırklı yılların başında şiir çizgisinde değişikliğe gider ve toplumculuğun ön plana çıktığı şiir anlayışını benimser. Irgat, şiirin dünyaya, hayata, topluma ve siyasal düzenden kaynaklanan sorunlara ayna tutmasını savunan anlayışı kabul ettikten sonra döneminin aynı çizgideki şairlerinden bazı yönleriyle ayrılır. Örneğin Asım Bezirci’ye göre onun şiiri, “Nâzım Hikmet'in şiirinden çok; Garip şiirine, bu şiirin gülümsetici, ironiye dayalı özelliklerine yakındır. İçerik yönünden de Garip anlayışının çok ilerisinde bir öze sahiptir.”

Garip şiirinin dikkat çeken biçimsel özelliğinin başında az sözcükle çok şey anlatması gelir. Bu dönemde ve modern Türkçe şiirin sonraki dönemlerinde de Garip’in şiire getirdiği bu yeni biçim etkili olmuştur. Görüldüğü kadarıyla bu biçimsel tavır, modern Türkçe şiirde aşılamamış, eskimemiş olarak etkisini sürdürmektedir. Cahit Irgat, toplumcu kırk kuşağı şairleri arasındadır. Ama onun benimsediği, özellikle kısa şiir biçimine bakılarak Garip çizgisinde bir şair olduğu da söylenebilir.

Irgat’ın ilk kitabı 'Bu Şehrin Çocukları' 1945’te yayımlanır. Sinemaya büyük emek vermiş şairin ilk kitabındaki “Bizim Mahallede Bahar” şiirinden bir betik okuyalım:

Karşı evde bir kadın çorabı sallanıyor
Teki kiracı kızın bacağında,
Hele dinsin rüzgâr
Mahalleye ten kokusu sinecek.

Sinemaya, ilk yılları sayılacak dönemde yoğun emek vererek katkıda bulunmuş Cahit Irgat’ın şairliği bu nedenle geri planda kalmamışsa bile belli ki üretimi etkilenmiş. Yine de ilk kitabından iki yıl sonra 1947’de ikinci kitabı 'Rüzgârlarım Konuşuyor' yayımlanır. Kitaba adını veren şiirden bir betik aktaralım:

Ve denize bağlanan sapa yollardan
Koşar adım gidiyor
Fabrikaya, rejiye
Uykuya döşeklerde doyamayan
Kara bahtlı çocuklar

'Rüzgârlarım Konuşuyor' kitabının “Bu şiirler istila görmüş şehirlere ve İkinci Dünya Harbi’nin sefaletlerine dairdir” notuyla yayımlandığını da kaydedelim.

Cahit Irgat’ın kentli kimliği şiirlerinde öne çıkan temalardandır. Irgat’ın şiirlerinin omurgasını kentle birlikte ve kentle insan arasındaki çatışmalı ilişki ve umutsuzluğa, mutsuzluğa, karamsarlığa hatta kötümserliğe kaynaklık eden kentin kışkırttığı dehşet duygusu ve düşünceleri oluşturmaktadır diyebiliriz.

'Ortalık', şairin 1952’de yayımlanan üçüncü kitabı olarak buluşur okurla. Ahmet Oktay, onun İkinciyeni şiirini hazırlayan şairler arasında olduğunu belirtir. Şöyle diyor Oktay: “Bu Şehrin Çocukları’ndaki ‘Deniz’ şiirinin ‘kalçaları katran kokan/gemilerin sarhoş hali’ dizeleri ile ‘Ortalık’taki ‘Sabaha Yakın’ şiirinin ‘ölü gece bırak saçlarımı’ ve ‘Gece Çuval Gibi’ şiirinin ‘buz tuttu yeleleri atların’ gibi dizeleri, söylemek gerekir ki İkinci Yeni şiirine uzantı verebilecek güçtedirler.” Ahmet Oktay’ın iddiası şundan da önemli: Irgat’ın şiirleri yayımlandığında, daha sonra İkinciyenici olacak şairlerinin bile bu tür dizeleri yoktur.

Cahit Irgat’ın üçüncü kitabından bir şiir okuyalım. Alıntımız şairin “Oğlum Mustafa’nın Düşündüğü Şeye Bak” başlı şiirden:

Sen kendi derdinde değilsin baba
Ne de güzel sıçradı yeşil kurbağa
Ne de güzel demiş şair dostun Orhan Veli
Benim lôkmam aslan ağzında.

- Sevin Mustafa’m sevin
Ben insanın fakiriyim
Anan urgan
Baban Irgat
Korkma oğlum Mustafa Irgat

Sinemaya 1940’ta “Şehvet Kurbanı” filmiyle adım atan ve birçok filmde önemli roller alan sinema emekçisi şair Cahit Irgat’ın son kitabı 'Irgatın Türküsü' 1969’da ölümünden iki yıl önce yayımlanır. Kitaptan bir bölüm okuyalım:

El tarlasında kırıldı beden
Mezar bu fabrika, bu urba kefen
Ben ben değilim artık ben
Soyulmuşum.

Boşa işlemiş zaman
Bankalar kurulmuş sırtımdan
Dik dünyayı tırman tırman
Koşulmuşum.

Boşa dönmüş değirmen
Ben ben değilim artık ben
Dünya kara kapkara
Yanmış yenmiş etimden.

Selahattin Hilav, Irgat’ın çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve hatta bu düzeyi aşmak iddiası güden asker-sivil bürokrat iktidarın özgürce bilgilenmeyi, düşünmeyi, hayal kurmayı, bir başka yaşam özlemeyi kesinlikle engellediği, belli birtakım olayların ve sözcüklerin ağza alınmasının olanaksız ya da hapse atılmanız için yeterli olduğu 1940’lı ve 50’li yıllarda şiir yazdığını vurgular.

Hilav, şairin bütün şiirlerinin bir araya getirildiği 'Irgatın Türküsü' kitabının girişinde yer alan yazısında şöyle devam eder:

“Başka bir deyişle, insan varlığının, bir şablona göre kesilip biçilerek çok küçük bir ölçekte yeniden üretilmeye çalışıldığı yıllar... Kısacası, özgürlüğün kim bilir kaçıncı kez katledildiği yıllar... Cahit, işte böyle bir ortamda şiir yazmaya, tiyatro yapmaya çalıştı: Savaşa karşı çıktı, insanların gereksiz yere birbirini öldürmesinin anlamsızlığını ve zavallılığını anlatmak istedi; yoksulluğu, terk edilmişliği, ezilmeyi, baskıyı, emeğin hor görülmesini, açlığı, kurulu düzenin akıl dışılığını şiire dökmeye çalıştı. Biraz çocuksu, ama duyarlı ve tedirgin bir yüreğin içtenliğini her zaman taşıyan şiirleri yüzünden kovuşturmalara uğradı ve sürekli olarak çelmelendi.”

Sinema da bir sanat türü olarak şiir gibi hayata duyarlılığın, farkındalığın yanı sıra usul, üslup, nezaket ve zarafet sunar. Gerçek sanat ve sanatçı insan onuruna aykırı davranış içine girmemiştir, girmez. Usul, uslüp, nezaket ve zarafet bilmeyen her kimse, kendisine sanatçı kategorisinde kalıcı yer bulamamıştır bulması da mümkün değildir.

VEDA AÇIKLAMASI

Ne yazık ki güzel olan her şeyin ömrü kısa oluyor…

Gazeteciliğe 1993’te Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen olarak başladım. 2015’te istifa ettim. Bir yıl sonra Gazete Duvar yayın hayatına başlayınca Ali Duran Topuz’un önerisiyle “yazar” oldum ve her hafta cumartesi günü “şiir üzerine” yazmaya başladım.

Geçen günlerde, sosyal medyada Gazete Duvar’daki maceramın beşinci yılını doldurduğu mesajını paylaşırken bugün bu satırları yazacağıma ilişkin hiçbir bilgim de, işaret de yoktu.

Gerçekten Türkiye’de 24 saat uzun bir süre. Çok kısa sürede çok büyük gelişmeler, şaşırtıcı olaylar yaşanabiliyor. Bu beklenmedik olaylardan biri de ne yazık ki Gazete Duvar’da yaşandı. Sevgili arkadaşım Ali Duran Topuz yayın yönetmenliğinden ve Gazete Duvar’dan istifa etti. Gelişmeleri takip ettim, sorunların aşılmasını, anlaşma zemininin oluşmasını diledim ve bekledim. Ancak öyle görünüyor ki anlaşma olanağı söz konusu değil. Bu durumda ben de ayrılma kararı aldım.

Başta Ali Duran Topuz’a, kültür sanat kitap sorumlusu Anıl Mert Özsoy’a ve Gazete Duvar’ı bugünlere getiren herkese teşekkür ediyorum.

Umarım başka yerlerde görüşürüz.

Şiirin selamı üstünüze olsun…