Şiirlerde İzmir - 2

Kısa turumuzda, modern Türkçe şiirin haritasında İzmir’i ararken yolculuğumuzun uğrakları birkaç kuşak öncesinin şairleri ve şiirleri oldu. Bunun birkaç nedeni var. Şiirlerden yansıyan duygunun, düşüncenin, duyarlılığın ortak algıya katkısının değişme ihtimalinin az oluşu, bu nedenlerden biridir diyebiliriz.

Abone ol

DUVAR - Modern Türkçe şiirin haritasında İzmir’i ararken uğradığımız Attilâ İlhan’ı bir şiirle sınırlayıp geçmek gerçekten büyük haksızlık olur diye düşündük. Daha önce de söylediğimiz gibi İzmirli şair deyince başka bütün adlar Attilâ İlhan adından sonra gelir… Öyleyse bu defa 'gerçek manada İzmirli şair'in, yani 'Kaptan'ın 'Smyrna Blues' başlıklı şiirini okuyalım. Şiirin tamamını aktarıyorum:

inga pee yudum yudum erimeden

sabahın yıldızlı aydınlığında

dudaklarından kaldırımlara dökülen

senin kanın mıdır bilemem

yalnız çığlıkların hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

gözlerinde bir rakı bulanıklığı

bir uğultu cigaranın dumanında

mermer dişlerinin soğukluğu

bıçağımın üstündeki korkak buğu

oyulmuş bileklerin hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

gece mavisine boyalı saçların

devler hıçkırır şarkılarında

dönük bir deniz gibi tutarsın

nefesin hem erkek hem kadın

ökçesiz pabuçların hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

kıvırcık kirpikli bir çocuk bağırır

yıkılmış inga pee’nin burnunda

küpeştenin demirlerini ısırır

ellerim kelepçeli,kulaklarım sağır

yalnız smyrna bleus hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

Attilâ İlhan

Smyrna Blues'u bir veda şiiri olarak okuyoruz. Vedadan önceki dramatik sürecin de anbean hatırlandığını da görüyoruz. Attilâ İlhan şiirine özgü sinemasal dil İzmir Blues'da da söz konusudur. Şiirin son bölümü, bir filmin son karesi gibidir. Şair bir geminin güvertesinde 'blues' kederiyle baş başadır. Bir bavulu bile olmaksızın bindiği gemi, rıhtımdan ağır ağır uzaklaşırken güverteden İzmir’e el sallar. Aslında el sallayamaz; çünkü bilekleri kelepçelidir. İçinden el sallar… Şiirin gerilimi de orda, o son karede doruğa çıkar. Peki, şairin bir blues ezgisi havasında aktardığı şiirde meselesinin ne olduğu sorusuna ne yanıt verebiliriz? Değişik okumalara açık bir şiir elbette. Bize göre bu bir sürgün şiiridir. O trajik atmosferin içinde kalarak söylersek İzmir’den ayrılmak aslında tutsak olmaktır, diyor şair. İzmir’den öteye giden yol, ancak tutsaklığa uzanır, diye de ekliyor. Sürgün elbette ki tutsaklığın bir başka biçimidir. Gördüğünüz kadarıyla modern Türkçe şiirin tarihinde İzmir’e hem içeriden hem de en özgün bakan şair Attilâ İlhan olmuştur.

Necati Cumalı da İzmirli bir şairdir. O nedenledir ki şiirinde yer verdiği İzmir’in 'içeriden' olması beklenir. Ancak Cumalı’nın İzmir’e değinen şiirinde duygu, duyuş ve duyarlılık daha çok aşka ve sunuya, ithafa yoğunlaşmıştır. İzmir bir aşk yaşantısının, deneyiminin adı olur. Cumalı’nın “İthaf” başlıklı şiirini okuyalım:

Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır

Ben gönlümce yaşadım, gönlümce sevdim

Bilirim saadetim, yalnızlığım bundandır

Seni bulduğum, kaybettiğim günden bilirim.

Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum

Gün gelir aşklarıyla anılır şehirler anılırsa

Niyetim sevdalı sözler etmek de olmasa

İzmir için ne yazarsam sana adıyorum!

Modern Türkçe şiirin haritasında İzmir’in yerini aramak üzere çıktığımız turu on şairle sınırladık. Öte yandan İzmir’i “içeriden” ya da “dışarıdan” sorun edinen ve şiire taşıyan çok sayıda şair var. Ama aralarında çok azı İzmir’le ilgili yeni bir algı sunuyor, yeni duyarlılık, duyuş ve düşünce getiriyor. Altmışlı yıllar ve sonrasında adı İzmirli şair olarak ön plana çıkan isimlerden biri de Hüseyin Yurttaş olur. Yurttaş’ın yayımlandıktan sonra en çok ilgi görmüş şiirlerinden biri 'Öpüldünüz Efendim' başlığını taşır. Bu şiir, İzmir’e ilişkin duygu, duyuş, duyarlılık yönünden o zamana kadar yazılmış ve bizim de andığımız şiirlerden ayrılır. Şiirin şimşeği bir jestin dile getirildiği dizede çakar. O yönüyle bakıldığında Yurttaş’ın şiirinin aslında bir jest şiiri olduğu söylenebilir. Şiirde, bir yönüyle taşra sıkıntısının, kasabanın sürüp giden monoton yaşantısı yansıtılır bir yandan da 'beklenmedik' bir jestle bu durumdan çıkılabileceği sezdirilmeye çalışılır. Çıkmazın, umutsuzluğun aşılmasına ya da aşılabilirliğine ve bunun nasıl gerçekleşebileceğine işaret edilir. Öte yandan şiirde, bireysel olmaktan daha fazlasının yaşandığı bir kriz durumu da betimlenir. Her halükârda Hüseyin Yurttaş’ın aşağıya bir bölümünü aldığımız 'Öpüldünüz Efendim' başlıklı şiirinde İzmir bir sıkıntı, bir kriz olarak yansıtılır. Ancak çözüm önerisini de sunar. Şiirden bir bölüm okuyalım:

Sözcükler nereye kaçmışlardı öyle

Neden susmalarla doluydu o uzun yürüyüşümüz

Şehir mi ıssızdı, biz mi kimsesizdik

Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim

Kanlı yaşantıları tanımıştık, sınanmıştı sevgimiz

Eksik değildi yine de içimizden bulutları

Kendi dallarımızı savurup kıran fırtınaların

Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim

Kırgındı ömürlerimiz hiçbir şeyi değiştiremediğimizden

İçten içe yaşadığımız pişmanlıklarla

Kaç baharın gülü solmuştu yüreklerimizde

Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim

Refik Durbaş

Refik Durbaş, şiirimizin yaşayan önemli şairlerinden biridir. Durbaş anılarına, geçmişine tutkuyla bağlı oluşuyla bilinir. Güncele ve geleceğe geçmişin deneyim ve birikiminin ışığında bakar. Duyguların ve düşüncelerin eğer bir nesnesi varsa Durbaş şiirlerinde, onun geçmiş yaşantı olduğunu söyler bize. Şiirindeki izleklerde, konularda, temalarda yurtsama önemli bir sorun oluşturur. Refik Durbaş’ın yaşamının bir bölümü çocukluk ve ilk gençlik yılları İzmir’de geçer. Buna karşın Durbaş’ın yayımlanan üç ciltlik toplu şiirlerine bakıldığında “İzmir” adıyla bir tek şiiri olduğu görülür. Söz konusu Durbaş’sa bu elbette ki daha çok dikkat çekici oluyor. Oysa Refik Durbaş İstanbul’a taşınıp orada yerleşmiş olmasına karşın İzmir’e olan bağlılığını korumuştur. Yazılarında da bunu sık sık belirtmiştir. Ancak “İzmir” başlıklı sadece bir tek şiir yazmış olduğu da gerçek. Tüm bunları elbette keşke daha çok İzmir şiiri yazsaymış diye düşündüğümüz için dile getiriyoruz. Çünkü İstanbul’la ilgili, İstanbul başlıklı birçok şiiri bulunuyor. Durbaş’ın o “tek” şiiri arkası boş bırakılarak zarfa konulmuş “yasemen” kokulu bir kartpostal gibidir adeta. Anıların kokusunu taşır bir bakıma. Şairin 2014’te Islık yayınlarından çıkan “Bağışla Ziyanımı” adlı kitabında yer alan “İzmir” başlıklı şiirinden son üç betiği okuyalım:

Ay dolanır şavkı vurur

meltemin sabahına

akşamın imbatına

İzmir yaşar ve yaşanır

ömrüm, izmir misali

yasemen kokar

Ay çıplaktır, ışığı da

izmir hem ay

hem ayın ışığı kokar

Anılar, zaman içinde yalnızca toza dönüşmez. Koku da geçmişin anılarını, yaşantılarını zamana karşı koruyup saklar. Refik Durbaş, şiirinde hem gözümüz için, hem burnumuz için bir İzmir betimler.

İmgelerin, dizelerin giderek şiirlerin, kitapların geçmişi, geçmişe ait durumu ya da durumları, olayı, mekânı saklı tutmasının önemini kim yadsıyabilir. Modern Türkçe şiirin haritasında İzmir’in yerini ararken aslında bir yandan da zaman içinde yolculuk yaptığımızı söyleyebiliriz. Şiirlerde dile getirilen, yansıtılan İzmir’in, bugün gördüğümüz İzmir’den birçok yönüyle farklı olmasına ise hiç şaşırmadık diyebiliriz. Belki bir ara “günümüz İzmirinin şiirdeki karşılığı”nı da aramaya çıkarsak orada ayrıntılı biçimde değiniriz bu konuya. Ancak bugünün İzmirinin andığımız şiirlerden yansıyan İzmir’le kıyaslandığında bazı yönlerinin nerdeyse hiç değişmemiş olduğunu da söyleyebiliriz. Örneğin İzmirliler hâlâ Attilâ İlhan’ın şiirinde olduğu gibi bu şehirden ayrılmayı sürgünlük gibi algılıyorlar. Yine Attilâ İlhan şiirinde olduğu gibi Basmane Garı, Gazi Bulvarı şairde oluşturduğu duygular ve düşüncelerle yerli yerinde duruyor. Yine Hüseyin Yurttaş’ın şiirinde olduğu gibi hâlâ bir “taşra sıkıntısı” duyumsanıyor. Ama görüldüğü kadarıyla bu nedenle kimsenin içine afakanlar bastığı yok. Hatta denebilir ki İzmir’de nerdeyse hiçbir nedenle hiç kimsenin içine afakanlar bastığı yok… Neyse daha fazlasını belki bir ara yazacağımızı söylediğimiz günümüz şiirinde İzmir başlığı altındaki yazımızda ele alırız.

Kısa turumuzda, modern Türkçe şiirin haritasında İzmir’i ararken yolculuğumuzun uğrakları birkaç kuşak öncesinin şairleri ve şiirleri oldu. Bunun birkaç nedeni var. Şiirlerden yansıyan duygunun, düşüncenin, duyarlılığın ortak algıya katkısının değişme ihtimalinin az oluşu, bu nedenlerden biridir diyebiliriz.

İzmir’i içeriden yaşayıp şiirine aktaran şairlerden biri de Mehmet Mümtaz Tuzcu’dur. Tuzcu İzmir’de doğmuş ve hemen hemen bütün yaşantısı İzmir’de geçmiş bir şair. İzmir şiirleri yolculuğumuzu, Tuzcu’nun “Bulvar Resimleri” adlı yapıtında yer alan “İzmir Güneşi” başlıklı şiirinden bir bölüm okuyarak bitirelim istiyoruz:

Bugün, yıllardan sonra

Kurşun bir şubat günü

Sarhoş kuşları, obur bulutlarıyla

Birden yayılınca akşam

O kül benizli kentte,

Körfezin gümüş tepsisi,

Saklandığı unutulmuş telli kâğıtlar gibi

Apansız ışıldar yüzümüze

Eskinin yaprakları arasından

O renk renk eski yazlar

Uçan balonlarım benim!

İpini kaçırmış elim

Şaşkınca bakarken arkasından,

Nazlı, alay edercesine yavaş,

Kaygısızca salınarak

Mavilikte dolaşırlar

Hâlâ gülümseyerek

Bulutların arasından

Ece Ayhan

DERKENAR

'Şiirin ne olduğunu bilmiyorum'

Hemen hemen her şair gerek kendisinden önceki kuşaklar ve onların yapıtları, gerekse kendi kuşağından şairlerle ilgili zaman zaman birtakım saptamalarda bulunma ihtiyacı duymuştur. Şiirle ilgili görüşlerini paylaşmıştır. Aslında bunun şair için bir zorunluluk olduğunu da anlamak gerekir. Çünkü herkes gibi şairler de ne yaptıklarını, amaçladıklarıyla gerçekleşen arasındaki ilişkinin boyutunu görmek isterler.

Çoğunlukla da aynaları başka şiirler olur. Sadece şair olarak konuşanların durumu eleştirmen olarak değerlendirmede bulunanlardan farklı sayılır. Öte yandan şairlerin, şair bakış açısıyla başka şairlerin şiirleriyle ilgili değerlendirme yapmaları saptamalarda bulunmaları da her şeyden önce şiir için önemlidir. Edip Cansever de Ece Ayhan’ın şiiriyle ilgili ne düşündüğünü dile getirmiştir. Cansever, Ece Ayhan’la ilgili iki dikkat çekici değerlendirme yapar. İlkinde çok sert çıkar: “Ece Ayhan gibi şiirin

ne olduğundan habersiz gençler…” Ancak zaman içinde bu görüşü bir hayli değişir. İkinci değerlendirmesinde Ece Ayhan’ın şiirini gerçekten anlamış, özümsemiştir. Yaptığı değerlendirme de bunu gösterir: “Ece Ayhan şiirinin kilit noktası dildir. Bu dil engelini aşmadan, satırların plastik oluşumunu değerlendirmeden, şairin özel terminolojisine bilincimizde bir dirim kazandırmadan hiçbir sonuca varamayız.”

Ece Ayhan’sa Edip Cansever’in kendisiyle ilgili ilk değerlendirmesini yıllar sonra anar ve şöyle konuşur: “1957’nin başlarında Pazar Postası’nda benim için ‘şiirin ne olduğundan habersiz’ diye yazmasına çok geç de olsa teşekkür ediyorum. Yıllar önce söylediği sözler bugün doğru çıkıyor. İçtenlikle yazıyorum şunu: 66 yaşındayım ama şiirin ne olduğunu bilmiyorum daha.”

Alınacak ders yok mu?

Şiirlerde İzmir – I