Şiirlerde yolcu ve yolculuk
Şiirde yolcu ve yolculuk hem önemli bir izlek hem de yeniden üretilebilen ve sıkça kullanılan bir metafordur. Modern Türkçe şiirde de yolcu ve yolculuk konu, tema, izlek bakımından da imge, mecaz gibi öğeler olarak da hayli işlek biçimde yer alır. Kısa bir turla, modern Türkçe şiirde yolcu ve yolculuk nasıl yansıtılmış, dile getirilmiş, şiire nasıl dönüşmüş bir bakalım.
DUVAR - Yaz ayı yolculuk ayı diyebilir miyiz, diyebiliriz herhalde. Uzun ya da kısa, bu mevsimde bir mânisi olmayan hemen herkes yollara düşer. Şu ya da bu nedenle, ama bir biçimde yolculuk macerasının içinde yer alır. Yani yolcu olur. Bununla birlikte her mevsim, yıl on iki ay hali, “neresi sıla bize, / neresi gurbet / yollar bize memleket” dizelerinde dile getirildiği gibi olanlar da vardır. Murathan Mungan’ın “Dönmek” adlı şiirinden bestelenmiş ve Yeni Türkü’nün bir zamanlar dillere persenk olan şarkısına ait dizeleri andık, devamını getirelim. İsteyen şarkıyı dinlesin elbet; biz şiirin tamamını bir daha okumak isteyenler için alalım şuraya:
Dönmek, mümkün mü artık
Dönmek, onca yollardan sonra
Yeniden yollara düşmek
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Al bizi koynuna ipek yolları
Üstümüzden geçiyor gökkuşağı
Sevdalı bulutlar uçan halılar
Uzak değil dünyanın kapıları
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket
Gitmek, mümkün mü artık
Gitmek, onca yollardan sonra
Yeniden yollara düşmek
Rakılı akşamlar, gün batımları
Çocuk gibi ağlar yaz sarhoşları
Olmamış yaşamlar, eksik yarınlar
Hatirlatir hersey eski asklari
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket
Yolcuydu, yolculuktu derken düştük şiirin önüne… Ki kuzeyde, çocukluk günlerini yaşayan bu kalbi kırık gökyüzünün altında toprak uçar, yer yarılır, yollar göçer, köprüler yıkılır ve yağmur hiç durmadan yağarken şiirin önüne düşmekten kim mutlu olmaz?
Yolculuktan kasıt genellikle biri fiziki mekânlar arasında geçen, biri de düşüncede gerçekleşen iki farklı süreçtir. Yolculuk varsa mutlaka yolcu da vardır. Yolculuğun toplu halde yapılanıyla bireysel olanını da birbirinden ayırarak düşünmek gerekir.
Topluluk halinde gerçekleşen yolculuklar; savaştan, felaketten kaçanlar ya da mevsimlik işçilerinki gibi, genellikle fiziki mekânlar arasında söz konusudur. Ancak topluca yapılsa bile örneğin tapınma törenlerinin, ayinlerin metaforik anlamda da olsa yolculuk sayılmayacağını düşünüyoruz. Şiirin, modern Türkçe şiirin de bu törenlerde bir yolculuk bulduğu ve bununla ilgilendiği söylenemez.
Öznesi birey olduğunda yolculuğun anlam yelpazesi biraz daha açılır, çağrışım alanı biraz daha genişler. Yolculuk, yolcunun hem kendi içine doğru hem de fiziki mekânda geçen bir süreç olarak gerçekleşebilir. 2018 Yunus Nadi şiir ödülünü de alan Yücel Kayıran’ın “Efsus’a Yolculuk” kitabı buna örnek olarak gösterilebilir.
Kayıran, kitabında iki yolculuk biçimini bir arada dile getirerek şiire dönüştürmüştür. “Efsus’a Yolculuk” bir yönüyle mekânda ve zamanda geçen bir yönüyle kişinin kendi içine doğru yaptığı yolculuğun şiiridir. Kitaptan kısa bir bölüm okuyalım:
rölantide gidiyor artık araba
yıkım kaçınılmaz, viran ve harabe
fakat eksilmedi, içimdeki sızlanma
gurur-sızlanması.. kuşkudan kalma
annemin sesinden babamın hikâyesine doğru büyüdüm
annemin medeniyetinden babamın etinden gelen arzuya
Şiirin şair için olduğu kadar okuyan açısından da bir yolculuk olduğunu söyleyebiliriz. Şiirde yolcu ve yolculuk hem önemli bir izlek hem de yeniden üretilebilen ve sıkça kullanılan bir metafordur. Modern Türkçe şiirde de yolcu ve yolculuk konu, tema, izlek bakımından da imge, mecaz gibi öğeler olarak da hayli işlek biçimde yer alır. Kısa bir turla, modern Türkçe şiirde yolcu ve yolculuk nasıl yansıtılmış, dile getirilmiş, şiire nasıl dönüşmüş bir bakalım.
Modern Türkçe şiirde yolcu ve yolculuk denildiğinde hatıra kendisinden önceki şiiri eskiterek ve kendisinden sonra gelen bütün kuşakları etkileyerek ölümsüzleşmiş usta şair Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın gelmemesi mümkün mü? Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde başlayan o ölümsüz yapıt, uzun bir yolculuğun da kaydıdır aynı zamanda. Şiirin başında Galip ustanın merdivenleri tırmanarak eşiğinden geçtiği kapı, yalnızca Haydarpaşa’nın kapısı değildir elbet. O kapı aynı zamanda Anadolu’nun ve halklarının kültürel, ekonomik, sosyal bünyesini imtihan edecek olan modernizme ve dünyaya açılan kapısıdır. Tren Haydarpaşa’dan hareket ettiğinde şair bize hem trenin yolculuğunu hem de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de modernizmin serüveniyle birlikte yaşanan kültürel, siyasal, ekonomik ortamı da anlatmaya başlar. O tren aynı zamanda okuru alır, dizeler arasından şiirin kalbine doğru uzun bir yolculuğa çıkarır. “Memleketimden İnsan Manzaraları”, modern Türkçe şiirde bugüne kadar mekânda, zamanda, duyguda ve düşüncede gerçekleşmiş yolculuğun dile getirildiği ilk ve tek başyapıttır.
Kitapla ilgili “tabakta el sürülmemiş dururken beyaz peynirin tadı / şimendifer garında seyretmek hayatı” dizeleri bir ipucu olabilir. Ama o devasa yapıtın elbette iki dizenin ipucuyla kavranması mümkün değildir. kitabın öyle bir örgüsü vardır ki bir tek dizesini bile atlayarak okumak mümkün değil. Şiirden yapılacak her alıntının, ancak kitabın tadını damakta bırakan küçük bir parça niteliğinde olduğunu söyleyelim ve bir bölüm aktaralım:
Hasan Şevket sözünü kesti dostunun
“- Ben ne Allah diyorum,
ne maneviyat
ne tabiat.
Ben hiçbir şey demiyorum.
Şu tabakta bir dilim beyaz peynir var
ben onu bile yemiyorum
.
..
yiyemiyorum yani...
İkinci dilime çıkışmıyor param.
Ne zalimdi, ne de derebeyiydi babam. Avrupa’nın yıkılması da umrumda değil. Biz de beraber yıkılalım
bir an evvel
biz de beraber.
Söyleyecek ne kadar güzel sözlerim vardı insanlara bana hiçbirini söyletmediler. Hep aynı bokun soyudur en kötünüz, en iyiniz. Bir tek dilim peynirimi
size ikram ediyorum, buyrun
yiyiniz.. .”
İmkânım olsa kitaptan daha ne çok dizeyi, bölümü burada alıntılamak isterim. Onu yapamadığım için “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı okuyanlara bir kez daha okumalarını, okumayanlara hiç vakit kaybetmeden mutlaka okumalarını önererek şu bölümü de paylaşmak istiyorum:
Siyah elbiselilerin sarışını sordu esmerine
“- Faik Bey, nereye gidiyoruz?”
“- Ben bir bozkıra gidiyorum
siz Eskişehir’e galiba”
Nâzım Hikmet’in hem mekânı, hem duyguyu, hem düşünceyi bir arada aktardığı başyapıtı “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın yanında anabileceğimiz bir başka başyapıt da Edip Cansever’in bir iç yolculuk anlatısı olan “Masa da Masaymış Ha” şiiridir. Şiirin altının çizilmesi gereken bir özelliği de çok yönlü okumaya açık oluşudur. “Masa da Masaymış Ha”, varlık ve varoluş sorunlarından bunalan “adam”ın şiiri olduğu gibi, çıkmazdaki “adam”ın içine dönüp orada yürümesinin de şiiridir. Şiiri anımsayalım
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Modern Türkçe şiirin repertuvarı bu konuda bir hayli varsıl. Yolcu ve yolculuk denildiğinde Cemal Süreya’nın meşhur şiiri “Göçebe”nin şu dizeleri nasıl hatıra gelmez:
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir
otobüsteyim
Ve tabii ki şiirin hem imgesel açıyı genişleten hem de tema olarak yolcu ve yolculuğa değişik bir boyut kazandıran şu dizelerini de unutmamak gerekir:
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Modern Türkçe şiirde yolcu ve yolculuk denildiğinde anacağımız şairlerden biri de Melih Cevdet Anday ve yapıtı “Kolları Bağlı Odysseus”tur. Anday’ın düşüncede yolculuğa yoğunlaştığı “düşünür şair” olarak anılmaya başlandığı dönemin ilk yapıtlarından olan “Kolları Bağlı Odesseus” tarihin güncele taşınması yönünden önemli olduğu kadar şu dizelerde de görüldüğü gibi; “Kirke, bilge tanrıça, selam sana! / Sağ salim geçtim kendimi!” insanın olgunlaşma deneyimini bir yolculuk şeklinde sorun etmesi bakımından da dikkat çeker. “Kolları Bağlı Odysseus”un şu iki bölümünü de anımsatmak istiyorum:
büyüdük çocukluğumuzdan,
büyüdük tarihe usulca
biz bir yana, doğa bir yana
doğanın yanında bir başka doğa
karşısından bize gözlerimiz mi bakan?
ve güneş altındaki ölümlü tanrılara
hâlâ şaşkınlık içindeki yontularda
susar doğadan ayrı düşmüş insan
insanın boşluğunda doğa.
(…)
kaşla göz arasında oldu olan
birden bire ilk göz süreksiz ve anısız
ilk kuş kanadınca ürkek ve yalnız
ağaçtan önceki ağaçlarla tek bir an
ışığın püsküllü atları şaşkın
gözün gözü daha kocaman
ve hiç göz değmemiş ormanın
tembel devi boş bulundu apansız
Yolcu ve yolculuk odağında anılacak şair de, değinilecek şiir de çok. İmkânlarımız ölçüsünde modern Türkçe şiirde yolcu ve yolculuk konusunda bir perspektif sunmaya çalıştık. Yazımızın girişinde Murathan Mungan’ın aynı zamanda bestelenmiş de olan şiirine yer vermiştik. Bestelenmiş bir başka şiirle bitirelim. Buyurun, Haydar Ergülen’in Çağdaş Türkü tarafından bestelenerek söylenen “Yarın Gece” başlıklı şiiri:
Yarın gece gideceğim bu kentten
Bir ırmağa yolcuyum sular çekiyor beni
Yüreğimden başka taşıyacak yüküm yok
Sayılmazsa göğsümden düşen kuş ölüleri
Sözüm yok işte yüzüm işte akşam
Sesimde anıların sessizliği
İçimde acıyla yürüyorum yolları
Çoktandır yolumu ayırdığım bu kentten
Yorulsam da bir daha binmem o trenlere
Kimse karşılamasın istasyonlarda beni
Kuşsuz bir kent gizli uzayan saçlarımda
Aşktan ve anılardan bir avuç külüm şimdi
Ardımda usulca akan küçücük sular
Bir onlar uğurluyor varacağım ırmağa
Sözüm yok işte yüzüm işte akşam
Sesimde anıların sessizliği
Sonunda bir soru gibi kaldım yine kendimle
Kentin kırık aynasında eksildikçe düşlerim
Söyle benim ömrüm bu kente uğradı mı
Sahi ben hiç ömrümü kendime yaşadım mı