Şiirinde slogan atmadan politik olan tek şair: Ahmed Bouanani'den 'The Shutters'
Bouanani’nin sömürge tarihine “post” adını takanlara, ezilenlerin müşterek tarihinin kesintiye uğramamış bir zamanı ve sınırları her şeye rağmen çizilememiş geniş bir coğrafyası olduğunu hatırlatmak gibi bir derdi var.
“Devlerin dünyayı mesken tuttuğu ve her cuma okyanusun ölü balık ve ahtapotları sahile vurduğu eski günlerde bir adım ve yaşım vardı. Kareli kâğıtlara figürler, devinimler, yeknesak siluetler, miniskül kıtalar ve kırmızı kenar boşluklarından taşarak tufanlara yola açan titrek yapılar çizer, ‘buradayım’ derdim.”
Ahmed Bouanani’nin The Shutters (Panjurlar, New Directions, 2018) kitabı bu cümlelerle başlıyor. Adını, yaşını, buradayım dediği zamanı, Fas’ın hem çok kısa hem çok uzun tarihini çocukluğunun panjurları ardından hatırlayan bir yazarın düşleri ve genelde uyanıkken gördüğü kabusların sesleri ve görüntüleriyle devam ediyor kitap. Düz yazıdan şiire evrilen anlatıda çocukluk ansızın bitiveriyor, yakın arkadaşlar gizli hapishanelere düşüyor ya da sürgün gittikleri şehirlerde kederden ölmemek için toplaştıkları masaların etrafında “bakışsız sineklere dönüşüyor.” Sokak ortasında güpegündüz vurulan bir babanın yerde kalmış kanına sonradan birçoklarının kanı karışıyor ama yine de minarelere tünemiş cılız tanrılar cennet vaat etmekten ve bu cennete yeni peygamberler atamaktan bir türlü vazgeçmiyor. Kerli ferli kahramanlar bile son teknoloji harikası savaşlar yüzünden işsiz kalırken, savaşın ortasına doğanlar çocukluk deyince en çok Amerikan silah depolarını, askerlerin açlık ve kıtlığın ortasında dağıttığı çikolataları hatırlıyor. Ve kimse hiçbir şeye, “boynuzlarının üstünde dünyayı taşıyan öküze bile” artık şaşırmıyor.
Bouanani’nin sömürge tarihine “post” adını takanlara, ezilenlerin müşterek tarihinin kesintiye uğramamış bir zamanı ve sınırları her şeye rağmen çizilememiş geniş bir coğrafyası olduğunu hatırlatmak gibi bir derdi var —Kitapta en sık geçen cümlelerden biri “Hatırlıyorum” ama kanımca bu cümleyi “Hatırla” diye okumak lazım. O, bu derdi maruz kaldığı baskının, şiddetin ve kayıplarının sonucu seçtiği yalnızlığın tok sesiyle, tekrarlarla, tekrar ettikçe kayganlığı artan gerçeğin sır perdesinin ardında değil, perdenin ta kendisi olma ihtimaliyle ve şiirin büyüsünü hiç bozmadan anlatıyor. “Hoparlörün icadıyla / küçüldü minareler” diyor Bouanani. Sonra emsalsiz tanrıların yanına emsalsiz düşmanların listesini ekliyor. Mesela hiç susmayan efendilerin sessizliği bir zenginlik olarak kakalamasına “Dilsiz birinin dilsizlikten ötürü zengin olduğuna henüz rastlamadım” diye yanıt veriyor. İthal edilen efendiler kadar hakiki yerli malı olanları da dilin ve şiirin hizasına getiriyor, yine de söylenmeyeni söylerken bağırıp çağırmıyor, bu arada anadilin de bir yabancı dil olduğunun altını çiziyor —Geçen yüzyılda doğup şiirinde tek bir slogan atmadan politik şair olan kaç şair var acaba?
Yazarlığı ve şairliğinden çok bir sinema yönetmeni olarak tanınan Bouanani’nin başta 1979 yapımı Le Mirage (Serap) filmi olmak üzere birçok eseri Arap sinemasının klasikleri arasında sayılıyor. Sinema eğitimini Fransa’daki Institut des Hautes Études Cinématographiques’te tamamladıktan hemen sonra Fransız protektorasının bitmesiyle başlayan özgürlük sürecine ve kültürel hayata katkı sunmak adına Fas’a döner. The Centre Cinématographique Marocain’de otuz iki sene farklı görevlerde çalışır —filmlerine sansür uygulayan da yine bu kurum olacaktır. 1965’te başlayan öğrenci ayaklanmaları sırasında binlerce insanı katleden, hapseden, kaybettiren ve şiddeti katlanarak artan yönetime direnmek adına bir grup sanatçı ve entelektüelle bir araya gelir ve dönemin önemli dergilerinden biri olan Souffles’i çıkarmaya başlar —bu dergi 1972 yılında kapatılır. Yakalandığı tüberküloz hastalığı yüzünden 1967’de Rabat’ta bir hastanede altı ay kalır. Bouanani’nin yaşarken bastığı tek roman olan The Hospital bu hastane günlerinin ve dönemin siyasi durumunun sürrealist bir izdüşümüdür —Lara Vergnaud çevirisiyle bu kitap da 2018’de New Directions’tan çıkmış.
Küçük kızı Batoul’un 2003’te ölümünün ardından inzivaya çekilen Bouanani, son yıllarını Atlas dağlarının Berberi köylerinden birinde, yolunu sadece en yakınlarının bildiği evinde kedileriyle geçirmiş. Ancak sessiz sedasız göçüp gitmesine imkân vermeyecek kadar çok şey ürettiğini, 2011’de kendi ölümünün ardından diğer kızı Touda Bouanani’nin emeği ve yoğun çabalarıyla gün yüzüne çıkan arşivleri sayesinde biliyoruz: Yayınlanmamış düzinelerce roman ve senaryo, sayısız çizim ve karikatürler, yüzlerce şiir, öykü ve günlükler, Fas’ın ve Fas sinema tarihinin kayıtlarını içeren belgeler. Kütüphanesindeki binlerce kitap, çektiği fotoğraflar, film makaraları, topladığı afiş ve tiyatro oyun programları da cabası —2006 yılında Bouanani’nin evinde çıkan bir yangından arta kalanlardır bunlar.
The Shutters’ın çevirmeni Emma Ramadan 2014 yılında Fulbright bursuyla Fas’a gidip Bouanani’nin arşivlerinin düzenlenmesi ve kullanıma açılması adına Touda Bouanani ve daha önce Bouanani’nin eserleri ve arşivleri üzerine sergiler düzenlemiş, yazar ve küratör Omar Berrada ile çalışmış. The Shutters, Bouanani’nin daha önce sadece Fransızca aslından basılmış Photograms (Fotogramlar) şiir kitabını da içeriyor. Ramadan’ın bir çevirmen olarak verdiği titiz emek ise kitabın her satırında, dizesinde apaçık görülüyor. Darısı muhtemel diğer çevirilerin başına.
Fas ve İspanya arasında son zamanlarda yaşanan diplomatik kriz sebebiyle, yaz tatilini Fas’ta geçirmekten mahrum edilmiş bazı İspanyolların yaldızları dökülmüş sömürgeci gururuyla Fas yönetimine verip veriştirmesini dinlerken aklıma Bouanani’nin satırları geliyor sık sık. Biraz da bu yüzden kitabı yanımdan pek ayırmıyorum.
“Benim kuşağım bit ve çekirgenin evliliğinden doğmuş lanetli kuşağım tecavüz, kan ve dağ genişliğinde cinsel organlar düşleyen sömürgeci kardeşlerinin düşünü görüyor
[…]
Mösyö, sürekli ereksiyon halindeyim. Çocukluğumdan beri Avrupalı kıçlar ve baldırlar düşlüyorum! Ancak özgürlüğümüzü biraz erken kazandık ve bütün sarışınlar terk etti ülkeyi.
Uzatma. Benim de söyleyecek birkaç cümlem var. Bağırsaklarımı ve hayalarımı yakan cümleler. Ancak bir türlü aklıma gelmiyor sözcükler. Sanki bir kuyu var kafatasımın dibinde.
Kes sesini! Söyleyeceklerim çok mühim şeyler. Müfettişim ben, yakında komiser olacağım uygun görürsen. Onlar, doktorlar gibi okuması yazması olan o oğlanlar beni pek eğlendiriyor. Onlardan daha iyi olmamın kime ne faydası var?
Öf! Benim gibi bir adamın gözünde senin gibi bir adamın değerli olması mümkün olabilir mi? Soytarının tekiyim ben…
Mösyö, herkese ihanet ettim. Annemin nerede yaşadığından bile haberim yok artık.
Bit ve çekirgenin evliliğinden doğmuş lanetli kuşak! Çocukluk, bütün çocukluklar Amerikan silah depolarında çürüsün gitsin! Bunun yasını tutmak da kırlangıç-çocuklara düşmesin!
Kaldırımlarda hâlâ oluk oluk kan.”
Hafıza tazelemek isteyenlere bu upuzun şiirin iyi geleceğini düşünüyorum. Şairlerin yazdığı tarihi ders kitabı olarak okutacağımız günleri görebilirsek, The Shutters’ı listeye mutlaka eklemek gerektiğini de.
Not: Bu yazı için kullandığım görsellerin yayın iznini almak için ulaştığım Omar Berrada, bana Bouanani’nin Alp Zeki Heper’in Fransa’daki öğrencilik yıllarında çektiği Şafak filminde oynadığını filmin linkiyle iletti. Bouanani gibi sansüre uğramış bir yönetmen olan Heper’in uzun metrajlı diğer filmlerine ulaşmam ise mümkün olmadı.